Dördüncü Kısım
Don Matej Palić: Soru soracak mısın yoksa…
Anita Susuri: Hala bu gelenekleri devam ettiren Yanovalı insanlardan bahsedebilir misiniz?
Don Matej Palić: Gelenlerin bize büyük desteği var, anavatanımız Hırvatistan’dan aldığımız yardımdan bahsettim. En büyük yardım ve desteği 1991’den beri Yanova’lılardan alıyoruz, ancak Hırvatistan işgal altında olduğu için bir süre gelemediler, Macaristan’dan geçip geldiler. Ailemi ziyarete gittiğimde Macaristan Voyvodina’dan geçip oraya girmek zorunda kaldım, yolculuk 18 saat sürmüştü. Hatta birçoğu gelmekten korkuyordu, bu yüzden bir süre gerçekten yalnızdık.
Ve daha sonra, ’96 -’97’den beri, gittikçe daha fazla gelmeye başladılar, şimdi 8 Eylül’de yaklaşan bir tatil var ve birçok kişi 4 veya 5’inde geliyor çünkü o zamanlar Aziz Rahibe Teresa, Priştine katedralinde kutlanıyor. Her yıl büyük bir kutlama oluyor ve hepimiz buna katılıyoruz. Sonra da ayın 5’inde, üç günlük tatil başlar ve Letnica için hazırlık yapılır. Sonra Yanova’dan birçok insan geliyor ve büyük bir misafir akını karşılıyoruz, hatta otobüslerle geliyorlar ve sonra onlar için konaklama, akşam yemekleri ve benzeri şeyler buluyoruz, ayarlıyoruz. Bizim için bu sevdiğimiz bir gelenektir ve kalbimiz ile kalmak ve gelişmek için bize belli bir irade, enerji ve güç veriyor. Etkinliğe katılan bu insanlar da çoğunlukla bu topluluğa ve kiliseye maddi imkanlarla yardım edenlerdir.
Böylece kilise ayakta kalır ve mezarlığımıza bakılır ve aynı zamanda bu etkinlikler bizim için büyük bir manevi destek olur. Belli bir tanıdık bağ, birlik hissediyoruz, çoğu burada doğmadı bile ama mutlu bir şekilde gelmeye devam ediyorlar. Bu nedenle yılda beş, altı kez topluluğumuzun, Yanova halkının ve onlarla birlikte Hırvatistan’ın desteğini hissediyoruz. Bu, burada kalmamız için bir neden, insanlar bazen hala buradan ayrılsalar bile. Geri dönüş yok çünkü altyapı açısından çok zor, su yok. Sadece birkaç gün önce, gitmişti ve Pazartesi günü geri gelmesi gerekiyordu, bir kuyu açıp her şeyi düzelttikten sonra elektrik kesildi. Aradım, etrafa sordum ve sonra Sušica’daki ışıklar açılmıştı.
Yani burada elektrik şebekesi çok kötü ve kuvvetli rüzgar veya gök gürültüsü varsa, elektrik kesiliyor. Bunu zaten biliyoruz ve diğer yandan da suyumuz yok, bu sabah komşum bana nasıl kuyu açtıklarını ve suları olduğunu söyledi. Suyun çok bulanık olduğunu söylüyor. Burada yaşayan insanların başına bu böyle şeyler neden gelmeye devam ediyor bilmiyorum. Sadece Hırvatlar için değil, Ramazan için bile su yoktu, kutladılar, misafirleri karşılamak zorundasın, susuz hiçbirşey yapamıyorsun bu yüzden çok üzgündüm. Peki bu neden böyle? Hâlâ birlik olarak, değerli geleneklere örnek olan Yanova’ya bu muamele niye?
Bana Hırvat toplumunun bilindik etkinliklerini veya Katolik Kilisesinin yılda birkaç kere olan tatillerini sordunuz, biri Şubat ayında Paskalya’nın dolunaya denk gelmesine bağlı. Paskalya hazırlıkları başlamadan 40 gün önce, denirdi ki o gün her zaman Salı günüdür. Temiz Çarşamba başlangıçtır, Salı günü çörek yaparsınız, her türlü… O gün büyük bir kutlama olur, Hırvatistan’dan hâlâ bir gelenek var, buna kostüm balosu ya da maskeli balo deniyor ve o gün insanların çılgın olmalarına izin veriliyor, istedikleri gibi davranmak, maske takmak gibi. Burada gelenekler her zaman, komünist zamanlarda, tüm köyde bu maskeli balolar olurdu. İnsanlar da aylar öncesinden hazırlanırlardı, maskeler yaparlardı, bugün gidip satın aldıkları gibi değil.
Sonra da bazı gruplar gizlice hazırlanırdı, böylece kimse onların kim olduklarını bilmezdi. Hatırlıyorum da çocukken her türlü şeyi giyerdik, Kızılderililer, kovboylar ve bazı oyuncaklarımız da vardı. Erkekler genellikle kadın gibi giyinirdi, makyaj yaparlardı, onları tanıyamazsınız, o gün rahip olarak bile her şeye izin verilirdi. İnsanlar köyün etrafında dolaşır, gruplar toplanır ve etkinliği kutlarlar, sonra evlere giderler, genellikle kimse sizi tanımaz ve evlere gittiklerinde Hırvatistan’da yapmazlar ama burada “Maskeli balo, maskeli balo, bugün o gün, bize bir şeyler verin, gidelim. ” derler. Hiçbir şey vermezlerse, kimse senin kim olduğunu bilmediği için onları utandırırlar.
Yani çoğunlukla kadın kılığında erkekler, erkek kılığında kadınlar, bıyıklar, makyajlar, her şeye izin verilir. Fahişe gibi giyinmiş biri (gülüyor), bir kovboy, Çingene ya da her neyse, bunun gibi, her şeye izin verilirdi. Sabah büyük gruplar halinde hazırlanırlardı. Evimde bir balo ve en iyi maske için bir gösteri düzenlerdik. Ödüllerimiz olurdu – en iyi maske, en iyi ikinci, üçüncü ve sonra maskesi olan her çocuk bir şeyler alırdı. Fakat çoğunlukla Örümcek Adam maskeleri, prensesler, bilmiyorum, Türk dizilerindeki karakterleri falan alıyorlar. Bu etkinlik eskiden Kültür Evi’nde yapılıyordu.
Akşam, tüm Yanova’yı geçtiklerinde, bir dizi maskeli insan ve o gece dans da vardı. Oruçtan önceki Salı, yarın gece aslında, Çarşamba başladığındaki gece yarısı her şey durur. Oruç sırasında birçok kişi alkol ve sigaradan vazgeçmektedir. O gün içip sigara ve alkol içebilirler ama gece oruç başlar. Birçoğu bedenlerini topraklanmış ve alçakgönüllü tutmak ve Paskalya’ya hazırlanmak için alkol, et, sigara ve diğer tüm ahlaksızlıklardan vazgeçerler. Paskalya geldiğinde, kilisede zaten bir kutlama yapıyoruz, gece yarısı olur olmaz sonra herkes bir sigara yakıyor ve evimde tekrar kutlama yapılıyor.
Sonra içerlerdi, 46 gün boyunca içmezlerdi ama sonra başlardı, sigara içilirdi ve o gün gece yarısı bunun başlamasını zar zor bekleyebilirdiler. Bazıları sigara içmemeye devam ediyor, bazıları ise bekleyemiyor. Bunlar bazı güzel gelenekler ve sonra 23. Aziz George’ta, 22’sinde her şeye tekrar izin verildi ve arkadaşlar buluşurdu. Sözde Rifana veya Aziz George Günü deniliyor, bütün gece şarkı söyleyip içki içilirdi ve bundan sonra çalmaya izin verilirdi. Öyleyse et yapanların evine gelip bir şeyler çalıyorsunuz, kimse de size hayır demiyor. Ayrıca yakalanırsan kimse de seni durduramaz. Yani genç kadın ve erkek grupları vardı, dışarıda çadır kurarlardı. Oradaki tepelerimiz çadırlarla doluydu. Sonra şarkı söyler ve içersiniz ve sabah müzik durur, herkes uykuya dalar, erken kalkıp, yıkanırlar.
Mezarlığın olduğu yerde bir kaynak var. Oraya giderler ve yıkanırlar, geri gelirler, uyurlar ve 23’ünde heryer bütün gün sessizdir. Bu nedenle, Hırvat toplumunu ve Yanova insanlarını belirleyen gelenekler bugün hala popüler, maskeli balo bile. 23 Haziran’da Rifana için insanlar buluşur ve ateş yakarlar. Büyük ateşler yakılır ve ayrıca kimse bunu yasaklamaz. Yani ateşler, insanlar onları yakarlar, üstlerinden atlarlar, içip kutlıyor, mısır pişiriyor, o zaman zaten biraz mısır var. Bu hep sahip olacağımız bir şey. Şimdi biraz daha az, artık gelenek için sadece bir ateş yakıyoruz. Ancak bakın, çocukların bunları hatırlamasını sağlamaya çalışıyorum, bu geleneklerden bazıları kesinlikle pagan geleneği. Fakat yine de toplumu bir arada tutuyor ve biz de kutluyoruz, mutlu olmak, her zaman depresyonda olmaktan daha iyi, bugün tüm o teknolojiye rağmen birlikte olmak güzel.
Erëmirë Krasniqi: Yanova’da hiç hırsızlık olmadı mı? Çünkü insanlar çalmakları unutursa, diğerleri sadece buna eklerler…
Don Matej Palić: Asla, asla. Şimdi insanlar, Cuma günü, Yanova’dan yaşlı bir adam da bana geldi, merkezde bulduğu bir şeyi bana getirdi, çünkü o gün pazar vardı, “İşte Don Mato, bunu orada buldum.”
Erëmirë Krasniqi: Bu davranış nasıl gelişti?
Don Matej Palić: Biraz konu dışına çıkalım, biz on bir kişiydik ve eğer annemiz ve büyükannemiz bizi çalmamamız ve bizim olmayan şeylere dokunmamamız gerektiğini söyleyerek yetiştirmeseydi, on bir suçlu daha olurdu (gülüyor). Bahçelerimiz, meyvelerimiz, bağlarımız vardı. Evimizin anahtarının bile olduğunu hatırlamıyorum. Yani her zaman açıktı, avluya açılan kapılar, ev, hepsi her zaman açıktı. Hepimiz çok dürüsttik ve buraya gelen herkes bunu biliyordu, Arnavut tüccarlar ve Romanlar da. Bir şeyi, anahtarları, cüzdanı, altın yüzüğü, küpeleri, herhangi bir şeyi, saati kaybederseniz, ki onlar kaybederler. Onu bir Hırvat bulursa kiliseye götürür.
Bu yüzden bugün hala bazı anahtarlar, saatler, biraz altın, bazı cüzdanlar için arşiv tutuyorum, elbette dosya değil de. Kiliseye getirildiler ama insanlar asla almaya gelmedi. Bir şey bulunduğunda, onu kilisede yayınlardık, “Anahtar seti bulundu, cüzdan bulundu.” Sonra insanlar bilirlerdi ve Arnavutlar da bunu duyardı ve kim kaybettiyse polis ihbar edildiğini biliyordu ve sahibi çıkarsa buradaki ofise gelirlerdi. Cüzdanınız var mıydı, nasıl görünüyor, ne kadar paranız var, kimliğiniz vb. gibi şeyler sorulurdu. Küçük kız kardeşim Antonija bir Cuma günü büyük bir cüzdan buldu. Marketteydi ve onu orada buldu. Biraz mark ve dinarları olduğunu hatırlıyorum ve sonra bir adam geldi, sığır satıyordu sanırım, parayı marketten aldı.
Yani aslına bakarsan tüm hayatını kaybetti, kızkardeşim ise bulduğunu hemen bize getirdi, açmadı. Onu aldım, rahibe getirdim ve aynı gün o adam geldi. Bunu polise bildirdi ve sonra bir meslektaşım ona neye sahip olduğunu ve ne kadar parası olduğunu sordu. Her şeyi biliyordu. Sonra kimliğini çıkardı ve “Ah bu sensin, buyrun” dedi. Sonra “Bunu kim buldu?” dedi ve annemizi aradı, “Sorun değil, hayır, hayır, onu buraya getirin” dedi ve kız kardeşim için küçük bir şey verdi. Annem, “Kabul etmek söz konusu değil, bu bizim görevimiz” dedi. Çünkü çocuğun önünde bir şey verilmesini istemiyordu çünkü o zaman çocuk bunu öğrenecekti, bunu her zaman bekleyecekti.
Hayır, kız kardeşimiz çıktığında, “Ona hiçbir şey veremezsin, istemiyoruz, senindir” dedi. “Hayır, hayır, bir şey vermek istiyorum.” Sonra küçük bir şey verdi ve annem, “Hayır, onu rahibin önünde alacağım ama o çocuk olduğu için almıyorum, onu geri vermek onun görevi.” Dedi. Yani bir kuruş, bir beşlik bulursak, onu eve götürürdük ve sonra annem “Onu kiliseye götür” derdi. Yani bu o zamanlarda bizim için tuhaftı, burda hala bir sorunum yok, beni çağırdıklarını duydunuz, ben de meşguldüm. Kimin girdiğini bilmiyorum, burası büyük bir ev, birisi gelip ne isterse yapabilir, onları bulamadım. Kilitlemem için hiçbir zaman bir sebep olmadı.
Bazı dosyalarım, ofisim, açık evim var, bazen ortalıkta para bile oluyor. Fakat ne Arnavutlar ne de Romanlar ne de kimse hiçbir şey almadı. Burada kural buydu, hırsızlık yok. Bağlarımızın yanında bazı meyve tarlaları vardı, onların etrafında da çit yoktu, hiçbir şey yoktu. Bir yere gitmek için de, etrafta dolaşmamak yerine, içinden geçip gidecekti. Hatta geçerken bir elma, bir armut veya biraz ceviz toplayabilirsin, kimse sana hiçbir şey söylemeyecek. Sadece üzümler büyük zararlardan dolayı korunmakta.
Bugün ise Yanova, ben sadece evimden ve kiliseden söz ettim, son zamanlarda kulübemiz kırıldı, kapıların dışında bir yerde. Zaten üç kez kırılmıştı, bir miktar demir çalındı, bakır ve bazı eski kablolar. Umrumda değil çünkü zaten temizlemek zorundayım ama burada kimse zaten böyle şeyleri umursamıyor.
Ben kendim bile, kiliseyi kaç kez kilitlemeden bıraktım, evin kilidi açık, kilitlemeyi unuturum ya da kız kardeşim, en son kim evden çıkarsa, buna rağmen hiçbir şey olmadı. Bir şeyin çalınmasından hiç korkmuyorum. Hatta onlara “Günah işlemeyin ve çalmayın” dedim. Gelip ihtiyacın olduğunu söyleyebilirsin, ben ihtiyacını vereceğim, önemli değil. Sadece günah işleme. Fakat bazı ailelerimiz var, özellikle de hırsızlıkla ün salmış Pacolli ailesi, termit gibiler, onlardan on tane var. Nereye girerlerse girsinler her şeyi yıkıp yok ediyorlar. Güzel çocuklar, onlara “Neden çalıyorsun, sadece gel ve sor, sana vereyim” dedim. Babaları bir hırsız sanırım ve sanırım bunlar böyle işliyor.
Hepsi mahkemeye çıktı, polis onları termit olarak biliyor. İnsanlar da artık hırsızlık yapmaktan korkuyor, ki durum asla böyle değildi. İnsanların evlerine bile girildi ve her zaman bunun yapanın kim olduğunu öğreniyoruz. Onları nasıl durduracağımızı bilmiyoruz, taşınmaları ve Obilić’e gitmeleri gerekiyordu ama istemediler çünkü burayı seviyorlar, burada çalmak kolay. Birçok farklı ev var, o terk edilmiş evlerden her küçük şeyi aldılar. Yalnız yaşayanlar da korkuyor, iki eve girdiler, geçen yıl bir kadın kilisedeydi, onun evine çatıdan içeri girdiler. Kırıp, açtı, içeri girmişler, biraz avro, biraz altın alıp, bir şeyleri yere fırlatmışlar, kanepeleri kesmişler.
Çok fazla altın olacağını düşünmüşler, kadın yalnız yaşıyor, kendisi bir öğretmen. Kilisede olduğu saatte, erken gelip girmesi ihtimaline karşı kapıyı bile kapatmışlar. Yani kadın aynı zamanda da zorla içeri girmek zorunda kaldı. Şimdi anlıyorum ve ona “Slavica, içeri girip evini böyle gördüğünde korkunun ne olduğunu biliyorum.” Hâlâ yalnız yaşıyor ama gece bir yere gitmekten ya da evi tek başına brakmaktan çok korkuyor. Şimdi buradaki komşularımdan biri de bir anne öldü ve kızı şimdi o kısımda yalnız kalıyor. İlk komşuya gidip çabuk gelir ya da kiliseye gelir ve hemen geri gelir, kendisi “Bilmiyorum, evimi mahvedecekler” diyor.
İşte böyle ve hiçbir Yanova insanı içeri girip bir şeyler kırıp çalmaz, ama o aile, hepimiz onlardan biraz korkuyoruz. Komutana söyledim, kendisiyle sık sık konuşuruz, Pacolli, Pacolli, Pacolli. Pacolli bunu tek başına yapamaz çünkü bu çocuklar hala çok küçük. Geri kalanlar ellerinden geleni, sığır, tavuk, koyunlar, keçiler, atlar çalarlar ve sonra geri verirler. İnsanlar güvercinleri, tavukları çaldıklarını bilirler ve onlara gidip kendilerininkini bulur ve geri alırlar. “Onlar sadece çocuk, ne yapabilirim?” Ama muhtemelen yanlarında başka biri daha var çünkü Ocak ayında bir minibüs çalındı, bir eve girildi, erkek ve kız kardeşin yaşadığı evde bazı izler kalmış.
Gece yaklaşık 600 avro, her türlü belge, kadının cüzdanı ve bazı paltolarını almışlar. Yani Pacoli ailesinin arkasında başka biri var. Şimdi bu durum biraz zor, bizim istasyonumuz çok zayıf, sadece beş altı memur var ve üç vardiya yapamıyorlar. Geceleri tek bir memur var, dün, komutan bütün gün, tüm vardiya boyunca orada olan tek kişiydi. Devriye gezisine falan bile çıkamıyor. Daha önce de söyledim, Kosova kurumları, Kosova devleti bizi pek umursamıyor, biz en azından bazı suçları bildirdik. Bu yıl uluslararasılar buradayken, bu salondaki bir tartışma, Yanova’da suç olmadığı hakkındaydı.
“İstersen yaparız, bu kolay ama bunu desteklemiyorsun” dedim. Olayların en az olduğu polis karakolu Lipljan Belediyesi’ndeydik. “Tanrı’ya şükürler olsun ve daha fazla memur getirin ki tamamen yok olsun.” dedim. Avusturyalı birileri bana bakıp “Thomas” diyor, “Bizde yoklar, bizde yok” diyorum. “Hemen yarın bir tane olay yaşatabilirim. Beş tane mi istiyorsun, on tane mi istiyorsun, kaç tane? Yani insanların birlik içinde yaşadığı için Tanrı’ya şükretmelisin.” Sonra orada öyle oturuyordu ve dedi ki “Pekala, Peder Mateo…” Ben de dedim ki “Bana peder deme. Yarın on olay çıkartırım, listede birinci olmamızı mı istiyorsun, bu kolay ama dürüst olabildiğimiz için bunu neden yapalım?” Yani sanırım bu iyi ve daha yüksek kurumlar için elverişli değil, ne, yoksa bizim kötü davranışları desteklememiz mi gerekiyor. Suç, uyuşturucu, sigara, zaten uyuşturucuyla başlamışlar, bu alışkanlıkları var, o otları falan içiyorlar. Bu durdurulmalı, buluştukları yerler, dumanın kokusunu alabiliyorum ve oradan yürüdüğümde otun kokusunu alabiliyorum. Bunu durdurmamız gerekiyor, onları hırsız yapmamak adına çünkü devam ederseler uyuşturucuya ihtiyaçları olacak. Başladığında biz ilgilenmezsek, daha sonrasında kötü sonuçlar doğurur.
Ama ne yazık ki size söylüyorum, Hırvatistan Büyükelçiliği ve hükümetine başvuruda bulunduk ve eski Başbakan Haradinaj buradaydı, Başkan Thaçi, Atifete üç kez buradaydılar. Her zaman, bu yerin hala sahip olduğu nezaket, birlik, güzellik ve bir arada yaşama ve birlikten bahsediyoruz. Bunu desteklemeliyiz ve onlar da desteklemeliler hatta halkın önünde, televizyonda, insanların birlikte yaşayabileceği her yerde örnek teşkil etmeli. Ancak hayır, tam tersi oluyor, kimse bize bakmıyor. Temyiz ediyoruz, soruyoruz, karakolun geliştirilmesini, daha fazla memur almasını, suçtan kurtulmasını istedim çünkü burası küçük bir yer, hepimiz birbirimizi tanıyoruz.
Şimdi, tanımadığımız insanlarla oturan insanlar var ve sonra da bir kamyonet çalınıyor, bir traktör, başka şeyler çalınmaya devam ediyor. Bu demek ki “Orada çalmalısın” diyen bazı yerlilerin yardımıyla geldikleri anlamına geliyor. Bunu durdurmak istiyorum, biliyoruz, polisten istedim. Onların kuralları var, benim de kendi kurallarım var ama dedim ki, Yanova’nın girişine bir kontrol noktası koymalıyız, kim geliyor, neden geliyorlar, aileyi ziyaret etmeye mi, meyhanede oturmaya mı, biraz sudžuk almaya falan mı gelmişler. Ancak kimin geldiğini kaydedersek ve eğer bir şey yaparlarsa, kayıt yaptığımız için saptayabiliriz. İnsan kontrolü gibi değil, kimseyi korkutmak istemiyoruz ama sadece basit, her gün olması gerekmiyor, ancak birkaç kez düzenli devam ettirdiğimiz zaman bu hırsızlar diyecekler ki “Oh bekleyin, belki bu gece belki gözetmen orada olacak.”
Fakat tek bir memur karakoldan ayrılamaz, bu onların kuralı. Devriyeye çıkamaz, köyde istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Lipljan’ı ararsak, devriyeye gelene kadar uzun süre olur ve ayrıca bize kaç kez “Devriye meşgul, sahadalar, bekleyin” dediler. Ne bekleyeceğiz, burada cinayet ya da saldırı yok, Yanova özgür bir yer. İnsanlar sabah ikide üçte yürüyebilirler, kimse saldırıya uğramaz. Fakat bu hırsızlıklar ve izinsiz girişler, hırsızın ne taşıdığını asla bilemezsiniz. Tehlikeli, eğer benim evime gelirlerse, sadece koşarım, istediğini al, çal, sadece beni incitme, öldürülmek istemiyorum. Başka ne yapabilirim ki.
Erëmirë Krasniqi: Geçmişte su dökme geleneğiniz vardı değil mi?
Anita Susuri: Evet, Papaz yürürken caddeyi temizlemek?
Don Matej Palić: Evet, cumartesi günleri temizlik yaparlardı, gelenek böyleydi. Annem babamla yalnızdı ama her cumartesi, suyu olmasa bile bizim olduğu yerden sokağı temizlemek zorunda kalırdı, biz sınır çizgisini biliyorduk. Başkası orayı temizlemezse, yani komşu, onunki kirli kalır ve insanlar pazar günleri servise giderlerdi. Kiliseye giderler veya birbirlerini ziyaret ederlerdi, Pazar öğleden sonra evlenen kızların evini ve ailesini ziyaret etmesi bir gelenekti. Öyleyse öğleden sonra insanlar kiliseden ya da meyhaneden dönerken kirli bir caddeden geçerlerse, bu ev hanımının tembel ve utanç verici biri olduğu anlamına gelir.
Yani Yanova’da hiç suyumuz yoktu, aynı bugün olduğu gibi. Özellikle yazın su yoktu fakat sokaklar temizdi, evler temizdi çünkü Pazar kilise günüydü. Tanrı korusun bir şey kirli değildi. O zamanlar Yanova temizdi, bugün yağmurun ıslanmasını bekledim ve yürüdüğümde şaşırdım, özellikle Arnavutların yaşadığı bazı yerlerde. Kaldırımın hemen yanında, çalılar, çimen, oraları kimse temizlemiyor. Annem veya herhangi bir Yanova kadını o zamanlarda temizlerdi, erkekler asla temizlemedi. Kocanız kirli eşyalarla çıkarsa, bu durum kadın için utanç vericiydi. 1990-92’sinde burada rahip olduğum zamanlarda hatırlıyorum, annem buradayken bazen çamura basıtığımda ayakkabılarımı dışarıda bırakmam gerkiyordu, o ayakkabılarla içeri giremiyordum.
Kilimler var, Tanrı korusun. Ayakkabılarımı dışarı çıkarıyorum, annem de dışarı çıkıyor, bana hizmet ediyor, dışarı çıkıyor. Geri döndüğümde ise ayakkabılarım temiz oluyor. Birçok insan bunun tuhaf olduğunu düşünüyordu, Yanova’daki ayakkabılar yıllarca temiz ve düzenliydi, gelenek buydu. Evden çıkmak için, “Anne, tekrar yukarı çıkıyorum” dedim. “Hayır, [orada] kuru çamur var” diyordu. Yani erkekler beyefendiydiler, bu kötüydü, çünkü ellerini hiçbir şeye sürmezlerdi ama dışarı çıktığında, ev hanımının nasıl olduğunu yansıtıyordu. Çocuk, erkek, koca güzel görünmeli, iyi giyimli olmalılardı ve her şey, bahçe temiz olmaydı, evler de temiz olmalıydı. Yanova kadınları çok temiz kadınlardır, çok temizdirler ve sokaklar da öyle.
Bunun yapılması gerekiyordu, eğer biri oradan geçip giderse, “Bu ne biçim ev hanımı? O evin hanımı bile değil,” derdi bu da kötü bir kadın olduğu anlamına geliyordu. Şimdi tam tersi, bir gün önce sokakta bir kadın söyledi, sonunda, “Asla böyle olmamıştı” dedi. Artık her şey taş, bakımı daha öncesinden çok daha kolay, çamur, kaldırım taşı zordu, bir kaya çıktığında, annem ya da herhangi biri onu yerine koyardı. Geri koymak zorundaydın ama bugün çok daha kolay. Buradan gidip temizlemek için bir traktör ayarladım. Gidip bu çemberi elimden geldiğince temizleyip öyle kalmasını sağlıyorum, geçen gün aşağı indim, büyümüş her şeyi, dikenleri, çöpleri kestim, topladım. Bana bakıyorlar ve “Don Mato, ne yapıyorsun?” diye merak ediyorlar. “Sen fırlat, ben temizlerim.” “Tekrar atacağım.” “O zaman bu kadar fazla olmayacak.”
Bu eylemleri birkaç kez organize ettim ama tatmin edici bir şey olmadı. Eski Norveç büyükelçisi ile bile bunu birlikte yaptık. Şimdi, Jan Braathu OSCE’de [AGİT] müdür, Yanova’yı Temizle adlı bir etkinliğimiz vardı, ama çöpleri tekrar attıkları için ne işe yarayacak. Bu ilginç bir şey, atıştırmalık yiyor, teneke kutu fırlatıyor, “Bunu neden fırlattın?” diyorum, bu aynı bir gelenek gibi ve şimdi çocukları eğitmeye çalışıyorum ve oraya avluya bir çöp tenekesi koydum. Onlara ne zaman dondurma, kurabiye versem, ordu o kutuları, o su şişelerini getiriyor. “İşte, onu atmak için dört adım atmak zor değil, on beş, yirmi sadece atığını çöpe at.” Sonra çitin üzerinden ateş yakıyoruz. Sürekli çöp topluyorum, çöp şirketi oldum (gülüyor).
Şimdi yağmuru bekliyorum ki kaldırım kenarlarında ıslansın ve kürekler alıp çocuklarla temizlik yapabileyim. Bu utanç verici, herkes başkasının yapmasını bekliyor, sonra Belediye, onlar yapmazlarsa biz yapıyoruz. Burası bizim, bu söz konusu bile olmaz, burası benim, bu yüzden onunla ilgilenmeliyim. Çöp toplayıcılarımız var ama bazı insanlar bunun için ayda üç, dört avro ödemiyorlar. Yanova’nın bu küçük dar sokaklarından geçebilecek çok güzel bir kamyonumuz var. Üç işçimiz var ve bunu aylık olarak yapmaları için Belediye’de bazı bağlantılar imzaladım. Çarşamba, Cumartesi, bir kamyon gelir ve çöpleri alır. Başka ne istiyorsun, bir adam gelip çöpünü alıyor, o da para kazanmak zorunda, diğer yandan da pisliklerini ve çöplerini alıyor. Ancak hayır, cezası olmadığı için dört avro bile ödemeyecekler. Ben de iki yıl önce, çöpü yere atanın biri ya da polis tarafından görülmesi durumunda onu ihbar etmesini ve 50 avro para cezası almasını önerdim.
[Görüşme yarıda kesildi]
Erëmirë Krasniqi: Peki ya bahsettiğiniz o kilimleri, kadınlar mı yapıyordu?
Don Matej Palić: Evet, kadınlar yaparlardı, kilimler yaparlardı, bošče, kadınlar her türlü eski kumaş kilimi yaparlar ve onları sererlerdi, çoğunlukla eski paçavralardan dar ve uzun ve renkli olurlardı ve koridorda ya da uzun yollarda koyarlardı. Eskiden büyük kilimler yaparlardı ya da çarşıdan, Prizren’den satın alırlardı, rengarenk olanlardan. Onları da yeni modern halılar ortaya çıkana kadar kullandılar. Aslında bugün hala kaliteli olan eski paçavra halıları kullanan aileler var. Kilimler de yıpranıyorlar fakat hiçbir şey olmuyor, bu yüzden çoğunlukla hepimizde onlardan vardı.
Biz de onları mahvetmemeye ya da kirletmemeye dikkat etmeliydik ve geleneğimizde, örneğin, geceleri çöpü ya da diğer artıkları atmazdın, çöpleri odada tutardın. Sonra da sabah atabilirdin ama geceleri genç bir kadın, bebeği falan varsa dışarı çıkmamalıydı. Bunlar bizim sahip olduğumuz çeşitli geleneklerdi, bence bunlar iyi ve hayatta amacı çocuklarını sorunsuz yetiştirmek olan, çocukları olan ve bu olaylarda günlük olarak sabırlı bir Yanova annesi fikrini korumak isteyerek bu gelenekleri haftalık ve aylık ritüeller şeklinde yazdım.
Yapmanız gereken her şey, kayınpederinize, kayınvalide ve kocanıza son derece saygıyla yapılırdı, ihtiyacı olursa suyu yanında var, her şey yolunda, bardak orada, herşey var. Sonra da “Bana suyu getir kadın” diyor (gülüyor). Yani erkekler böyleydi, bunu anlayamıyordum. Daha sonra birkaç kez gelip aynı insanlarla oturduğumda, içeri girdiğimde kadınlar ayağa kalkıyor, “Ne yapıyorsunuz?” “Ah, sen bir erkeksin.” Onlara bunu unutmalarını söylüyorum. Yani güçlü bir ataerkil sistem vardı ve erkekler bundan zevk alıyordu. İçebilir ve ne isterse yapabilirdi ama hiçbir şeye dokunmazdı.
Kadınlar evleri boyardı, kadınlar her şeyi yaparladı ve kocanın da ekmek getirmek için işe gitmesi gerekiyordu. Kocalar böyleydi, babalar çoğunlukla dışarıda çalışıyordu ve aileleri buna saygı duyuyorlardı. Para kazanıyor ve bu yüzden babamıza saygı duymalıyız çünkü masaya yemek koyuyor. Annemiz, her zaman şöyle dediğini hatırlıyorum, “Babam komşulara un ya da bir şey getirmiyor, bize getiriyor. Sahip olduğumuz kadarından mutlu olmalısınız. ” Bu da hayatın önemli bir parçasıydı ve bir süre önce bu okuma yazma bilmeyen kadınları kutlamak için Yanova Annesi adında bir kitap yazmaya başladım ama büyük bir ruha, büyük bir yaşam duygusuna sahip, kabul eden ve sabırlı olanları yazdım.
Kocalarına, kayınpederlerine, kayınvalidelerine, kayınlarına, görümcelerine, herkese saygı gösterirlerdi ve ne isterlerse ona katlanmak ve yapmak zorunda kaldılar.
Erëmirë Krasniqi: Bu kilimler hakkında sordum çünkü eskiye ait bu fotoğraflara bakınca, arkalarında kilimler görüyorum.
Don Matej Palić: Arkada, fotoğraflar için evet, böylece arkadaki čerpići görünmez. Onlar bir şeylerdi ve bu yüzden halıları koyduğunuzda böyle duruyorlardı ve işte böyle, fotoğrafın çekilmesi çok önemliydi o yüzden alan hazırlanılıyordu. Öyle gurur duyuyorlardı ki, biz hâlâ gurur duyuyoruz ayrıca büyük bir Bulgar topluluğumuz vardı. 19-18. yüzyılın sonunda, 19. yüzyılın başında halkımız Bulgaristan’a, Sofya, Smolen ve Plovdiv’e göç ediyordu ve orada hala bazı topluluklar var, hala birbirine bağlı olan Hırvatlar’dan oluşan topluluklar, Yanova halkı. Bazıları Hırvatistan’a taşındı, onları 96’sında ziyaret ettim ama sonra tekrar olmadı. Yani buradan altın, iş, iş ve benzeri şeyler için ayrılan Hırvatlardı.
Buradaki ailelerinin de, annelerin ve babalarının pasaport görevi gören bazı Fransız belgeleri vardı çünkü o zamanlar Bulgaristan onların yönetimi altındaydı ve büyükbabamda da belge vardı ve “Hırvat” yazıyordu. Böylece çok seyehat edebiliyorlardı, Moskova’ya bile gidebiliyorlardı. Arjantin’e, Amerika’ya gittiler, Titanik’te iki adamımız olacaktı, Ivkić ve Berišić. Gemiye binmeleri gerekiyordu, biletleri bile vardı ama İtalya’ya ulaşamadıkları için binemediler. Fakat o biletler hala ellerinde, biletler torunları Pera’da, Tune Ivkić’in torunu, olması gereken yere, Titanik’e bilet. Büyük büyük-büyükbabam, annemin büyükbabası Amerika’daydı ve hatta gömüldükleri mezarları bile var ve her şey Hırvatça yazılmış.
Mezarlıkta, Amerika’dan aylarca teknelerle gönderilen anıtlar da var, Amerika’dan anne, baba vb. için gelen bir anıt var. Yani 18. ve 19. yüzyılda birçok insan oraya gitti, Amerika’da iki Hırvat topluluğu var, tam da Yanova’dan. Çocukları pek fazla konuşmuyor, bazen bizi arıyorlar, artık İnternet birbirleriyle iletişim kurmayı kolaylaştırdı ve böylece ailelerine, köklerine geri dönüyorlar, bununla ilgili kitaplar arıyorlar. O zamandan beri, birçok insanın Hırvat, dindar, Aziz Nikolaos ve benzeri şekilde kayıtlı olduğu bazı belgelerimiz var, yani Hırvatlar dünyayı dolaştılar.
Yani çok gelişmişti ama akıllı ve geniş oldukları için bilgileri vardi. Büyük büyükbabam orada yaşadı, karısı burada öldü ve büyükbabam Baško burada kaldı. Amerika’ya daha sık gidenler, burada eş seçerlerdi, bir kız ve sona sormuşla, “Marija, Kolja ile evlenir misin? Amerika’da yaşıyor, burada bir oğlu var.” O da evet dedi ve evlendiler. Bu Kolja’nın, Nikola Macukić’in kim olduğunu bilmiyordu ve bu yüzden tekneye bindi ve Amerika’ya üç hafta seyahat ettiler. Amerika’ya geldiler ve orada evlendiler ve annemin amcası da orada doğdu, Marko. Sonra Yanova’ya dönmüşler ve daha sonra burada dört çocuk daha doğar ve kendileri hala burada yaşıyorlar. Soruya gerek yok, onunla evlenmek istiyorsun, evet mi, bunu yap. Tekneye bin, bileti o ödüyor ve Amerika’da evleniyorsun ve işte bu kadar (gülümsüyor).
Erëmirë Krasniqi: Evlilikler nasıl oluyordu?
Don Matej Palić: Düğünler çok büyük ve anlamlıydı, pazar günleri yapılırdı. Sadece Pazar günleri, başka bir gün değil, Pazar ve Pazartesi günü boyunca düğünler sürerdi. Öğleden önce kilisede, Cuma günü belediye binasında evlenirlerdi, öyleydi. Bundan üç gün önce, çift kiliseye gelir ve yemin falan öğrenirlerdi. Bunu yapmak zorunda olduklarını biliyordun, sonra Cuma günü belediye binasında, ardından da Pazar günü saat dokuzda kilisede evlenirdiler. Sonra herkes evlerine dönerdi, bakšiš verirdin, çifte birkaç hediye alırdın. Saat ikide damadın evini terk ederler, gelini alırlar ve bir miraz verip evden ayrılışı kutlanırdı. Böylece akrabaları kocasına gider ama sık sık ziyaret ederlerdi. Kutlamaya da, damadın evinde devam edilirdi.
Erëmirë Krasniqi: Sadece Yanova’ya özgü olan bir gelenek var mı?
Don Matej Palić: Sadece Yanova’da mı? Evet, evet, evet, büyük bir gelenek vardı. Örneğin, özellikle bu zamanlar için bir koç vardı, şimdi yok, koçun üzerine elma koyardınız ve gelini aldığınızda başka bir gelin dışarı çıkardı, damat ta,”Bu onun değil, bu benim.” diye sorardı. Sonra gelin gelir, anne babasından özel nimetler alır ki bu şu anda hala bunu yapmak popülerdir. Zagreb’deki halkımız hala bunu yapıyor, sonra evebeyinler, anne ve baba gelini kutsuyor ki o evliliğe girebilsin. Sonra bazı özel şarkılar söylenirdi ve onunla akraba olan ya da yakın arkadaşları olan kadınlar, hepsi bir araya geliyor ve arkasında yürüyorlardı. Ebeveynler genelde izinlerini veriyor, sonra o kadınlar, kızlar, arkadaşlar ve aile gelip onu veriyorlardı. Ondan önce, bu geleneklerden çok daha fazlasına sahiptik.
Nişanlandıklarında, Perşembe günü boja falan vardı. Bunlar çok uzun geleneklerdir. Kardeşim Zagreb’de karısıyla evlendiğinde bazılarını yapmaya çalıştı ve biz de başardık ama yine de bir kısmını yazdım, belki geri gelir diye. Bu sadece bir gelenek değil, insanları ve aileyi tanımaktır. Damattan kadına gidip hediyeler verirler, kimlere neler verilecekse verilir, sonra hepsini kocaman bir bavula koyarlar ve damada hediyeler verirler. Damat bunları eve taşır ve gösterir, sonra kadınlar onun kime ne verdiğini görmek için ona bakarlar. Yani düğün hazırlıkları çok büyüktür, hediye alıp para hazırlıyorlar. İşler bugün olduğu kadar hızlı gitmiyordu.
Bugün evlenmek istiyorsak bunu yapıyoruz. Benim için, ne olacağını bilmek zorundaydın. Hazırlıklar sırasında, yaşlı kadınların onunla evleneceğinden ya da diğerinin onunla gittiğinden memnun olmadığı durumlarda, yaşlı kadınların devreye girip olaya karıştığı durumlar olurdu. Sonra erkekler için evlenecek kızı görmek ilginçti. Hakkında konuşulurdu, hepimiz birbirimizi tanıyoruz, sonra bu olay adamların ilgisini çekiyordu. Bu yüzden “Daha önce neredeydi?” derlerdi. Fakat hazırlanmaya başlar başlamaz onu daha ilginç buluyorlardı. Sonra kadınlar, nişanlanmadan önce bile karışır, başkası damatla ilgilenir ve bazen nişanı bozarlardı. Tüm bunlar kilisede olurdu.
Nişanlanırlarsa buraya gelmeleri ve sonra ayrılmaları, hediyeleri geri vermeleri vb. gerekirdi. Büyük bir tören, ancak yine de önemli ve birbirinizi tanımak için iyi. Gelin eve geldiğinde, ayakkabılarının içinde parası olması gerekiyordu, sonra en küçük kayını ya da başka biri onu bir sandalyeye oturtmak zorundaydı ve gelin de para verirdi. Herkesin elini öperdin ve herkesin parası vardı. Yani bu büyük bir hazırlıktı ve büyük masraflar oluyordu çünkü kimin elini öpersen onların para vermeleri gerekiyordu. O zaman çok paran olurdu, düğünler ilginçti.
Erëmirë Krasniqi: Don Matej, sonuç olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Sormadığımız fakat eklemek istediğiniz bir şey…
Don Matej Palić: Yani, ne ekleyeceğimi bilemiyorum, Yanova hakkında o Prizren şarkıları ve tüm bu geleneklerle ilgili birçok ilginç şey var. Örneğin, kendi folklorumuz yok, esas olarak buradan gelen tüm bu farklı yerel etkilerden bir araya getirilen bir folklor var. Bazen insanlar, Makedonca, Dalmatya, Kosova, Prizren gibi yerlerin tüm şarkıları nasıl söylediğimize şaşırıyor. Bazılarını bir araya getirdim ve biz de biraz müzik yapmaya çalışıyoruz. Hırvatistan’da belki bir şeyler yapabilecek bazı müzisyenlerimiz var. Yedi perdelik bir ritmimiz, danslarımız, düğünlerimiz ve kolomuz var, çoğunlukla dans ediyoruz, o kadar tipik Hırvat dansımız veya valsimiz yok ama kolomuz var. Bu hala popüler çünkü kulaklarımızda Doğu, Bizans melodisi var ve çok çok güzel şarkı söylüyoruz. Çoğunlukla çok müzikal insanlarız, Yanova’lı birinin şarkı söylememesi nadirdir. Sanırım bu alan, hava, deniz seviyesinden 740 metre yüksekteyiz ve bir sirkülasyon var, vadi nasıl oturuyor, bu hava dolaşıyor ve bize belli bir fonetik ve net bir ses veriyor. Oldukça çok şarkı söylüyoruz ve çok hızlı konuşuyoruz, çok tiz sesler var ki bu alan için ilginç.
Şimdi bunların hepsi bir şekilde kurtarılmalı çünkü bu şeylerin çoğu yazılı olarak elimizde yok. Bazı fotoğraflarımız var ama hiçbir şey yazılmamış. Neden? Çünkü kimse yazma bilmiyordu, hep burada kalacağımızı ve sonra her şeyin nesilden nesile aktarılacağını düşündüler. Birçok insan hala tüm bunları biliyor, bazı şeyleri kaydettim ve varlığımızı korumak için hala bu tarz şeyleri yapmaya devam etmeliyim. Şu anda yaptığınız şeyi, biz kendimiz yapmamız gerekiyordu, çünkü bu monogram bunun sadece bir parçası, kronolojik değil, içine çok fazla iş olmasına rağmen. Padova’da bulunan Profesörümüz Čolak, birçok materyal topladı. Ancak…
Erëmirë Krasniqi: O nereliydi?
Don Matej Palić: Yanova’lıydı. Kızının Felsefe Fakültesi Dilbilim Bölümü’ne verdiği bazı materyaller vardı. Neden yayınlanmasına izin vermedi bilmiyorum ama size söylüyorum, bu iş ve son 30-40 yılda hep birlikte olanlar, göçler ve her şey, sanırım biz de neyin değerli olduğunu unuttuk. Sonra ne yapacağınızdan, nasıl yapacağınızdan, nereye gideceğinizden, zar zor var olduğumuz için maddi şeyler ve ev hayatı, aile hakkında enişelenerek geçiririz. Bu yüzden birçok şeyin izini kaybettik. Sanırım 8. ve 9’undaki etkinlikler için birçok insan gelecek, biz de bu etkinliklere hazırlanmaya çoktan başladık ve insanları kültürel olarak uyandırmaya ve evlerinden ne getirdiklerini görmeye çalışacağız. Bir şekilde hepsini tek bir yerde, bir arşivde toplamak ve bir müze ve biraz kültürle alakalı bir şeyler açmak, hepsini yazılı hale getirmek, kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve burada neyin takdir edildiğini bilmek, toparlamak istiyoruz.
Erëmirë Krasniqi: Çok teşekkür ederiz.
Don Matej Palić: Size de gayretiniz için teşekkür ederim ve bunları da bir yerde paylaşırsanız bana haber verin ben de sonraki adımda ne yapacağım bileyim.