Panik. Panik. Panik

Renea Begolli

Priştine’de ailemle birlikte bir apartmanda yaşıyorum. Benden iki yaş daha küçük bir kız kardeşim ve bir erkek kardeşim var, erkek kardeşim dördüncü sınıfta, yani aramızda en küçüğü. Karantinanın başladığı hafta, bana tam olarak anlaşılır değildi, çünkü ailemizin içinde panik vardı. Özellikle babam, endişelenmeye başladı, “Her yeri kapatırsalar ne olacak, hiç yiyeceğimiz kalmayacak.” Kendisi un konusunda endişeleniyordu. Bu bana garip geliyordu, bu durumu kabul edemiyordum. Karantinanın olacağı karar verildiği dakika, ben dışarı çıkmıştım, dışarı çıktım ve herşey normaldi. Eve geri döndüğümde ailem, “Nerdeydin? Okullar, üniversite yarından itibaren kapanacak, ne olduğunu bilmiyoruz.” dediler.

Bu durum bana çok tuhaf geliyordu. “Tamam, kapanıyorlar, fakat bir hafta sonra açılacaklar.” diye düşünmek zordu. Ebeveynlerimde ise daha fazla sorumluluk vardı, çünkü onlar yiyecek kıtlığı hakkında endişeleniyordu. Bize sık sık, “Siz savaşı görmediniz, hiç bir şeyin olmamasının nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsunuz. Bütün dükkanlar kapandıktan sonra ne yapacağız?” diyorlardı. Bu bir çeşit panikti. Üniversite kapandığında bu durum biraz tuhaftı çünkü her şey çok çabuk gerçekleşti, bir gün oradaydık ve ertesi gün bize, “Gelmeyin!” dediler. Ailem yiyecek için endişelenirken, ben ise çalışma malzemelerim için endişeleniyordum, malzemelerimin hepsini üniversitede brakmıştım.

Üniversiteye malzemelerimi alabilir miyim diye bakmaya gittim. Güvenlik, “Şimdi kapatıyoruz, ne zaman geri açılacağını da bilmiyoruz.” dedi. Sonra ise sınıfta on dakika boyunca paniğe kapıldığımı hatırlıyorum, alabildiğim her şeyi aldım. Sadece çalışabilmek için bazı boş kanvas tuvalleri, biraz boya, birkaç tane fırça ve bir çanta aldım. Dairede pek çok şeyim yoktu, sadece bazı basit şeyler vardı. Son üç senedir sadece üniversitede boyama yapmıştım, onlara sahip olamama düşüncesi, beni panikletiyordu, şimdi ne olacaktı? Bu sadece başlangıçtı, ne olduğuna dair bilgimiz olmadığı için nasıl tepki vereceğimizi de bilmiyorduk, şimdi ne olacaktı? Kısa olacak gibi duruyordu, sadece bir kaç gün sürecek ve sona erecek gibi. Fakat asıl durum bu değildi, karantina koşulları gittikçe genişletilmeye devam ediyordu.

Başlarda bu durum uzun bir hafta sonu gibi geliyordu. Annem çalışmıyor, babam ise çalışıyor. Babama durum tatil gibi geliyordu, zaten başta hepimiz için bu durum bir çeşit tatil gibiydi. Sonra ise bu durum daha ne kadar sürecek diye paniklemeye başladım. Pasiflik yüzünden paniklemeye başladım ve hiç bir şey yapacak gibi hissetmiyordum. Sonrasında ise kendimizi aile içinde aktif tutmaya başladık. Aile ilişkimiz sürekli olarak birlikte bir şeyler yapabilmek için müsait. Özellikle kardeşim, sürekli aile etkinlikleri düzenliyor. Kendine ait fikirleri var, hep “Hadi bir şeyler yapalım” diyor. Bu süreçte kendisi bazı bilgi yarışmaları organize etti. Sırf onun için bir araya geldiğimiz aile konserleri var, fakat bu sayede de birlikte vakit geçirmiş oluyoruz.  

Çevrimiçi aktiviteler başladığı anda, biz stresi hissetmeye başladık. Baskı genelde olduğundan daha yüksekti, dışarda sahip olduğumuz hayat içeriye doğru konsantre olmaya başladı. Aramızdaki dinamikler değişti. Örneğin, alandan kaynaklı bir sorun vardı, çünkü herkesin kişisel alana ihtiyacı vardı. Dairedeki alan da herkese sessiz bir alan sağlayamıyordu, çünkü ev canlı bir yerdi, insanların derslerine ve işlerine katıldığı bir yer değildi. Dolayısıyla eve çok farklı bir dinamik başladı. Çevrimiçi yöntemi sevmeye başladım bu sayede daha fazla derse katılabiliyordum. Hocalarımız derslere daha çok dahil oldular. Sınıf yetersizliği, hocanın katılımı veya yanlış organizasyondan ötürü hiç tutamamış olduğumuz derslerimiz vardı. Bu zamana kadar hiç yapmamış olduğumuz dersleri olması gerektiği gibi yaptık. Bu durum benim daha verimli olmamı sağladı, çünkü eğlence için yaptığım şeyler bir yana artık spesifik olarak bitirmem gereken işlerim vardı. Durumu sevmeye başladım çünkü onlardan çok şey öğreniyordum. Zoom gibi bir platforma katılma şansım vardı, sınıf bunun üzerinden buluşuyordu. İlginç, örneğin birinin doğum günü oradan kutlanılıyor ve çocuklar da şarkı söyleyerek farklı aktiviteler için Zoom’u kullanıyorlardı. Kardeşim için bu iyi bir şeydi, fakat sonrasında ev ödevleri çok problematik duruma geldi, bizi kötü bir şekilde etkiledi.

Basitçe, öğrenmekte oldukları şeye en ufak bir ilgi göstermiyordu, ev ödevini sevmiyordu, hiç ilgisi yoktu. Sonra da ev ödevini bitirmek için son tarihler geldi, bu hepimizi telaşlandırmıştı. Ona, “Ödevini yap!” diyorduk fakat yapmayı reddediyordu. Hatırlıyorum çünkü genel olarak hepimizi etkileyen bir olaydı, hoş olmayan bir durumdu. İstemediği halde onu ödev yapmaya zorluyorduk. Şimdi ise biz kolektif bir şekilde onun ödevleriyle ilgilenmeye başladık, bu da onu tembel yaptı. Sonuç olarak her gün saat 19:00’ye kadar dakikalarca süren, ödevini son teslim saati olan 18:59’dan önce bitirebilme paniği oluştu, aksi halde öğretmen o saatten sonra ödevleri kabul etmiyordu. 

Her zaman dışarıya çıkabileceğimiz bir buçuk saati kullanamıyordum, çünkü yapılacak işlerim, ödevlerim veya derslerim vardı. Bu beni kötü etkiledi, içerideki alandan bağlantımı koparmam gerekiyordu. Dışarıya yürüyüşe çıktığım zamanlarda ise bu yürüyüş bende kötü hisler uyandırıyordu, boşluk hissi. Priştine’yi hep dolu haliyle, sürekli etraftan geçen insanlarla görmeye çok alışkınım. Örneğin, balkonumdan baktığım yer hep arabalarla doludur, şimdi ise boştu, sanki farklı bir yere bakıyormuşum gibi. Yürümeye ihtiyacım vardı fakat diğer taraftan ana cadde gibi yerler kapatılmış, bantlanmış haldeyken farklı bir şehirde insansız yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Yani sadece “Evet, dışarı çıktım!” demek için dışarı çıkıyordum. Hala izolasyonun hissiyatı vardı, çünkü şehrin kendisi karantinadaydı.

Siyasi dramalar gündemde yer almaya başladığında, biz sürekli durumu takip ettik, iyi bir şekilde bilgilendiriliyorduk. Balkonlardaki protestolar o zaman yapıldı. Başlarda, siyaset gündemini çok takip ediyordum, çünkü ne olduğuna dair merak etmekten başka bir şey yapamıyordun. Fakat, çok fazla şey oldu, hükümet düştü, bir çeşit iktidarsizlik. Bu durumun beni yorduğunu fark ettim, sanki pembe dizi izliyormuşum gibiydi. Ne olduğunu anlamıyordum, gereksiz tartışmalara kesin çözümlerden fazla yer veriliyordu. 

Sonrasında daha genel haberleri dinlemeye başladım. Durum nasıl? Kaç kişi enfekte olmuş? Aşıyı buldular mı, bir gelişmeye dair bir bilgi var mı? Bu tarz sorular beni, “O şunu dedi, bu bunu yaptı.” haberlerinden daha çok ilgimi çekiyordu. Çünkü bence bu tarz polemikler zaman kaybıydı, tamamen gereksiz ve kimseye hiçbir şekilde yardımı dokunmuyordu. Salonla arama bir mesafe koymaya başladım, çünkü bazı analiz uzmanlarının konuşmalarına şahit olup, konuşulanlara öfkeleniyordum. Dolayısıyla, aileme “Tamam, siz izleyin, bitince bana haber verin.” diyordum. Yapamıyordum, bana gereksiz stres yapıyordu. Anlamsız tartışmalara giriyorlar, birbirlerini dinlemiyorlar, bir çözüm önerisi sunmuyorlardı, ağızlarından sadece anlamsız sözcüler dökülüyordu.

Odamda, izole ettiğimiz bir balkon kısmı var. Üniversiteye başlamadan önce orası benim çalışma alanımdı, fakat sonra üniversitenin atölyesine taşındım. Depolama yeri gibi bir yerdi artık. Karantinadayken oraya geri döndüm. Kullanabildiğim kadar kullandım çünkü çok küçük bir yer ve şimdi de ıvır zıvırla dolu, çok fazla yer yoktu. Tüm süre boyunca orada boya yaptım. Genellikle Cumartesi günleri boyama yapıyor ve o gün de sadece kendim için çalışıyordum. Diğer günlerde ise daha çok üniversite işleriyle ilgileniyordum. Balkon dışarıyı görebilmemi sağlayan bir yerdi, dışarı çıkmak istediğim zaman, dışarının havasını alabileceğim küçük bir yerdi. İşe de yaradı, dairenin geri kalan kısmından bazen uzaklaşmam gerekiyordu.

Genellikle benim çizimlerim birbirlerine çok benziyorlar. İçgüdüsel olarak boyamalar çizimlerden biraz daha farklı bir türde şekillenmiş. Sürekli olarak çizimler yaptım, fakat genelde boyama için yaptığım çizimler sürecin sonunda tamamen değişmiş oluyorlar. Ben de çizimlerimden bazı objeleri ayıklamaya ve o objeler üzerinde çalışmaya başladım. Daha önceki süreçlerde birkaç farklı çizime aynı anda başlıyordum. Çalıştığım yer benim için önemliydi, çünkü sınıfta çalışmalarımı etrafa saçabiliyordum ve bir tanesine başlayıp, üzerinde çalışıp, kuruyana kadar diğerine gidip bu şekilde ilerleyebiliyor ve bunu yapmayı seviyordum. O şekilleri yapmaya çalıştım, renklerle deneyler yaptım. 

Bunu karantina boyunca özledim, çünkü büyük bir atölyeden resmin tamamını görebilmek için sadece geriye bir adım atabildiğim bir alana gitmiştim. Bu beni çok rahatsız etti. Tamamını göremiyordum çünkü resim tuvali büyüktü ve benim de yeterince alanım yoktu. Bu yüzden daha fazla kağıt üzerinde çalışmaya başladım. Kağıtta çalışmayı seviyordum. Bir döngü üzerinde çalıştım, yaklaşık beş tane üzerinde, rüyalarımın yansımasını çiziyordum. O zamanlarda çok yoğun rüyalar görüyordum, bu rüyaları eskizle açıklamaya çalıştım. Sonra o eskizleri çizimlere dönüştürdüm, çünkü resimlere dönüştürdüğüm eskizler yardımcı olmadı, onların yansımasını beğenmemiştim. 

O zamanlarda, üniversite alanları üzerinden rüyalar görüyordum, fakat biraz daha farklıydılar, bazı uzun koridorlar, uzun zamandır görmediğim insanlar görüyordum. Siyah eli olan bir figürü rüyamda gördüm ve bu benimle kaldı. O zamandan beri, siyah eli olan bir figürü çizmeye devam ettim ve bu figür çizimlerimin de bir parçası oldu. Rüyamda dolapları, koridorları görüyordum. Bu motifler hep tekrarlanıyordu. İç mekanların düşlerimde gelişmeye başladığını fark ediyordum.

Genellikle, rüyalarım bana ilham verir çünkü onlar günlük hayatımın daha derin bir yansımasıdır. Günlük olayları görürüm ve hatırladıklarımı da yorumlamaya çalışırım. Rüyalarım sayesinde nelerle yüzleştiğimi yansıtabileceğimi düşünmüştüm, bu izolasyon, bana bir anlam ifade edecekti. Karantina beni etkiledi, çok hızlı oldu ve durumu sindirmem gerekmemişti çünkü başımıza gelene kadar çok imkansız duruyordu. Sonrasında ise çalışmalarımla duruma anlam getirmeye çalıştım.

Eskizler yeni fikir geliştirme konusunda bana çok yardımcı oldular, aynı zamanda kendime ait balkonumda zaman geçirip, müzik dinleyip şekiller çizmeye çalıştım. Mart ayı sırasında, Nisan’da, fotoğraflar çektim, evin içinde de video çekiyordum, örneğin o sırada kimi ders çalışıyor kimi ise mutfakta oluyordu. Belgeleme olarak düşünmedim, “Evet, bu da böyle birşey olacak”, diye düşündüm, fakat balkonun fotoğraflarından çok etkilendim, özellikle apartmanın karşısından olanlarından. Gözüme takılan bir tanesi oldu, boş ve sanki kimse orada yaşamıyor fakat gün içinde hep değişen bir tuval var. Bir süreliğine bu balkonu seyrettim, hayalet ev gibi duruyordu. 

Bazı fikirlerim vardı, fakat yine o zamanlarda başından neler geçtiğine dair bilincim çok açıktı. Belki de çok çabuk geçecek olan o anı yaşadığımın farkındaydım. Bilinebilecek bir şey değildi, bugün sadece bugün içindi, fakat bu durum hep tekrarlanmaya devam etti. Bu zamanın tekrarlanmasıydı, fakat aynı zamanda tüm anlamını yitirmekteydi. Haftanın hangi gününde olduğunu, hangi ayda olduğunu unutuyorsun, içerde olduğun bu zamanın boşa harcandığını fark ediyorsun. Bu şekilde videolar çekmeye çalıştık, evin içinde fotoğraflar çektik. Başlarda çok fazla çektik fakat sonrasında bu aktivite de yavaşça kayboldu çünkü bu durum çok uzun süre devam etti.

Bu süreç içinde kendimi aktif tutmak adına çevrimiçi projeler yapmaya başladım. Bir profesörle bir projemiz vardı, hocayla ve birkaç öğrenciyle birlikte bir kitap yazmaya başladık. Nisan’da başlayıp Temmuz’a kadar devam eden oldukça ilginç bir projeydi. Böylece her akşam bir grup öğrenci proje için bir, bir buçuk saat toplanıyorduk, bu üniversitenin bir etkinliği değildi. Bizim konular önererek eğlence niyetiyle başlattığımız bir şeydi. Biri bir düşünce ortaya atıp diğer kişi bunu devam ettiriyordu.

İlgi çekici bir süreçti çünkü hiçbirimiz yazmıyor ve birbirimizi iyi tanımıyorduk. Zamanla geliştik ve birbirimizin düşünceleri hakkında öğrenmeye başladık, çünkü düşüncelerin şekillendiği süreci takip etmemiz gerekiyordu. Üniversitenin dışında, başta anlamsız olarak gelen ev ödevleri sonralarda daha anlamlı hale gelmeye başladı, bu durum bize tamamen yeni bir deneyimdi. Özellikle de yönetim problemlerinden dolayı hiçbir öğrencinin tanışmadığı profesörle birbirimizi tanımadan bu projeye başlamış olduk, fakat tüm bunları çevrimiçi iletişim ile geliştirebildik. 

Kuşkusuz ortaya çıkan şey sadece özden ibaretti. Bazen yazılanlar bir anlam ifade etmiyordu çünkü yazı yazanlardan biri önceki yazanın düşüncelerinden tamamen farklı bir şekilde yazmaya devam etmiş oluyordu. Fakat konuştuğumuz konular üzerinde öğrenciler arasında bir bağ yine de vardı, çünkü görsel sanattan farklı bir şekilde yansıtılmıştı. Şimdi ise deneyimlemekte olduğumuz süreç hakkında yazmaya başladık. Biri beş dakikaya kadar iki veya üç cümle, bir paragraf yazıp başka biri, “Ben devam ederim.” diyordu. Bu şekilde, birbirimizin cümlelerini devam ettirerek bir metin ortaya çıkarıyorduk. Bu süreç neredeyse iki ay boyunca her gün sürdü.

Şimdi karantinada olmadığımız zamanlarda daha büyük sorumluluğa sahibiz, hepimizin dışarı çıkması gerekiyor, dikkatli olmaya çalışıyoruz. Durumun karantinada olduğumuz süredeki gibi aynı olmadığının farkındayız. Kendimden çok ailem için daha sorumlu hissediyorum. Çok insanın yaşı geçmiş, benim bunu kavramam çok zor. Babamın birçok arkadaşının hastanede kötü durumda olduklarını duydum. Belki sadece korona virüsünden değil başka hastalıklarla da ilişkili bir durum. Ailemin korkusunu fark ediyorum. Belki bu benim daha fazla dikkatli olmam için bir çeşit sorumluluk. Misal, ben bunu yenebilirim yada yenmem, fakat yine de benim sağlığımın virüsle başa çıkmada daha güçlü olduğunu biliyorum. 

İyi ki ailemizde enfekte olmuş kişilerle temasımız yoktu. Enfekte olmuş aile bireylerimiz için endişeliydik, aralarında hayatını kaybeden yaşlı biri de vardı. Maalesef ki efekte olduğu anda hayatta kalmasının oldukça düşük olduğunu anlamıştık. Fakat virüsün gelip güçsüz olanı yenmesinin canlı deneyimini yaşamak oldukça zor.  Bu bizim sorumluluk duygumuzu daha da yükseltti. Ancak dışarıya çıkabiliyor olmak benim bu durumu daha kolay karşılamamı sağladı çünkü artık içerde olmayı kaldıramıyorum. 

Kuşkusuz ki kolay bir dönem değildi. Fakat genel olarak verimli geçti. Daha fazla şey öğrenip görme fırsatım oldu, fakat aynı zamanda karantinada olma durumumuz daha baskın bir olguydu. Kendimi hiç bu dönemdeki kadar izole ve aynı zamanda Kosova ile bağlı hissetmemiştim. Aslında bu süreç içinde Amerika’ya gidecektim, uzun zaman boyunca, bir değişiklik olmasını ve yeni bir şeyi deneyimlemeyi, müze ve galerileri gezmeyi istemiştim. Şimdi bu tıkanıklık ile herşey çevrimiçi gerçekleşiyor. Bu durum da beni etkiledi çünkü bir süre daha burada olacağımın farkındaydım. Gerçekten yeni bir şey görmeye, bir sanatçı olarak bana yardımcı olacak bir şeyi deneyimlemeye, kişisel gelişimim olmasına, bir insan olarak gelişmeye ihtiyaç duyuyorum.


Renea Begolli (1998 d.) Priştine’li bir görsel sanatçı. Onun resimlerinde, çizimlerinde ve videolarındaki sanat gündelik hayattan, nesnelerden ve düşlerden esinlenilmiş. Begolli karantina hakkındaki soruları özgürlük hareketinin hem mental hem de fiziksel alanda kısıtlanması ile keşfetmekte. Kendisi kısa bir süre önce, Şubat 2020’de Priştine ve Mitroviça’da 17 Vakfı tarafından düzenlenen Eklemeler ve Kızılötesi sergisinin küratörlüğünü yaptığı Blerta Hoçia için “Bekleyen Oyun” başlıklı video sanatının yapımcılığını üstlendi. Son iki yılda Begolli’nin çalışmaları farklı bölgelerde gösterime girmiştir. Şimdilik Priştine Üniversitesi Sanat Fakültesinde resim bölümünde okumakta ve kameraman ve video editörü olarak çalışmakta.