Urban Memoryscapes, Lumbardhi Vakfı ve Kosova Sözlü Tarih Girişimi işbirliğinde yürütülen disiplinlerarası bir projedir. Proje araştırma, arşivleme ve sergilemeden oluşmakta olup, Prizren şehrinin 20’nci yüzyılın ikinci yarısını kapsayan toplumsal, kültürel ve iktisadi tarihini konu almaktadır. Bu proje aracılığı ile on katılımcı geçmişi belgeleme teknikleri öğrenip, birikmiş bilgi ile interaktif bir biçimde çalışarak bir dijital arşiv, çevrimiçi ve fiziki sergi ile bir yayın hazırlayacak ve en önemlisi toplulukları hakkında bilgi üretip, Prizren şehri ve sakinlerinin kültürel ve kentsel kimliğini şekillendirmiş önemli bir dönem hakkında bir öğrenme sürecine dahil olacaklar.

Bu proje Fransız-Alman Kültür Fonu, Fransız Büyükelçiliği ve Alman Büyükelçiliği desteği ile gerçekleşmiştir.

İSKENDER MUZBEG

Avukat

1968 yılında Priştine’de Hukuk fakültesine yazıldım, birkaç ay sonra 1969 Nisan ayında Priştine’de Tan gazdetesi çıkmaya başladı ve beni bu gazeteye davet ettiler. Aslında bir duyuru, konkur yayınlandı, ben o konkura katıldım ve kabul edildim. Öyleki Tan’nın birinci sayısını hazırlamaya başladık. Priştine’den Safet Breka vardı, Enver Baki vardı… Prizren’den ben vardım, benim arkadaşım yine öğretmen okulunu bitiren, o da şairdir şiir yazar şimdi Priştine’de yaşıyor Bayram İbrahim vardı. Mitrovica’dan Müberra Tuna vardı. Ve biz dört beş kişi işte Tan’nın çıkması ile ilgili yetkili devlet organları karar almış, biz şimdi ilk sayıyı hazırlamaya başladık. 

Hatırlıyorum bir yer Tan’a vermişler, bomboş bir yer. Oraya bir kamyonla iki masa geldi ve onları biyerlere koyduk. Daktilo yok, çünkü Türkçe’nin biliyorsunuz harfleri şey var, ö ü, farklı harflerdir. Daktilo yok, Tan’nın müdürü Süleyman Brina’nın bir daktilosu vardı o getirdi, bir de Süreyya Yusuf’un o Tan’nın açılmasında bir daktilosu vardı. […] 1 Nisan’dan 1 Mayıs’a kadar hazırlıkları yaptıktan sonra Tan’nın birinci sayısı çıktı. Birinci sayısının yine baş sayfasına benim yazım var.

Veton Nurkollari

DokuFest nin Sanat Yönetmeni

… o zamanın bugünden farklı olan her belgesi için, nüfus cüzdanı, pasaport, ehliyet, farklı belgeler için vesikalık fotoğraf çektirmeniz gerekiyordu. O sırada yetkililer fotoğraf isterdi ve fotoğraf çekebilecek olanlar sadece fotoğrafçılardı. Bir fotoğrafçının o dönemde yaptığı işin en önemli yönü, belgeler için fotoğraflar ve hatıra resimleriydi. Hatıra fotoğrafları; aile fotoğrafları, çift fotoğrafları, düğün için, düğün öncesi, düğünden sonra {parmaklarıyla sayar}, düğün sırasındaki fotoğraflar, gelinlikli fotoğraflar gibi şeyler olabilir. Çoğu zaman hatıra fotoğrafları, anı ölümsüzleştirmek için çekilirler. Bu yüzden insanlar bir anı hatırlamak için fotoğraf çektirmek istediler ve bu anlar çok fazla değildi, video kameralar neredeyse yoktu ve anıları saklamanın, anılar yaratmanın tek aracı fotoğraflardı.

Luljeta Çeku

Tiyatro yönetmeni

Kültürel yaşam, o zamanlar sözünü ettiğimiz gibi, tüm milletlerin ve milletlerin kentlerinde bulunan sanat ve kültür topluluklarıyla tamamlanıyordu. Tiyatronun yanı sıra, ben de Agimi Cemiyeti üyesiydim ve onların konserleri çoğu zaman gayet iyiydi, çok sık yapılmazdı ama oldukça iyi ve başarılıydılar. Ayrıca, o toplumda edindiğim deneyim harikaydı. […] 15, 16 yaşında, örneğin Agimi Derneği ile Almanya’ya gittiğim için şanslıydım. Bu harika bir deneyimdi, çünkü Prizren ve Bingen şehri ikizdi ve bu gelenek de halen devam ediyor.

Onların Bingen Fest’i var, bu festival için de Prizren merkezli bir şirket olan Progress ve Rahovec’in şarap üreticileri Krusha e Madhe ile işbirliği yaptılar. Bu sayede, 16 yaşında bir çocuk olarak ilk defa uçakla uçtum, bu o zamanlar nadir ve sıra dışı bir durumdu.  Agimi Cemiyeti ile iki yıl sonra Türkiye’de, İtalya’da ve Yugoslavya’nın birçok yerinde söz konusu festivalde yaptığımız aynı geziyi tekrarlama fırsatımız oldu. Aynı zamanda Saraybosna’daki Olimpiyatlara da katıldık, Cemiyetin bu konserine ben liderlik ettim. 1984’te de Olimpiyatlara davet edildik. […]

Bu hepimiz için çok eşsiz bir deneyimdi, çünkü gençler ve onların ebeveynleri bu etkinlikleri karşılayamazdı, yani tüm ebeveynler çocuklarının başka ülkelere seyahat etmesini karşılayamazdı. Elbette aldığınız memnuniyet ve ödül buydu, fakat bunun yanında ayrıca bir sertifika, oynadığınız rol için bir onay da alıyorduk ve bu bizim için çok tatmin ediciydi.

Fetije Kasemi

Eğitim emektarı

Her yıl dil farklarını görmek için Makedonya’da Ohrid, Dibra ya da başka bir yere gidiyorduk. Biz onlardan farklı bir dilde konuşuruz, orada gegë konuşuyorduk. Hatta 1972 yılında standard dilde konuşmaya başladık. Bizim için zordu, öğrenciler için daha zordu, veliler için daha da zordu, tüm yeni ek ve eklemlerim gelişinden dolayı…ama buna karşı ‘Söyleyin, doğrusu nasıl’ dediler. Alışmakta zorlandık, birkaç yıl sonra ise normalleşti. Ne zaman resmi bir görüşmeye gitsem, hep standard dili kullanırım, gegë kullanamam.

Fikret Menekshe

Ayakkabı cilacısı

Çünlü bizim, Romların, çok bilgimiz var. Bir Türk, bir Sırp, bir Arnavut aynı müziği yapamaz. Bu da demek olyor ki bizim çok bilgimiz var, Romların, bu yüzden de bizi alıyorlar, örneğin bir Türk ne alıcak, Türkü alabilir ama o benim gibi çalamaz, ya da klarineti çalamaz, Türk aynı şekilde bunu yapamaz. Biraz çalabilir, ama olması gerektiği gibi değil. İşte, böyle…

Mehmet Galushi

Eğitim emektarı

Kendimi çok güvende hissederdim, şartlar çok iyiydi, temizlik iyi bir seviyedeydi, arkadaş çevremde engeller yoktu, birçok topluluk vardı: Boşnaklar, Sırplar, Arnavutlar, Türkler ama çok iyi anlaşıyorduk, ortak bir hayatımız vardı. Ama, ben bizim bölümde çalışan tek Romdum, ama bir deyim vardır ‘Kişi kendini yansıttığı gibi, çevresinde bulur’. Yine de hiçbir zaman orada kendimi kötü hissetmedim, ne ilkokulda, ne lisede ne de yüksek pedagoji lisesinde, ben sınıfımda Rom topluluğunun tek üyesiydim ama hiçbir zaman kötü hissetmedim, arkadaşlarım da aralarında Rom topluluğunun bir üyesini bulundurmalarından ötürü kendilerini kötü hissetmediler. O zamanlarda iyi anlaşıyorduk… savaş patlamadan önce, imzalamaları gereken bazı anlaşmalar vardı. Bilmiyorum! Arnavutların çoğu sadece fabrikalardaki işlerini değil, okullarda ve her yerde işlerinden ayrıldılar.

Myzejen Hoxha

Kütüphaneci

Hiç çocuğum olmadı. Eşim de ‘82 de öldü, Aralığın sonunda, adı Reshat Isa’ydı. O zamandan beri, ben de sadece okuyorum, bazen elişi yapıyorum, yaparım, goblenler yaptım bazen tekrar yapıyorum. […] Çok, çok özlüyorum. Şimdi yaşlarım da geldikçe, eski iş arkadaşlarımı özlüyorum, harika bir kadroyduk… Yine özlüyorum, gelip kitaplar alıyorum, kitapları okuyorum, bazen onları ziyarete geliyorum, onlar ‘nasılsınız, iyi misiniz’, beni davet de ederler, müdüre hanım, ne zaman kütüphane kutlaması varsa.

Fadil Softa

Kimyager / Eczacı

Radmila Recepagiç vardı, müslümdandi, kimyacı… Kombinasyonlar, yapısal moleküller anlattığında, bir şekilde eve gidip çalışmaya ihtiyaç yoktu… derste o kadar dikkat ile dinleyip herşeyi direkt anlıyordum ve eve gidip çalışmadan da derslerden 5 (pek iyi) notları ile geçiyordum.

Osman Osmani

Tekstil mühendisi

Sıkça bu ifadeyi kullanırız, bir Roma çocuğu doğunca, onlar anında dört dil konuşurlar, çünkü buradaki sosyal çevre bunu gerektiriyor ve bununla bir sorunumuz yok. […] Aklımda hep kalacak görüntü, beni çocuklarımı da motive etmeye teşvik etmiş bir andı. Annem beni hep okula götürüp getirirdi ve ilginç olanı ebeveynlerin sürekli çocuklarını takip edip ödevlerini yapmalarında yardımcı olması gerektiği kuralını biliyordu ve okuldan eve gelince ödevlerimi yapmamı isterdi, yazmamı, matematik ödevimi ya da okuma-yazma seanslarını etüd etmemi isterdi. Ve ancak ikinci yada üçüncü sınıfa kadar, annemin okuma yazmasının olmadığını anladım, çünkü hep başımın üstünde duruyordu, ne yaptığımı bildiğin sandım, ne okuyup yazdığımı. Hep anladığını zannediyordum.

Hadije Gështenja

Çevirmen

Kosova’da film gösterimler ile başladı, bir süre sonra da, İtalyanların olduğu Arnavutluğa da gitti, Tiran’da sinemalar vardı o zaman. […] Gençler çok film izliyorlardı, çok. Sadece gençler değil, yaşlılar da. Babam bir arkadaşını anlatırdı, 4’te girerdi, ardından çıkıp 6’da geri girerdi, ardından yine çıkıp, 8’de girerdi. Günde üç film seyrederdi.  […] Sonra büyüdüğümde, broşürler vardı, filmlerin içeriğinin olduğu, babam verirdi, bakardım onlara, okurdum ve hangilerini seçeceklerini önerirdim. Filmler hakkında çok şey bilirdin, oyuncular hakkında da, yönetmenler hakkında da, konular hakkında da.