Bu çeşit görünmez problemler ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Tabiki kendimizi harekete geçirip apartmanımızda sakin bir köşe bulduktan sonra kendimizi incelemeye, kendimize doğru dönmeye başlarız. Yani farklı bir düşünme ve çalışma formülü yaratırız, evdeki objelere karşı bile hislerimizi, hassaslığımızı idare ederiz. Şimdi, eve kapandığımız durumda, evdeki objelerle daha fazla vakit geçiriyoruz, ne oldukları fark etmeksizin, mutfaktaki şövale olsun veya bilgisayarımı koyduğum masa gibi ve ben de durup bugün olanları inceliyorum. Yani, bütün dünyada, insanların farklı düşünmeye başladığını düşünüyorum, kişisel alan için daha fazla saygı var, hep daha az ve daha az keyfini çıkardıkları doğaya karşı da öyle. Ve dünya kapansa nasıl olacağı düşünülmeye başladı, ki bu olsa iyi olmazdı, bu ortamda eve kapanmaya devam etmek çok problematik olurdu.
Benim sanatım içinse, başka bir şeyi yapmayı ne kadar çok denesem de, sanatçı olarak farklı sanat yönelimi için sanatımı daha zor sorularla angarya etsem de, bu zamanda özümsediğimiz şeyler içimizdeki katmanlı özümsemelerin aslında bizim ustalığımız olduğunu keşfettim. Resmin ve ifade etmek için farklı sanatsal yönlerimizin karşısında olduğumuzda, zamanın bizi getirdiği bu noktada kesinlikle farklılıklar var. Şimdi, benim renklerim çok daha parlak, daha yoğun ve daha etkileyici.
Yeşilliği, denizi, dağları özlediğim için mi acaba? Son zamanlarda doğayı ve farklı yerleri ziyaret etmeye başladım, fakat bu renkleri resimlerimde kullanmıyordum. Ancak, şimdi, bunların yokluğu ve çocukluğumdaki deneyimlerim ile bunları keşfetmeye başladım. Ve renkler tamamen o kadar yoğun ve doğal ki kendini hemen daha iyi hissetmeni sağlıyorlar. Terapi gibi olan bu şeyi bir sanatçı olarak, sanatımda renklerimle açıkladığım kadar sözlerle açıklayamıyorum.
Evin köşeleri yemek yapmak için sana olanak vermekte, yemeğe karşı daha adanmanı sağlamakta, çünkü mutfak ve onun nüansları da bir sanattır ve bu öyle bir şey ki… savaştan önce anılar yazıyordum, o zamanlarda şehire çıktığım bir günü anlatmışım. O dönemi çocukken yazdım, çocukluğun mutluluğunu şiir ve resimlerle anlattım. Şimdi ise en felsefi ve olgun olacak şekilde, o zamandan farklı olarak, bu dünyada ve 78 metrekarede gördüklerimi, bu eve kapanmaktan kazandıklarımı veya kaybettiklerimi yazıyorum.
Kolay olmadığını düşünüyorum, çözülemeyen bir bilmece sanki, bu bilmece ancak normalliğe dönüşe dair umut, insanlarla daha nazik iletişim kuracağımız ve gereksiz yüklerden kurtulacağımız bir durumda çözülecektir. Herşeyi, yazmayı, düşünme şeklimizi baştan başlatmak için bir fırsat sanki, bundan sonra da daha çok sevip saygı göstereceğimizi düşünüyorum. Farklı savaşlar, ekonomik krizler, sağlık krizleri, farklı salgınlar gibi bu tarz durumlardan sonra insanların farklı düşünmeye başladığını düşünüyorum.
Fakat, bu daha önce yaşadığımız cephe savaşı değil psikolojik bir savaş, kim olduğunu ve kim olduğumuza dair gerçekleri bulmak adına, bir şeylere, umarız ki daha iyi şeylere başlamak için verilen bir savaş. Bu 2020’nin karantinası. Onbeş, yirmi yıl sonra bu zamanı düşündüğümüzde, bu eve kapanma, evin içinde yarattığımız dünya ve evimiz bize ilginç gelecek. Bütün dünya sanala evrilmiş ve bizde sanal olarak çalışıyoruz, sanal düşünüyoruz ve bu eve kapanmayla yaşamaya çalışıyoruz.
Çok ilginçtir ki, evimde büyük balkonlu bir oda var ve artık hava da daha iyi olduğu için orayı güneşlendiğim bi çeşit sahile dönüştürdüm. Odanın bakışı Bregu i Diellit’e [Güneş Tepe] karşı, bu zamanda çok yeşil ve güzel bir atmosfere sahip. Mutfağın olduğu salonda ise, öğrencilerle çevrimiçi çalıştığım alan var, burada ders veriyor, Kosova Ulusal Galeri ve AAB Koleji ile toplantılarımı tutuyor ve tabiki başka işler için de orayı kullanıyorum.
Mutfağımda da benim köşem var, mutfağımı çok seviyorum, çok fazla yemek yaparım, yemekle farklı şeyler denerim, aynı resimlerde renklerle yaptığım gibi ve bu da beni mutlu ediyor. Gelip seni değiştiren zaman, hava güzel olduğunda balkondaki bronzlaşma seansından sonra mutfağa geri geliyorsun ve çalışıyorsun. Sonra bir de diğer balkon var, çiçekleri çok seviyorum, iki balkonum da çiçeklerle dolu. Şimdi hiçbirimiz misafir kabul etmediğimiz için, belki de kişisel olarak sahip olmam gereken bir çeşit sakinlik olarak görüyorum. Salon, yatak odası, dinlediğin yer, orada bir televizyonum da var, sonra bir de çok fazla film izlediğimiz Netflix’imiz var.
Bir buçuk saat için dışarıda hareket etmekte özgürüz, bu zamanda Bregu i Diellit’teki [Güneş Tepe] C caddesine gidiyorum, yalnız çıkıyorum ve tabiki çok insan olmuyor, mesafeyi koruyoruz, eldiven ve maske takıyoruz, ben de içerde olduğumuzdan dolayı bir değişim görüyorum. Her attığım adıma dikkat ediyorum, bazı alanlarda çıkmış olan küçük çiçekleri görüyorum, bir yerlerde çimler daha farklı ve bunu analiz ediyorum. Daha önceleri ne çeşit çim olduğunu görmek için yere bakmıyordum. Şimdi ise herşeyi analiz ediyorum. Gözler artık farklı görüyor, bilmek için can atıyor çünkü tabii ki kaleme geri döneceğim.
Sonra çiçekler, ben hep çiçek ekerdim, fakat çiçekler artık… Onlarla her gün veya gün aşırı ilgilenmezdim ve şimdi çiçekleri kokluyorum bile, öncesinde bunu yapmak için zamanım yoktu ve dürüst olayım bence çiçeklerin ruhu var. Onlarla konuştuğum için çiçeklerin açtığını görüyorum, geniş renk paletleri var ve insanları mutlu ediyorlar.
Farklı çiçek çeşitleri sattıkları dükkana o bir buçuk saat içinde gidiyordum, daha fazla yerim olsaydı, bütün evimi çiçeklerle doldururdum çünkü onlar beni mutlu ediyor ve çevrenize doğayı getirme hissiyatını oluşturuyor. Çiçekleri saksıda aslında bir nevi kapatırsınız, ama bir yandan da balkonda çiçeklerin nefes almasına izin verirsiniz. Biz de ona yakın kalıyoruz, ama yine de onun da bir tür özgürlüğü var, suyu ve yiyeceği var, kendi köşesinde kalıyor. Çiçeklerle aramızda yaptığım bu analizin bir tür sonuç noktası var aslında, beni mutlu ediyorlar ve ben de onları mutlu ediyorum.
Dairemin yukarısında bir stüdyom var, çatısı çok yüksek ve çok alan var. Orada resimlerimin sürekliliğini, konseptleri takip edebileceğim bitmiş resimlerim var. Şimdi iki metre on santim ve iki metre yirmi santim boyutlarında bir resim üzerinde çalışıyorum. Şaşırtıcı bir şekilde kullanmış olduğum bu renklerin hepsi parlak, bu renkler tarif edilemez bir şey. Kendi kendime soruyorum, “Kilitlenme dönemlerinde olduğum için mi bu renkleri seviyorum? Yoksa onları seviyor ve bu yüzden de özlüyor muyum?” Bilmiyorum. Ama benim bilgim olmadan da bu süre zarfında iletişim kurduğum fırça ve diğer sanatsal ifadeler ile resim devam ediyor.
Yani stüdyomun bir köşesinde başladığım ama sonradan durduğum bir tablonun olduğu şövale var, durdum fakat başka bir resme döndüm ve bu şekilde karantina sırasında farklı resimler üzerinde gidip geliyor, çalışıyor ve kendimi araştırıp kendime sorular soruyorum. Bu araştırma kendime “Bu neden böyle?” diye sormama neden oluyor. Çalışmalarımın içimdeki görünmezin bir yansıması olduğunu düşünüyorum, ama aynı zamanda bizi kilitleyen de görünmezin de bir yansıması. Ben sessiz bir insanım ve bu, yani karantina yaşamında ve karantina faaliyetlerinde yaşamın formülü, sakin olmayı başarmaktan geçiyor.
Bir profesör olarak çevrimiçi öğretim benim için sorun değildi. Sanatçılar olarak bazen yakınımızdayken öğrencilerimizin resimlerine dokunmayı severiz. Resim bence fiziksel mekanda deneyimlenmeli. Birlikte çalıştığım öğrencilerden çok yok ve bire bir çalışıyoruz. Başlangıçta zor görünüyordu çünkü malzemeleri ve maddi imkanları olmayan öğrenciler için üzülüyordum. Bazıları başka ülkelerde, bazıları Kosova’da, ancak yine de başardık çünkü öğrencilerle aramda iyi bir iletişim vardı. Bazılarının malzemeleri vardı, bazıları küçük formatlarla çalıştı ve en iyisi de müfredatın dışında çıkmamız oldu.
Derslerde her zaman sohbet ettiğimiz on, on beş dakikamız vardı. Bunun üzerine de öğrencilerle birlikte ulusal sanat alanında araştırmalar yaptık. Böylece ihmal edilen sanatımıza bakmış olduk. Bu konuyu öğrencilerimle birlikte açmaya çalıştım, neden iyi olduğunu, o resme ne zaman verildiğini anlatan okumalar temin ettim. Öğrenciler de konu üzerine denemeler yazdılar. Bir öğrencim kendi deneyimlerini çok iyi açıkladı, eve kapanma durumu onun için çok zordu. Öğrencilerim hayatlarının şu an olduğundan farklı olmasını istiyorlar, bir yandan kendi zamanlarını araştırıyorlar. Karantinada olmaları çok zor.
Çevrimiçi öğretime gelince, bundan çok memnunum. Bir öğretmen olarak kendim hakkında çok şey öğrendim aynı zamanda öğrencilerim de onlara verdiğim önerilerim üzerine çok araştırma yaptılar. Sonuçta bu bir öğrenci-profesör işbirliği olarak yaptığımız bir şey, ikinci sınıf, üçüncü sınıf ve dördüncü sınıf öğrencileriyle farklı materyaller, farklı sohbetler derleyip topluyorum. Onlara sanat yapmaları için ders verdim, ve şimdi umarım ki online sanat materyalleri üreteceğiz. Karantina sırasında birlikte çalıştıklarımızı da içine alan, seslendirme içeren kısa bir filmimiz de olacak.
Şu anda yapılan ve pek bir şey söylenmediğini düşündüğümüz bu yazılar bir süre sonra bireysel açıdan bu zamana dair çok şey anlatacaklar, aynı zamanda bu durumu yönetme şeklimiz hakkında da ulusal açıdan da çok anlam çıkacak. Bence şu anda bu konu çok ihmal edilse de bu günlere dair anlatılara karşı çok talepler olacak.
Zake Prelvukaj (1961 d.) ressam ve aynı zamanda görsel sanatlar profesörüdür. Prelvukaj, çalışmalarını aralarında Washington, D.C.’deki Ulusal Kadın Sanat Müzesi, Cambridge’deki NW Galerisi ve Kosova Ulusal Galerisi’nin de bulunduğu çok sayıda ulusal ve uluslararası galeride sergiledi. Yeni Balkan sanat vakfı aracılığıyla duvar resimleri, mozaikler ve halk sanatı ürettiği gibi sergilere ve tartışmalara ev sahipliği de yaptı. Kendisi Diksmuide’deki Barış Müzesi başta olmak üzere farklı ülkelerdeki fakülte ve kültür kurumlarında dersler vermiştir. 2010 yılında ise Priştine Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde resim profesörü ünvanını almıştır. Kendisi şu an Priştine’de yaşıyor ve çalışmaya devam ediyor.