Stüdyo sanatçısı olmak

Meriton Maloku

Salgının başlangıcında, Antwerp’te herhangi bir karantina olmadı. Sadece sınırı geçmenin engeli vardı, yol kontrolleri yapılıyordu, iletişimin engellenmesi için de hizmet kurumları kapatıldı. Bu son birkaç gün, Antwerp salgının merkezi olmaya başladı. Bir anda sokağa çıkma yasağı başladı ve bölgesel şekilde oldu, bu yasak sadece Antwerp’te uygulandı. Misal Hollanda sınırı çok yakın, burada Hollanda’dan birçok insan var ve eğer seyahat etmek istiyorlarsa buradan ayrılmak imkansız.

Sokağa çıkma yasağı en son 1944’te II.Dünya Savaşı sırasında uygulandı. İnsanlar bu durumdan ötürü biraz hüsrana uğruyor, ancak burası aynı zamanda çok uzun zamandır sosyalist demokrasinin temelleri üzerine kurulmuş bir yer, bürokrasi ve kurallar söz konusu olduğunda her şey büyük bir karmaşa haline geliyor. Yönetmelikte farklı maddeler var, sokakta polisle karşılaştığınızda size sorular soruyorlar ve yönetmelikteki uygulamadan farklı bir yaklaşıma sahipler. Sonra bir de üç hükümet var, üç eyalet. Hollandalılar, Fransızlar ve Almanlar var. Aslında Brüksel tamamen kendi kendini yönetiyor ve kendi yasalarını uyguluyor.

Kafa karışıklığı benim için en sinir bozucu yanı çünkü ben de hayatta kalmak için bir barda çalışıyorum ve bu yüzden de çok dikkatli olmalıyım çünkü bar da benim yüzümden para cezasına çarptırılabilir, ben mesai saatleri içinde ceza almıyorum. İnsanların birbirinden korktuğunu görmeyeli uzun zaman oldu, ancak bu durum daha çok karantina sırasında oluyor. Benim için çok yegane bir deneyimdi çünkü ben içeride pek kalabilecek bir insan değilim. Her zaman hareket etmem ve bir şeyler yapmam gerekiyor.

Neyse ki bahçeli bir stüdyom var. Stüdyo, Sanatçılar Derneği’ne ait ve insanların yüzde doksanı Belçikalı. Altmış yıldır orada çalışan ve bir şeyler yaratan büyük bir grup insan var, bu topluluğun bir kısmı daha yaşlı ve bir kısmı da daha genç. O sıralarda atölyede bütün gün çalışıyordum, akşamları ise iki metre mesafeden masa tenisi oynuyorduk. Sonrasında da bira içtik ve hepimiz evlere gittik.

Bu süreç içerisinde, gece ve gündüz takıldığım üç, dört arkadaşım vardı. Onlar hem buralı hem başka ülkeden. Dernek eski bir liberal gelenekle kendini devam ettirdiği için millet kavramına pek ilgili değiller. Hem benim hem de onların milletleri ile alakalı şakalarımız var. Bunlar benim de içine girmiş olduğum gruba özel şakalar. Misal, masa tenisi topuna yanlış vurduğum zaman, biri gelip “Sorun değil sen savaş yüzünden traumatize olmuşsun.” diyor.

Kabul edildiğimi var sayıyorum, çünkü o şakayı kendim yapmıştım, onların kara mizahını onlarla dalga geçmek için kullanıyorum. Bu ilişki benim için hem çok güzel hem de önemli. Gerçekten de bu şakalar nereden olduğumun derdinden beni kurtardılar. Hepimiz bunu anlıyoruz. Mizah üzerinden, insanların zihinlerinde bir serbestlik seziyorum, bir çeşit kabul ediş.

Ben bir göçmenim, şimdilik de burası benim evim. On yıldır burada yaşıyorum. Kosova’yı ziyarete gittiğimde zorlanıyorum, bir haftadan fazla kalmak iyi bir fikir değil. Bir şekilde oraya gittiğimde turist olduğumu söyleyebiliriz, çünkü bu benim boş zamanımda yaptığım bir şey. Sanırım Antwerp ile bütünleşmişim ve burası çok kültürlü bir şehir de değil. Antwerp bir bakıma Babilon gibi, bütünleşmenin hiç gerçekleşmediği bir yer gibi, her zaman yabancıların Flemenkçe konuşamadıkları konusunda şikayet edip aynı zamanda bu insanları aralarına koymak için hiçbir şey yapmadıkları bir yer.

Tırnak içinde oldukça egzotik olan başka kültürlerden farklı küçük gettolar var. Bu insanlar, kendi bağlantıları, kendi küçük kafeleri, kendi dükkanları, bu semtlerde her zaman kendi dillerini konuştukları insanlar tanıdıkları için göçmen olarak kalan göçmenlerdir. Özellikle kültürün bu kısmı oldukça çok ırklı bir yapıya sahip, çünkü Antwerp Avrupa’nın en büyük limanlarından biridir. Burayı ziyaret eden birçok insan var. Ardından, her yıl dünyanın her yerinden beş yüze yakın öğrenciyi çeken bir moda bölümü olan Sanat Akademisi de var. Ben de kendimi evimde hissediyorum ve sanki buralıymışım gibi muamele görüyorum.

Şimdiye kadar kişisel olarak tanıdığım hiç kimse enfekte olmadı. Barda müşteri olan birkaç kişi hakkında haberler duydum fakat onlarla bir iletişimim olmadı. Şimdiki korkunun birdenbire artmasının aksine başlarda korku o kadar büyük değildi. Öncesinde insanlar maskesiz dışarı çıkıp birbirleriyle konuşurken birbirlerine sarılırlardı. Şimdi birdenbire herkesin maske takması gerekiyor ve insanların yakın yakına olması çok garip karşılanıyor. Şu anda o korku hissediliyor ve buna karşı dikkat arttı, ki bu daha iyi bir şey.

Başlangıçta tüm işletmeler kapatıldı, her şey kapatıldı. Sonra sıkı bir denetimle bakkalların, fırınların açılmasına izin verdiler, bunlar ihtiyacımız olan temel şeylerdi. Yaklaşık üç hafta sonra inşaat malzemeleri satan işletmeler çalışmaya başladı çünkü herkes bir şekilde evlerini yenilemeye başladı, yaşam ortamıyla bir şekilde ilgilenmeye başladılar, çünkü hepsinin zamanı vardı ve dükkânların açılması gerekiyordu.

İşim hemen kapatıldı ve bazı finansal belirsizlikler hissetmeye başladım. Devlet işini kaybeden herkese sigorta sağlıyordu. “Teknik olarak işsiz” diye bir sistem kurmuşlar ve işsiz kaldığınız süre boyunca maaşın yüzde altmış, yetmişini alıyorsunuz. Ama reelde, haftada iki gün çalışıyorum. Diğer zamanlarda işim stüdyoda, resim yapıyorum ya da çiziyorum ya da bir sergi alanındayım. Sistem gereği fazladan bir gün çalışsanız bile masanın altında ödeme yapılmakta.

Bu arada bu şantiyeler açılmaya başlayınca bana adeta bir sanat enstalasyonu gibi bir oda ve banyo düzenleme fırsatı verildi. Yapabileceğimi söyledim ve maddi sebeplerden dolayı şimdiden çalışmaya başladım. Bu konuda çok tecrübem yok ama iyi bilmediğim malzemelerle çalışmak benim için bir tutku ve “Bilmiyorum!” diyerek hiçbir işi reddetmedim. Her zaman nasıl yaptığımı görmek için bir fırsat istedim. Sonra internette biraz araştırma yaptım, bir şeyler okudum ve malzemeleri buldum ve iş de oldukça iyi çıktı.

Etrafında büyük bir yalan var ama diğer kişiye bu işi yapabileceğini kanıtlamak için bir tür özgüven inşa ediyorsun. Bilmiyorum ben öyle görüyorum. Biraz ilgi çekici ve bana eğlenceli geliyor. Birkaç hafta bir tür inşaatta çalıştım, pencereleri kazıdım, boyadım, sonra bir yatak odasını yalıttım. Yalnız çalıştım ya da işverenim bana yardım etti. Bitirdiğimde masa tenisi oynamaya gittim, iki-üç bira içtim ve eve gittim.

Bu süre zarfında annem ve erkek kardeşimle iletişim kurdum. Her zaman birbirimize “Lütfen, dikkatli ol” diyoruz. Her iki tarafta da korku var. Bir keresinde konuşma oldukça uzun sürdükten sonra, “Ya orada biri hastalanırsa ya da ben burada hastalanırsam ve durum daha da kötüleşirse?” dediler. Seyahat etme imkanı yok ama buluşma imkanı olsa bile yine de yok. Bu çevrimiçi iletişim yoluyla bir şekilde sağlayabileceğiniz bir bakım türü hala var. Ve ben korkunun var olduğunu biliyorum, kendime bakmamı ve daha dikkatli olmamı sağlayan sebeplerden biri de bu.

Her zaman Gilan’da enfekte olanların vaka sayısı ve oradaki durumun nasıl olduğu hakkında konuşuyoruz. Ağabeyim futbol oynadığı için başkalarıyla çok fazla teması var, bu yüzden daha fazla tehlikeye maruz kalıyor. Annemin işi de öyle, o da sürekli müşterilerle uğraşmak zorunda. Onlara her şeyin yolunda olduğuna dair güvence vermeye çalışıyorum ve onlar da beni her şeyin yolunda olduğuna dair ikna etmeye çalışıyorlar. İyimserlik adına ifade etmediğimiz bir duygu var. İyimserliği korumak için her şeyi söylemiyoruz, bu duyguyu sadece bir kez konuştuk.

Mali durumum nedeniyle korktum ve internette satmak için bir şeyler yayınladım. Burada sahip olduğum arkadaşlarım, sevdiğim ve beni seven insanlar beni destek için aramaya başladılar. Ben de “Hayır, hayır, maddi durumum iyi ama daha zor bir gelecekten korkuyorum” derdim. İşlerin dijitalleşmesine veya dijital iletişime doğru bir tür değişim başladı. Sergiler durdu, her şey durdu ve bir anda koleksiyonerler sanatçılarla sosyal ağlar üzerinden iletişim kurmaya başladı. Arabulucu veya galeriler oyundan atıldı, çünkü bu iş fiyatları sürekli değişen bir dinamikte.

Görsel kısmına gelince çok sabırlı değilim, sürekli hareket etmem gerekiyor, bir şeyler yapsam bile günde dört resim yapıyor olabilirim, bir resim yaptığım da oluyor tabi. Benim için çok hızlı bir süreç, ben böyleyim, mesele kalite ya da hız değil. Genellikle resimde hız kalite anlamına gelmez ama iş sayısı bir şekilde arttı. Ben bir stüdyo sanatçısı değilim, stüdyoda düzenli olarak günde sekiz saatlik bir çalışma programında resim yapan sanatçılar var. Daha dinamiğim ve her şeyi bir eserin sergilendiği mekanla orantılı olarak ele alıyorum.

Ancak karantina sırasında stüdyo sanatçısı olmaya başladım. Her zaman izole haldeydim bu yüzden de etrafımda olan malzemelerle karşı karşıya kaldım. Daha önce hiç çalışmadığım şeylerle çalışmaya çalışıyordum. Betonla çalışmaya başladım, bu kilitlenmeden hemen önce, metalle, kaynakla çalıştım. Hiç kaynak yapmadım, makinem bile orada. Denemeye yeni başlamıştım, gerçekten birinin hayatında göreceği en kötü kaynak. Bu arada kalan zamanlarda yeni bir şeyler yapmaktan sıkılınca resim ve çizime geri döndüm.

Çizimlerimde farklı unsurları görsel olarak bir oda haline gelen mekana yansıtmaya çalışıyorum, şimdi bile karantina sırasında söz konusu konuyu başka bir seviyeye götürdüm, çok meta, meta… Karantinaya girdim, herkes karantinaya girdi ve bu halde yaptığım her iş, mevcut duruma duygusal olarak çok bağlıymışım gibi görünüyordu ve ben de hala iç mekanlarla işler üretiyordum. Bu odalara eklenen yeni unsurlar oldu fakat ben bu yöndeki düşüncemi aynen devam ettirdim.

Resim yapmaya başladığımda, eğilimim bir karmaşıklık yaratmak oluyor. Tuval beyaz ya da rengi ne olursa olsun. Eğilim, her zaman bir muamma yaratmak ve sonra onu bu esrardan arındırmaktır. Şu anda çizdiğim şeyler masalar, sandalyeler, arabalar, sigara paketleri veya sadece çizim bloklarından topladığım küçük öğeler. Ancak, içlerinde çok fazla dağınıklık var. Durum her zaman onlarla oldukça sorunlu hale gelir. Daha yakından baktığımda, odada bir bomba patlamış gibi görünüyor. Daha sonra evlerin boyandığı rulolarla çalışmaya başlıyorum, tüm elemanları onunla boyuyorum, son rengi kazıyarak nesneleri hayata döndürmeye başlıyorum.

Resimlerde dikkatimi çeken şey, düz, monokrom yüzeylerde şarlatan bir şekilde bir mekan içinde biraz boşluk yaratmaya çalıştığım. Bunu her zaman yaparım. Ardından, resimde başka bir mobilya belirir. Şimdi son zamanlarda buzdolabı ve ekmek bıçağı ortaya çıkmaya başladı, sanırım artık daha çok pişirdiğim için, zamanım olduğu için belki bilmiyorum, belki de tüm bunlarda bir anne figürü vardır. Buzdolabı, kesme tahtası ve ekmek bıçağı.

Bu dönemde psikolojik olarak daha stabilim, muhtemelen izolasyon ve dışarı çıkmama ile ilgili. Ben ve diğeri dans etmeye gitmedik, ki bu benim için bastırılmış bir enerji. Bütün bunların psikolojik olarak biraz zorlayıcı olması muhtemeldir. Tabii artık sokağa çıkma yasağıyla birlikte günler kısaldı. Yakında işe gideceğim ve saat 11:30’da şehirde kimse olamaz, yasak var. Bar 11:00’de kapanıyor ve ben bugün ne yaptığımı düşünerek evde oturuyorum.

Yakın gelecekte bu dönemi kısa bir dönem olarak düşüneceğiz. Şu anda uğraştığımız şeyi, hayatımızı değiştiren karmaşık bir konu olarak ele alıyoruz. Tabii ki öyle de oldu, ama yine de normale dönmeyi umuyorum. Aynı zamanda hareket özgürlüğünün ve konuşma özgürlüğünün ihlal edildiği, nasıl davranmanız gerektiği, ne kadar mesafe bırakmanız, ne giymemiz, nasıl hapşırmanız, nerelerde hapşırmanız gerektiğine dair kısıtlamaların olduğu yerlerde değişen yasalar var. Bunlar bir bakıma sistemin tüm siyasi kısmını etkiliyor ve herkesin bu kadar çok değişikliğe katıldığını düşünmüyorum.

Sanat camiasının büyük bir kısmı, kendi aramızda bir konuda ne kadar hemfikir olduğumuz önemli olmaksızın siyasi haklar söz konusu olduğunda herkes bir birey olarak hareket eder. Mesela ben artık sokağa çıkma yasağına tamamen karşıyım. Bana tehlikeli geliyor çünkü yarın veya bir süre sonra bir terör saldırısı olabilir veya başka bir şey olabilir ve bu durumlarda da aynı yöntem kullanılacaktır. Bu çeşit anında bastırma, bir topluluğu kontrol etmenin çok kolay bir yolu.

Pandemi nedeniyle bazı projeler ne zaman biteceğini bilmediğimiz için iptal edildi. Son zamanlarda bazı yeni şeyler başladı. Önümüzdeki hafta bir sergim var. Artık resmi bir açılış yok, her şey düzenleniyor, sergi açılıyor ama insanlar farklı zaman dilimlerinde davet ediliyor. Sanatçılar arasında daha az iletişim var. Sanatçı arkadaşlarım kendilerine çok yakınlar. Herkesin başına gelen bu kapanış problemi. Bunu çevremdeki yaratıcı insanlarda fark ettim.

Bu arada Sanat Akademisi’ne asistan olarak Hesselt’e başvuruyorum. Kendimi buna ikna ettim ve deniyorum. Bu, hissettiğim huzurun sonucu, fazla bir şey yapmıyorum, bu yüzden profesyonel biyografimi güncelliyorum ve anladım ki, “Tamam, bir şeyler yapabilirim.”


Meriton Maloku (1989 d.) Anvers’te yaşayan bir multimedya görsel sanatçısıdır. Maloku, lisans ve yüksek lisans derecesini Royal Academy of Fine Arts Antwerp’te (Belçika) Güzel Sanatlar alanında aldı. Baskılarında, çizimlerinde, resimlerinde ve yerleştirmelerinde siyaseti, felsefeyi ve sanat tarihini tekrar, oyunbazlık ve mizahla işliyor. Kosova dışında, Maloku’nun çalışmaları Brüksel, Londra ve Xi’an gibi uzak ve geniş yerlerde de sergilendi. Kosova ve Belçika’da sayısız prestijli ödülün sahibi olan Maloku, zamanını Anvers ve Priştine arasında geçiriyor.