Görünmez Bir Düşman

Artan Hajrullahu

Eşim ve iki çocuğumla birlikte yaşıyorum. Annem ve babam da var aile olarak birlikte bir evde yaşıyoruz. Ben bir öğretmenim ve okulu kapatma, bütün aktiviteleri durdurma kararı aldıklarında, ailem ve meslektaşlarımla bu durumu tartışıp bunun uzun sürmeyeceğini anlamıştık. Başta da düşündüğümüz gibi 27 Mart’a kadar sadece iki hafta sürecekti. Fakat evde kaldıkça, virüsün yayılmasından karantinanın süreceğini anladık. 

Karantina ve markete gidip evdekilere bir şeyler alma durumu bana başka bir yaşamın hissiyatını veriyordu. Yirmi yıl önce savaşı deneyimlemiş biri olarak, karantina bana durumlardan ötürü ailemizle ne kadar yakın olduğumuzu hatırlatıyordu. O zamanlarda toplanıp, kararlar verip, tartışıp, beraber takılıp, zorlukların üstesinden gelmek için şakalar yapıyorduk. Fakat pandemi başka bir şey, geniş ailenle buluşamama gerçeği, fiziksel mesafenin gerekliliğine işaret ediyor.

Bu süre içerisinde yetiştirmem gereken üç projem vardı, hem ortak hem de bireysel sergi. Pandemiden dolayı bu aktiviteler iptal edildi. İnsan olarak, sanatçı olarak, insanlarla iletişim kurmalı, galerileri, başka sanatçıların sergilerini gezmeliyim. Bunu yapmanın imkansız oluşu beni negatif etkiledi. Fakat, karantinada yaratıcı olup kendini bulmalısın, izolasyon da insanın kendini bastırmasıydı ve bu da beni rahatsız ediyordu. 

Her sanatçı dışarı çıkıp, insanlarla tanışıp ilham almalı. Basitçe, benim ihtiyacım olan buydu. Evde kalıyorsun, düşünüyorsun sonra ne oluyor? İlham etrafta dolaşıp, görüp, tanışıp ve insanlardan farklı hikayeler dinleyerek gelir. Bütün bunları bir kompozisyon olarak bir araya getirdiğinde işte o zaman süreç benim için yaratıcı bir süreç haline gelir.

Karantina süresince, işimin sanatsal ve yaratıcı yönünü yüzde yüz düşündüm. Buna karşın, kişisel olarak, her zaman yaptıklarım dışına çıkmadım, yani çalışma döngüm dışında sanat eseri yaratmadım. Ancak eserlerim üzerinde çalışmaya daha çok vaktim oldu. Yine de bu süreç birlikte çalışan sanatçılar için zedeleyici oldu, çünkü eserlerini işbirliği ile geliştiremediler.

Bir yandan da karantinada en fazla ailem ile ilgilendim. Yani, çocuklarım, onların ev ödevleri, onlara yol göstermem gerekiyordu. Bazen televizyon izliyordum, farklı haberleri, akşamları gece geç saate kadar da kendimi yeni bir şey yaratmak amacıyla mesleğime adıyordum.

Oğlum birinci sınıfta, bu süreç onun için de zaman kaybıydı. Birinci sınıfta çocuklar sosyalleşmeli, deneyim sadece öğrenmekle olmuyor. Sadece öğrenmek te değil, zamanın büyük bir yüzdesinde çocuklar birbirleri ile öğreniyor. Birbirlerini eleştirerek, sorular sorarak öğreniyorlar. Benim çocuğum için pandemi büyük bir dezavantaj oldu, çünkü arkadaşlarıyla yeni yeni sosyalleşmeye, yeni arkadaş edinmeye başlamıştı ve bunun üzerine birden bire eve kapanmış olduk.

Bu aynı zamanda evebeyinler içinde büyük bir problemdi. Çevrimiçi öğrenme sürecinde, çocukla çalışmak için öğretmen rolünü üstlenmeleri gerekti. Çevrimiçi öğrenmenin faydalı yönleri vardı fakat diğer taraftan toplum olarak böyle bir öğrenme sürecine hazırlıklı değildik. Okul müfredatı bu çeşit çevrimiçi öğrenmeyi destekler fakat bunun zorunluklu hale gelmesi, özellikle de hazırlıksız olan eğitim sistemine büyük bir darbe vurdu. Farklı platformlarda ders yapabiliyorduk fakat çocuklar sosyalleşmeden yoksun kaldılar, benim çocuklarım ve başkalarının çocukları sosyalleşmeyi özlediler.

Öncesinde, öğretmenler hep eleştirilirdi, şimdi ise önemlerini anlamış durumdayız. Bir öğretmen olarak benim bakış açımdan, mesleğe dair hep zor olan şey “Oraya iki-üç saatliğine gidip geri dönüyorsun” denmesiydi. Bu süreçte her aile ve ebeveyn öğrenciyi eğitmek ve öğretmenin ne kadar zor olduğunu anladı. Öğretmenler olarak biz yirmi, otuz tane öğrenciyle çalışıyoruz, ebeveynler ise bir, iki veya üç çocukla sinirlenmeden başa çıkamıyor. Şimdi ise herkes öğretmenliğin kadar zor olduğunu anlamış durumda.

Kızımız iki yaşında ve oğlumuzun çevrimiçi eğitim gördüğü zamanda, sıkça onu rahat bırakmadı, hep defterini veya bir şeyleri alıp durdu. Aralarında hep mesafe yaratmamız gerekti, birimiz oğlanla diğerimiz de kızımızla ilgileniyordu. Aralarındaki yaş farkı aynı odada olmalarını imkansız kıldı.

Babam eğitim alanında çalıştı, uzun süre boyunca öğretmendi ve iki veya üç yıl önce emekli oldu. Annem de aynı şekilde emekli ev hanımı, kendisinin belirli bir mesleği olmadı. Babam, dışarda yürüyüşe çıkmaya çok alışkın. Yaşlıların, “Sadece sıradan bir nezle.” gibi farklı bir düşünme şekilleri var. Bu sıradan bir nezle değil, tam da bu nezle seni en çok etkilemekte. Her zaman tansiyon, kalp o, bu, şu gibi buna eşlik eden hastalıkların olduğunu bilmen gerekiyor.

Onlara yarın birşey olursa, aile kötü bir durumda kalmış olacak, çünkü herkes enfekte olduğu için kendini suçlu hissedecek. Biz bir kabule vardık, mesafemizi, maskemizi hatta başta eldivenlerinizi bile taktık. Babam markete bir şey almaya gittiğinde, “Bak, savaşa gidiyorsun, görünmez bir düşmanın var.” diye şaka yapıyorduk. 

Bu süreç içerisinde, kuzenler, teyzeler gibi aile fertleriyle iletişimimiz daha zordu. Arnavutlar olarak bir geleneğimiz var, ne olursa olsun hep birbirimizi ziyaret ederiz. Bu ziyaretler hep sık sık gerçekleşirdi. Ailemde bu zamanın yüzde doksan-dokuzunda biz izole haldeydik. “Orada ne oldu? Yeni ne var?” diye çevrimiçi platformlar üzerinden tartışmalarımızı, iletişimimizi sürdürdük. Şanslıyız ki yakın ailede kimse enfekte olmadı.

Ben ve diğerleri sadece gerektiğinde evden ayrılıyoruz. İhtiyacımız olmadığı sürece dışarı çıkmıyoruz, sadece ailemiz ve kişisel ihtiyaçlarımız için dışarı çıkıyoruz. Özellikle çocukların olduğu zaman hep bir şeye ihtiyacın oluyor. Evden ayrıldığımda, 50/50 ayrılıyorum, maske taksan bile nasıl, ne zaman, ne olacağını bilemezsin. Misal dün, maske taktığım halde, ödeme yaptığımda, her ne kadar tablolarda verilen bilgilendirme çok açık olduğu ve marketlerin sosyal mesafeyi teşvik ettiği halde iki üç kişi yanıma gelip daha hızlı ödemeye çalıştılar çünkü aceleleri vardı. Satıcı kadın “Beyefendi, dikkat edin mesafenizi koruyun” dedi, fakat bu tarz şeyler beklenmeyen olaylar ve kimin yakınına geleceğini bilemezsin, kim… bu herkesin problemi, güvende değiliz. 

Martın sonunda başıma geldi, benimle konuşmaya çalışan bana sarılmaya çalışan bir kişiyle birkaç kez görüştüm. İlginçtir ki bana “Hiçbirşey yok, virüs diye birşey yok! Artan, bu sadece insanların konuştuğu birşey, politika” dedi. İki hafta falan önce o kişi COVİD-19’dan dolayı enfekte olup iki hafta boyunca karantinada kaldı. Şimdi ise başka insanlara “Hayır, dikkatli ol.” diye nasihat verdiğini duyuyorum. Hatalarını kabul ediyorlar, Korona virüsünün var olduğunu kabul ediyorlar, bir virüs var. Bu olmadan önce kendisi insanlara sarılıp, elini uzatıyor ve Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen ölçütlere saygı göstermiyordu.

Bizim çevremize bazı vakalar oldu ama onlar kendi evlerinde izole oldular, büyük bir problem olmadı. Birgün bir arkadaşımla konuşuyordum, kendisi Priştine’de yaşıyor, “Ben izoleyim.” dedi. “Pozitif misin?” diye sordum. Açıkçası bu negatif, pozitif şeyi kafamızı biraz karıştırmıştı. “Pozitifim ancak dışarı çıkmadım.” dedi. Onun da gayet kurallara uyan sakin biri olduğunu biliyorum. Enfekte olması oldukça şaşırtıcı. 

İyi ki eve kapanmayı çok umursamıyorum, dışarı çok sık çıkmayı da öyle. Belki şakalar yüzünden fakat bu zaman içerisinde aile fertleri aralarında daha çok ilişki kurmuş oldu. Eşimle sık sık “Wow, çocuklarımızın gözleri böyleymiş, önceden onlara hiç bu kadar dikkatli bakmıyormuşuz.” demeye başladık. Normal koşullarda ailenizi desteklemediğiniz ve onlara bakmadığınızdan değil, fakat o zamanlarda yükümlülükler sizi alıp götürüyor. Yükümlülükler size başka bir yön veriyor, bu nedenle evden çıktığınızda istediğiniz kadar eve bağlı olamazsınız.

On yıldan fazla bir süredir çizim yaptım ve işime karşı yaklaşımım oldukça hassas, çünkü eserlerimde geri dönüştürülmüş malzemeler, karton veya kağıt poşetler kullanıyorum. Sanat yapıtının konseptini geliştireceğim format üzerinde çalışmak için her zaman onları kullanıyorum ve onlarla denemeler, kolajlar yapıyorum. Bu şekilde çalışırken kendimi çok daha iyi hissediyorum, hatta öncesinde çok daha kolay olan videolarla ve enstalasyonlarla da çalıştım.

Çevrimiçi platformlar ve sosyal medya, daha önce bir dereceye kadar görünürlük sundu, ancak bu özellikle salgın sırasında yaygınlaştı. Facebook, Instagram, buralarda her zaman çalışmalarımı paylaşıyor ve gönderiyorum, yani bu platformlar başkalarıyla bir şekilde iletişim kurmanı sağlıyor. Sonbahar döneminde Priştine’nin galerilerinden birinde, ölçülerden dolayı o 360 derece fotoğraf formatlarında bir sergim var. Yeni önlemler insanların fiziksel alanlarda bulunmasına izin vermiyor, bu yüzden tek yol onları 360 derece sunmak.

Bu günlerde, Priştine’deki Avrupa Birliği ofislerinde, Kosova Galerisi’nin eve kapanma sırasında halkla paylaştığı çalışmaların sunulduğu “Karantinadaki Sanatçılar” adlı bir sergi var. Ben de o sanatçılardan biriydim ve bu sayede toplanan tüm işler bir sergiye dönüştürülecek. Yeni alınan tedbirler sayesinde 360 ​​derece formattaki gösterimin daha basit olacağını, daha sonra herkesin görebilmesi ve ziyaret edebilmesi için online olarak tanıtılacağını fark ettiler.

Bununla birlikte, sanatçılar çalışmalarını çevrimiçi ortamda ve sosyal medyada tanıtsalar da, bu durum eserin fiziksel bir mekanda sergilenmesi ve deneyimlenmesi ile aynı değildir. Benim durumumda çalışmamı sosyal medyada bir fotoğrafta gördüğünüzde gerçek hayattan çok farklı halde oluyor, bunun sebebi de kullandığım malzemeler yüzünden. Sanat hayranları bana şu soruyu soruyorlar, “Sosyal medyadan gördüklerim, şimdi [canlı] gördüğüme göre, hayal ettiğim gibi değil. Çeşitli malzemeler, yapılar kullanıyorsunuz, bu tamamen başka bir yaklaşım.”

2022’ye kadar bu kilitlenme ve izolasyon dedikleri gibi devam ederse, bunun sanata yaklaşımımızı değiştireceğine inanıyorum, sadece burada değil, tüm dünyada. Bunun nedeni, gelecekte insanların bir yerlere gitmeye veya bir yere toplanmaya isteksiz olacaklarıdır. Sanat çevrimiçi olarak sunulduğunda daha rahat, daha özel bir deneyim olarak algılanıyor ve bu iş daha kolay tüketiliyor. Ancak sanat kriz içerisinde diyebiliriz. Sanatı bir biçime göre yargılamıyorum, ancak bazen işin minimal yönleri bile nasıl algılandığını etkiliyor. Benim çalışmam, sanatsal sürecim, geniş formattan minimal formata geçti. Çalışmalarımı santimetre üzerinden yapmaktayım.

Şu anki iş sürecim kamuya açık değil. İşimin bu yönü yok oluyor ve bu benim için kişisel olarak endişe verici. Bir, iki yıl içinde pandeminin ortadan kalkacağını, onun için bir çare olacağını ve evlere kapanmaya devam etmemize gerek kalmayacağını düşünüyoruz. Peki ya iki yıl sonra yaşam tarzımızı tamamen değiştirirsek? Bu forma uyum sağlayıp yaşamaya devam edebiliriz. Tabii ki uyum sağlayacağız ve bu yaşam tarzının daha kolay olduğunu düşüneceğiz çünkü her şey çevrimiçi. Bu açıkçası endişe verici.


Artan Hajrullahu (1979 d.) Gilan’lı bir görsel sanatçıdır. Hajrullahu’nun çalışmaları sıradan hayata ve nostaljiye odaklanmaktadır. Çizimleri, sanatçının çocukluğundan, insanlarla evdeki nesneler arasındaki ilişkinin şiirsel hikayeler anlattığı günlük sahneleri ve anıları tasvir etmekte. Hajrullahu’nun çalışmaları, Kosova ve çevre bölgelerinin yanı sıra Berlin ve New York’taki kişisel ve karma sergilerde de sergilenmekte. Aynı zamanda 2013 yılında, Hajrullahu Yarının Sanatçıları Ödülü’nü kazanmış ve Gilan’ın Yılın Sanatçısı seçilmiştir. Kendisi ardından da 2018 yılında da Muslim Mulliqi Ödülü’nü kazanmıştır. Hajrullahu şimdi ise, Gilan’daki Görsel Sanatlar Lisesi’nde resim dersi vermekte.