Bu röportaj serisi, 1970’lerde Kosova’da çalışan, Yugoslav sanat alanında yirmi yıldan fazla istikrarlı olarak tanınmış ve tanınmaya devam etmiş, sanat sahnesinin bir parçası olan sanatçı ve sanat profesyonellerinin hayatlarını belgeliyor. Görsel sanatları yücelten bu siyasi bağlam Kosova’nın Yugoslavya’daki altın çağını temsil ediyor. Bu büyük refah dönemi, kültürel kurumlar da dahil olmak üzere kurumsal hafızanın özünü oluşturmakta. Bu bakımdan Priştine’de bulunan Sanat Galerisi, bugünkü adıyla Kosova Ulusal Galerisi’nin 1979 yılında kurulmuş olması, sanat eserlerinin nasıl sergileneceği ve halka nasıl iletileceğini tanımlayan ilk sanat kurumu olarak karşımıza çıkması hiç de şaşırtıcı değil.

Kosovalı modernist sanatçıları içinde barındıran bu sözlü tarih projesi 2016 yılının sonlarında Kosova Ulusal Galerisi işbirliği ile Sözlü Tarih Girişimi tarafından başlatılmıştır.

Lirije Buliqi

Heykeltıraş

İlk gün… sergi alanı gerçekten çok büyüktü. O sırada girişin sağ tarafında bulunan bu büyük salonu hatırlıyorum. ‘Burada neler oluyor?; diye merak etmiştim. Örneğin, sergi için eserleri aldığımızda, onları gönderebilmek için belgeleri hazırlardık. Tabii ki gümrükten geçtiler ama bizim aynı zamanda eserleri Galeri’ye getirecek gümrük servisimiz vardı. Böylece gümrük işlemleri daha basit hale geliyordu. Sonrasında da eserlerin kurulumunu yapıyorduk. Altı kişilik çok küçük bir ekiptik ve hepimiz sergi prodüksiyonunda yer alacaktık. […] Yönetmen Shyqri Nimani vardı, küratör Engjëll Berisha vardı, bir muhasebecimiz vardı, ben, teknisyen Rrahman’ımız ve bir de temizlikçimiz vardı. Yani, başladığımız çekirdek ekip buydu. Galeri öyle konumlandırılmıştı ki, bilirsiniz, her zaman çok ziyaretçimiz vardı çünkü çevre buna müsaitti, alışveriş merkezine giden insanlar bizim galeriye de uğrardı. Boro Ramiz Gençlik Sarayı’nın arkasında pazar yeri vardı ve pazara gidenler poşetleriyle doğrudan Galeri’ye gelirdi. Biliyorsunuz, sadece sanatçılardan değil, hayatın her kesiminden çok sayıda ziyaretçimiz vardı. Bu durum oldukça keyifliydi, benim için harika bir deneyimdi, farklı bir şeydi. Sanatçılarla tanışmayı severdim, o zamanlar gençtim ve onlar daha yaşlıydı ve çoğunu tanımıyordum bile. Onları bana kimin kim olduğunu tanıtmaları gerekiyordu ve uzun bir süre herkesi tanımak için çok çalıştım.

Hysni Krasniqi

Grafiker

Ben çoğunlukla doğadan ilham alıyorum. Doğadan parçalar alıp onları yaşamaya, kalbim ve ruhumla yaşamaya, kağıda ya da tuvale boyamaya çalışıyorum. Benim için önemli olan bu. […] Örneğin, Bende Mahsul Döngüsü var. Neden mahsul? Mahsuller, çünkü insanlarımız yetersiz beslenmeden muzdaripti, yetersiz beslenmeden muzdariplerdi. Sonra Dal Demetleri’ne sahibim. Dal demetleri nelerdir? çiftçilerimizin her zaman kullandığı bir araç, onu toprağa bile kullandılar […]

Sonra da Ateşböceklerim var. Ateşböcekleri nelerdir? Ateşböcekleri, ekinlerin hasada hazır olduğunun ilk işareti olan baharın habercileridir. Bizim için bu anlama bürünmüşlerdi yani ateşböceklerini gördüğümüz zaman hasat zamanının geldiğini anlardık. Bir anka kuşu gibi cik cik {onomatopoeik} bir yere hasat zamanı geldi mesajını gönderirlerdi. İşte böyle. Sonra, Hatıra Çiçekleri’ne sahibim, doğuduğum yer, Llukar, Priştine’de daha fazla zaman geçirmiş olsam bile. Doğduğum yer çiçekler, kardelenler, menekşeler ile kaplı bir yerdi. Menekşelerin ne kadar harika bir kokusu var, sanki parfümmüş gibi inanılmazlar.

Rexhep Ferri

Ressam

Tajar Zavalani [Maksim Gorki’nin Ana kitabı]’nı çevirdi, komünizmin ne olduğunu anladı ve gitti, ardından Radio London’da çalıştı. Annem bunu çok duyardı, “Komünizm bugün, yarın bitecek.” İnsan bir aşırı uçtan diğer aşırıya gitme eğilimindedir. Yakova’ya döndüğümüzde… malımıza el konulmuştu ve babam, babam, yapamadı, gitti, o asla… Yakova’da güvende olacağını, ailesini terk etmek zorunda kalmayacağını düşünmüştü. Fadil Hoca’dan Sahit Bakallı’ya kadar tüm bu kişiler okul arkadaşlarıydılar ve Yakova Yaylası’nda öğretmen olarak birlikte çalışmışlardı.

Onunla tanışmadan önce Sahit Bakallı ile tanıştık… ve Sahit Bakallı ona, ‘Bak Şaban, Yakova’da geceyi geçiremezsin. Sizi Sırplardan ve Karadağlılardan koruyamayız,  sen Yakup Ferri’nin varisisin, Rıza Ferri’nin kardeşi Hasan Ferri, partizanlara karşı savaşı başlatan Şemsi Ferri, sizler de onlarla birlikteydiniz. Burayı terk etmeli ve Arnavutluk’a gitmelisiniz, Tropoja’ya, eskiden öğretmenlik yaptığınız, kayınlarınızın olduğu yere gitmelisiniz. Bu fırtına geçecek ve bir şekilde iyi olacaksınız.’ O babamı kasabadan çıkardı, babam gitti ve biz kaldık.

[…] bazen yalnızken, tek başınayken, bir kişi Arnavutça’da iki kelime biliyorsa, onun kardeşin olduğunu düşünürsün. Anneme kızkardeş derdi ve annem de ona kardeş, aynı köyden ya da şehirden bile değiller, sadece ikisi de Yakova Yaylası’ndan gelmişlerdi. Pashkë, Peshk Amca [Balık Amca] derdim ona. Okuma yazma bilmezdi ama bir aristokrat gibi sigara içerdi – o zamanlar bana öyle geliyordu – pipo ile. Annem satmak için dokuma tezgahıyla yaptığı kıyafetleri ona verirdi ve o da annemi birkaç yalanla uğurlardı ‘Bayan. Hatixhe, dün gece Londra Radyosu’nda bir hafta geçmeden komünizmin biteceğini duydum.” Bu yalan da annemi bir hafta eğlendirirdi. Önümüzdeki Pazartesi o anneme yine yalan söylerdi ve yıllar da bu şekilde geçti, biz de büyüdük.

Shyqri Nimani

Grafik tasarımcı

Üniversiteyi 1970 yılında kurduk ve bu olağanüstü büyük bir olaydı. Üç dört yıl sonra Sanat Akademisi olarak adlandırılan Sanat Fakültesini kurup resim, grafik ve grafik tasarım bölümlerini kurarak başladık. […] Kosova’nın yatırım yaptığı gençleri geriye döndüler, benim nesilim ve benden yaşlı bir nesil daha Kosova’ya geri dönmeye başladı, bu çok güzel bir şeydi. Ardından da Kosova kurumları kurulmaya başladı. Hangileri biliyor musun? Tiyatro… daha önce bunlardan bazıları olmuş olmasına rağmen, daha güçlü bir karakterle daha iyi bir şekilde kuruldular, Kosova Filmi [Kosova Sinematografik Merkezi] inşa edilmeye başladı, sonrasında Sanat Galerisi, sonrasında Shota [Halk Dansları Topluluğu] ve daha niceleri kuruldu. Demek istediğim, Kosova devlet biçmini almaya başlamıştı, böyle olması gerekiyordu, barışla ve ya savaşla olsun, ikincisiyle gerçekleşmiş olmasına rağmen olması gereken buydu.

Alije Vokshi

Ressam

Bu onu gördüğümde at arabasını süren usta, onu durdurdum ve dedim ki, ‘Atölyeme gelebilir misin? böylece senin portreni yapabilirim’, ‘Evet’ dedi. Ben de çalıştım, o eller, yani demek istediğim o yorgundu ve onun plisi, plisinin rengi temiz bir beyaz değildi ama ben böyle yaptım çünkü o çalışmıştı ve yorgundu, rengin böyle olmasının sebebi ise toz. Sonrasında da Jusuf Kelmendi bunu sergimde gördü ve dedi ki ‘Resimde bunu görebiliyorsun, bu eller, yorgun… gerçekten de çok güzel bir portre.’

Xhevdet Xhafa

Ressam

… Canlı doğayı, insan figürünü, uzuvlarını, insan kafasının fizyognomisini anlamak üzerine bir endişem vardı… İpek’in pazarlarında omuzumda bir çanta ile dolaşırdım, bazı daktilo makinesi kağıtları ve onların yanında yararlı olabilecek birkaç araçlar taşırdım. Çoğunlukla Yeşil Pazar’a giderdim. Pazar günlerinde köylerden tarım ürünleri ile dolu büyük ve küçük sepetler içerisinde hasılatları getirirlerdi.

Ürün sahipleri 50 ve 60’lı yıllar için oldukça olağan kıyafetler giyiyorlardı. Ben  de hızlıca neşeyle dolup hemen bu güzel görüntüyü çizmeye başladım. Sonra sıkça otobüs istasyonuna giderdim, benim için orada çizim yapmak daha zordu çünkü gezginler her zaman hareket halindelerdi. Fakat biraz hafızama, biraz da doğaya dayanarak yaptığım çizimler bir çeşit eskiz [kroki] figürleriydi.

Tomislav Trifić

Grafik sanatçısı

Benim evim Lepenka adındaki Kağıt Fabrikasının tam karşısındaydı. Kağıt ürettikleri için çöplüklerinde çeşitli kitaplar bulurdum ve sonra bir gün kazara sanat üzerine bir kitap buldum. Sonrasında ise o türdeki kitapları farkında olmadan o dönemin insanlarını tanımadan toplamaya başladım. Sonuç olarak sanata aşık oldum, demek istediğim sanatın görsel formları üzerine çalışıyordum. Benim resim öğretmenim İpek’te bulunan tam da o Sanat Lisesinde öğrenim görmüştü. Onunla gerçekleşen konuşmalarımızda bana ‘Oraya sen de gidebilirsin, senin yetenekli olduğunu görüyorum’ demişti.

Blerim Luzha

Tekstil tasarımcısı

Ona şöyle yazdım, ‘Çok ünlü olduğunu duydum, ben sanat okuyan bir öğrenciyim. Priştineliyim.’ Ona her şeyi söyledim. O da cevap verdi, iki hafta sonrasında cevap verdi. Öyle bir şekilde cevaplamıştı ki, ilk okulu bitirmiş olduğundan şüphe duydum, Arnavutçayı bile tam konuşmamıştı, yazamamıştı ve harfler karalamadan ibaretti, ben de sanatçılar böyle yazıyor diye düşündüm. Sonrasında geri cevap yazıp yazmama konusunda ikileme düştüm, buna değmezdi (gülüyor). Küçük bir adamın aklı işte! Nezaketen cevap vermeye karar verdim. Ben cevapladıktan sonra beş altı gün içerisinde bana sergi katalogları ile dolu bir paket gönderdi. Kataloglar Picasso ve Matisse ile sergiler düzenlediğini gösteriyordu,  işte o zaman onun kim olduğunu anladım.

Agim Rudi

Heykeltraş

…Josip Broz Tito, Yugoslavya’nın cumhurbaşkanı, onun bir yeri vardı, Hırvatistan’da Brione, tüm sanatçıları aldığı yerdi orası. Büyük sanatçıların bile stüdyoları vardı, bu Zdenko Kalin’in de orada stüdyosu vardı, ne zaman isterse oraya gidiyordu. Harika bir adamdı, ondan çok şey öğrendim, o, artık biliyorum, o bir Neoklasik’ti, eski standartlara sahip bir eski Neoklasik. Oraya gittiğimde, o gitti, emeklilik için hazırlıklar yapmaya başladı, emeklilik yaşlarındaydı ve Yugoslavya sigarasi içiyordu […] Ondan çok şey öğrendim, sanatta öğrenemeyeceğin şeyleri öğrendim, çünkü bazı şeyleri öğrenemezsin, bazı bilgiler kitaplarda kayıtlı değil. Bazı şeyler yazılı değil, sanatta yazmak yoktur, senin görmen gerekir. Öğrenmek için Zdenko Kalin’i işine dalmış heykel yaparken görmen gerekirdi. Ben o dakikadan çok şey öğrendim, diğer tüm şeylerden daha çok şey öğrendim o dakikada, okuduğum kitaplardan daha çok şey ve sanat… sırları olan bir dal.