Pranvera Badivuku

Besteci

Biliyor musun, çok, ne yaptıklarını bilmiyorum, her şey yerlebirdi. Makine mesela, mahvolmuştu, eski bir soba üst kata çıkarılmıştı, biliyor musun, onları nasıl taşıdıklarını bilmiyorum,  o şeyleri. Binada çok fazla düzensizlik vardı, boş apartmanlar, içlerinde hiçbir şey olmadan. Fotoğraf ve bazı belgelere dokunmamışlardı, çünkü en nihayetinde bir binaydı.

Ve biri, orada oturan biri, Dalmaçyalıydı, yaşlıydı, gidecek bir yeri yoktu o yüzden orda kalmıştı. Bize binanın girişine kamyonu getirdiklerini söyledi, bu şekilde ne aldıklarını, neyi yüklediklerini göremeyecektik. Kasetler, bizim çok fazla kasetlerimiz vardı, hepsi ciddi müzikler, kayıtlar, farklı türden şeyler. Eşim klasik müzik düşkünüydü, enstrümantal müzikleri, farklı türden orkestraların kayıtlarını alırdı. Bahsettiklerimi başka bir binada bulduk. Yani açıklanamayacak şeyler oldu, bilmiyorum, bilmiyorum.

Ama ilginç olan şey insan nasıl sahip olduğu tüm şeyleri hatırlar, insanın başına çok gelen bir durumdur bu, sahip olduğun her şeyi bilmezsin fakat kayıp olduklarında… Biraz komikti. Kaybolan her şeyimin listesini çıkardım çünkü dolabımda neler olduğunu biliyordum. Sadece notalar, notalar, benim şarkılarım ve yani, ben, ben onları dolabın arkasına atımıştım, daha boş yer vardı fakat daha aşağıya gitmiyorlardı, onları orada buldum.

Dragutin Ivanović

Ticari

1960’ların sonunu, Kültür merkezinin inşa edildiği zamanı hatırlıyorum. Sonrasında bir sinema odasına sahip olduk ve o zaman, fikir şu ki artık Dean Martin ve bazı benzeri kovboy filmlerini izleyebilecektik. Bu durum daha sonraları daha kolay ve daha sempatik olmaya başladı. Her pazar söz konusu merkezde toplanırdık. Folklor, dans ve canlı müzik etkinlikleri yapılırdı. Doğal olarak her şeyi kendimiz yaptık, kendimiz finanse ettik, ve başka. Danslarımızın kalitesini arttıracak daha fazla gitar, davul ve başka enstrümanları alacak paramızın olmadığı zamanları hatırlıyorum. Sonra, demek istediğim mahalledeki insanların kafalarını ütüleyerek gençlere biraz yatırım yapmalarını istedik. ‘ Verin, yatırım yapın, öteberi için daha çok paraya ihtiyacımız var’. Hatırlıyorum da ne zaman böyle zamanlar olsa, biraz para verirlerdi, biz de bu parayı toplardık hatırladığım bir şey daha var, yine böyle bir zamanda orkestramızı kurduk. Daha çok yerel hafif romantizm ve eski güzel şehir şarkılarını çalıyorduk. Aynı zamanda Tom Jones ve Beatles müzikleri de vardı. Böyle ki, her iki türden de söyledik. Aslında pek az… veya belki de bilmiyorduk, ben nerden bileyim… Halk müziği çok az çalınırdı, o zamanlarda modern olarak sayılan şarkılara daha yatkındık. Örneğin Misha Kovaç, ne bileyim Jevremoviqi gibi. Aynı zamanda eski Prizren şarkılarımız ve başka.

Olga Gucić

Öğretmen

Gerçekten de çok sosyalleşirdik, düğünler, vaftizler ve bize özel bir keyif veren her şeye katılırdık. Kendini bir kutlamadan diğer kutlamaya hazırlardın. Sokaklar her zaman temizdi, herkes her Cumartesi günü evlerinin önünü temizlerdi. Bilmiyorum, şarkı söylerdik. Her pazar, Yanova – Glama’nın üstündeki bir tepe olan yerde korzomuz vardı. Öğleden sonra, sadece gençler orada takılırdı. Ayrıca bunun için  St. Georges ta vardı, bazı çok özel kutlama hazırlıklarını orda yaptık. St. Georges gecesinde genellikle nişanlı olan kız, rifana, bütün arkadaşlarını ve ailesini davet ederdi.

Omer Škrijelj

Doktor

Size o zamandan bir hikaye anlatayım. Arka arkaya kamyonlar geçti, oradan, orada kalmaya karar veren güçlü bir Hırvat topluluğunun yakınında bir yerde. Buradan yaklaşık iki yüz metre uzakta postaneye kadar sıraya dizildiler ve bu kamyonlara yüklendiler. Bu kitlesel bir göçtü, Yanyeva’lılar için bunları unutmak zor. Şimdi, yaşlı bir kadın, gerçek bir sağlık sorunu olmadığı halde,  bir check-up için geliyor.

Ben de ona, ‘Nineciğim, şikayetin nedir, neren acıyor?’ diyorum, ‘Kamyonlar acıyor.’ diyor. ‘Hepimizin acıyor.’ diyorum. Bu teşhis de vardı işte, ‘Kamyonlar acıyor.’ Asıl acı veren şey, akşamları onlarla birlikte oturup, bir şeyler içmek ve takılmak ve ertesi gün gitmiş olmalarıydı. Çünkü kararlar neredeyse bir gecede verildi. İlk önce, ‘Gitmiyoruz, ihtiyacımız yok’ diyorlardı. Sonra bir gecede bir şeyler oluyor, muhtemelen bir komşu gidiyor, sonra bir başkası. Sonra da “Ben neden kalayım, ben de gideceğim.’ diyorlar ve böylece…

Lidia Mirdita Tupeci

Muhasebeci

O zamanlar sokak ışıkları yanıyordu ve biz öylece kalmıştık, üç ay boyunca öyle kaldığını düşün… Işıkların yandığını görünce komşuma ‘Kuku, kötü bir şeyler olacak’ dedim. Bilirsin, dedim ki ‘Onlar ışıkları açmışlar…’ Meydana baktım ve herkesin birbirini çağırdığını gördüm, ‘Hadi dışarıya çıkalım… hadi Grand’a yakın bir yerde toplanalım.’  Ne olduğunu nerden bilebilirdik ki. Yarın sabahleyin KFOR’un askerleri Makedonya’dan geldiklerinde, ben tam da her şeyi balkondan izliyordum. KFOR askerleri bu taraftan girdiler, hastanenin bulunduğu sokak bloke edilmişti, belki nereye gideceklerini bilmiyorlardı yada bilirsin, bir anda çok fazla sayıda asker gelmişti.

Yağmur yağıyordu, bunu hatırlıyorum, yağmur vardı ve bu sırplar dışarıya çıkmış küfür ediyorlardı ama önemli değildi çünkü onlar anlamıyordu. Küfür ederek ‘Sizi buraya kim getirdi ?’ dedi biri ve bunun cevabını duydum, bir sırp dedi ki ‘Onlara niye küfür ediyorsun, onları buraya kimin getirdiğini biliyor musun? Milloşeviç getirdi.’ Buna şahit oldum. Daha sonraları biraz daha farklıydı. İnsanlar kaçmaya başladılar, komşularının artık etrafta olmadıklarını fark edince anlıyorsun. Şehirden gece ayrılmışlardı yada bilmiyorum, sadece yok oldular.

Sonja Artinović

Ekonomist

Biz beraberdik, evet, bu evlerde yaşayan, o çok sevdiğim ahşaptan nalınlar giyen Türklerle birlikte zaman geçirirdik. (gülüyor) İşte o nalınlarla günümüzde artık olmayan, olmadığını düşündüğüm hamamlara giderdiler. Mesela onlarda parke yoktu fakat ahşap döşeme vardı {elleri ile anlatıyor} ve döşemeyi fırça ile  fırçalıyorlardı. Sarı, altın gibi sarıydı. Çok temiz insanlardı ve bugün hala burada olan benim Mazlumum, bildiğin gibi […] Birbirimizi yıllarca tanıdıktan sonra ve çok fazla sevgi ve çocukluk anıları yaşadıktan sonra, beni bebekliğimden beri tanıdığı için, ne tür insanlar olduğumuzu, nasıl olduğumuzu ve neler yaptığımızı bilirdi. Yani demek istediğim, tüm maceralarımız ve benzeri şeyler yanında bana nasıl lokum yapıldığını öğretti ve hatta katmer böreği ve kol böreğini yapmayı, herşeyi bana o öğretti. Benim annem de onlara başka şeyler öğretti, böylece alışveriş yaptık. Yani tam bir aile gibi.

Skender Boshnjaku

Nöropsikiyatrist

Ah, o ne kadar da harika bir andı, hatta… NATO’nun geldiği gün Cumartesiydi, bu yüzden 12 Haziran Cumartesi… 11 Haziran Cuma, hayır… Evet, doğru 11 Haziran Cuma, 11 Haziran Cumartesi. Genelde uyuyamazdım, ama yaşadığım yerin penceresinden evi net bir şekilde görebiliyordunuz ve tankı gördüğümde vakit hala çok erkendi. Oh, bu güne kadar… şimdi bu anda kadar dahi, ben… çok fazla mutluluk hissettim, ‘Ah, karıcığım NATO geldi. Onları selamlayalım!’ dedim ve tankı görene kadar koşmaya çalıştım, ama tank döndüğünde, tankı gördüm ve ellerimi havaya kaldırdım ve mucizevi bir şeydi. İnanılmaz bir şey. Evet, benim için bile, yaratılan böylesi çılgın bi atmosferi insanların unutması inanılmaz. Benim için inanılmaz bir şeydi ve…

Momčilo Trajković

Politik eylemci

Yeni binada eski Sırplar, eski Priştine Sırpları, eski Türkler ve eski Arnavutlar yaşıyordu. Şimdiki sinemanın olduğu yerde evleri vardı, eski Omladina Sineması, nerde olduğunu biliyor musunuz? Ve bu binalar inşa edildiklerinde, onlar eski evler oldukları için, eski ev sahiplerine apartmanlar verildi ve hepsi o binada yaşamaya başladı. Herkes o binaya yerleşti. Ben ve benden başka bir gazeteci daha böyleydik, ayrı yani. Diğerleri ise… yaşadıkları alanı olduğu gibi sadece bu binaya aktardılar: eski Arnavutlar, eski Sırplar, eski Türkler. Ve bu çok ilginçti. Oradayken, kapıların önünde oturmaya alışkın olduklarından, evlerinin önünde buluşup konuşmaları… bu zihniyet ve bu gelenek olduğu gibi apartman hayatına aktarılmıştı. İkisi de oraya banklar koymuşlardı, kahve vardı, her şey… bu bina hepsinden farklıydı. Ve böylece insanlar da birbirine yakındı.

Bir pozisyonda olduğum için ben ve Stihović diye biri, diyorum ki… Novobreg’den biri, biri Arnavut olan bu çocuk yuvasının yöneticisi Vitia, evet, hatırlıyorum Vitia. O zamanlar devlet görevlisiydim, siyasetle uğraşıyordum, ne kadar bildiğini bilmiyorum… Komitenin Genel Sekreteriyim […] Ve o bana geliyor, ‘Senin için ne yapabilirim, senin için, yoldaş Trajković?’ İşte bu şekilde. ‘Dinle, hadi, bak şimdi, yaşadığım binanın önüne bak, insanlar öyle, öyle iyi ki. Sen de birkaç ağaç dikebilirsin.’ Ve şimdi ağaçlar, şu tünelin hemen öncesinde, orada aşağıdaki binalar var ya biliyor musun işte bütün o ağaçlar… evet, onlar benim planım sayesinde oldu, rica ettim ve benim için ekildi. Kimse bilmiyor, orada yaşayan insanlar biliyor. Aksi takdirde, diğerleri bilmez. Bu böyle oldu, o… bu binanın hemen önündeki orman.

Mürteza Büşra

Gazeteci

Şte anlatıyor bu hikayeye benzeyen komik bi olay var, bu saatle ilgili. Sık sık bozuluyor ya Vıçıtırın’da varmış çok buna benzeyen ama iyi çalışan bi saat alır bu saati şeye nasıl… Arasa deseler ki ‘bak Priştine merkezdır sancak merkezi o saati versenız iyi olur’ diyecek yerde vermezlar yani şüphelenmişlar vermezler. E napmak, nasıl almak şimdi nasıl aldatmak şimdi, Vıçıtırınlilari. Alırlar bikaç köpek daha böyle havlayan köpekleri kuyruklarına bi şırılti yapacak, gürülti yapacak kutilar bişeler bağlarlar {elleriyle bağlama hareketlerini yapıyor} ve öyle bikaç tane köpek Vıçıtırın…

O Saat Kulenın bulunduğu yere o etrafa koyverırlar. Esnaf ta millet ta her geçen yav köpekler ne yapıyor ne gürültü yapıyor dikkatıni çekmiş. Dikkatıni çekiyor köpeklerın yaptığı bu gürültüsüne. O zaman gider bizım derler ya hırsızlara sarı çizmeli Mehmet aga demek çok büyük usta bi hırsız imiş falan. Buna benzeyen öyle bi açık gözli gençler bu şekilde girmişler, sökmişler o Vıçıtırın’daki saati hiç anlamamiş Vıçıtırınlilar hiç haberi yok yani. Sökmişler takmişlar Priştine’nın eski saatıni değiştirme gelmiş. Ancak zaman geçtıkten sonra anlamışlar ki bu, bu saat değişmiş yani ama nerden nasıl nice mutlaka öğrenmişlerdır bundan sonra. Yahu şte bak bu hırsızlık olayi! Yani şehır şehırın uğruna şehrıni daha güzel görmek içın neler yapılmamış yani bi örnek bu dimi.

Gazmen Salijević

Insan hakları savunucusu

Priştine’de rol yaptığım ‘Roma’ amatör tiyatrosunda dramaturji bölümündeydim. O zamanki Yugoslavya’yı, festivalleri gezerdik, katkı sağlamaya çalışarak bir taraftan da tiyatronun ve aktörlüğün dünyasında, bazı karakterlere {elle işaret ediyor} bürünerek gerçeklikten biraz olsun kaçmaya çalışıyordum. O zamanlarda bize şevk veren şey tiyatroya gelen insanların yüzlerine mizah ile gülümsemeyi yeniden tanıtmaya çalışmamızdı, çünkü yine aynı yere dönüyorum ama o zamanlarda hayat zordu, özellikle burada, sürekli göç veriyorduk, ekonomik zorluklar çeken bireyler vardı, çatışma vardı […]

O zamanlarda gösterileri Rom dilinde yapıyorduk. İki aile vardı {elle göstererek} yani ‘Romeo ve Jülyet’ konseptinin aynısını almıştık, çatışmaları ama hepsini bunları Rom hayatı prizması üzerinden gösteriyorduk. Roma prizması üzerinden yani onun üzerinden sınıf çatışmasını, ekonomik sınıfların, şey Rom toplumu içinde, içindeki çatışmasını [yansıtıyorduk]. Sonuç olarak Şekspir’in kendisi de sınıf çatışmasını, zenginlik, güç ve aşk çatışmalarını yansımıştır.

Xhemajl Petrovci

Elektrikçi

‘Ben Priştine’den Xhema.’ ‘Sen şehirli misin Arnavut musun şimdi?’ dedi. Şehirli Arnavut, anlıyor musun? Ne demek istediğini anlıyordum, ‘Türk müsün, Arnavut musun’ diyordu. Dedim ki ‘Şehirli Arnavut’. ‘Yahu ben sana doğrudan Arnavutça soruyorum!’

Minir Dushi

Maden mühendisi

…Yahudilerin o gece alıkonulmasına, toplanmasına tanık oldum, çünkü evdeydim. Amcamlardan biri her pazartesi buraya salı pazarı için varır, çarşamba sabahı ise Yakova’ya dönerdi. O gece o amcam da oradaydı, ansızın kapıya, bi kapı vardı, çekiçle, gelip çekiçle vurmaya başladılar, dı,dı,dı {onomatopoetik} gün bugün aklımdadır. Sonra, evet, bim… bom, bom bom {onomatopoetik} kapıyı kırıp içeriye girdiler.

Koridora girdiklerinde amcam dışarı çıktı, onlar “İçeri gir!” dedi. Gerçekten de Arnavut SS’leriydiler, o alay [Skanderberg]… Yahudileri alıp götürdüler, ev boş kaldı, pijamalarıyla oldukları gibi alıp götürdüler. Bız bakakaldık, fazlasıyla korkunç bir olaydı.

Fisnik Ismaili

Kosova Parlamentosu Üyesi

… onu Filolojik’in [Fakültesi’nin] önünde otururken canlandıran Vuk [Karadžić] heykelini, bir traktörün arkasına bağladılar ve odpad yönünde korzo boyunca, çöp alanına doğru sürüklüyorlardı. Ve onu sürüklüyorlardı gzhhhh {onomatopoeic}, asfaltı çiziyordu. Heykel tükürük ve balgamdan tamamen beyazlaşmıştı, çünkü herkes üstüne tükürmüş ve tükürükler de kurumuş (gülüyor). Bi de heykelin ardından koşan biri, terliklerinden birini çıkarmış ve bronz heykele vuruyordu, dang,dang,dang,dang {onomatopoeic} [elde terlikle heykele vurma hareketi yapar] durmadan dang, dang, dang, dang. Diğeri de ordan ‘Bana diğer terliği ver.’ Diğer terliğini de çıkarttırdı, adam da yalınayak devam etti. Bu ikisi terlikle, dang, dang, dang, dang  diye heykeli terlikle dövüyorlardı.

Massimo D’Alema

Fondazione Italianieuropei Başkanı

…NATO müdahalesi bazı açılardan doğruydu cünkü onca savaşa bir son verdi, ortaya çıkmış olan sonuç hassas bir denge olmuş olsa da. Bu, savaşı sonlandırmak için yapılan bir askeri hareketti, savaş ilan etmedi, savaş zaten yaşanıyordu, ölüler vardı, biz halihazırda yaşanmakta olan bir çatışmaya müdahale ettik, siyasi olarak doğruydu. Meşruydu. […] O zamanlarda da meşru olduğunu düşünüyordum hala da öyle düşünüyorum NATO’nun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından yetkilendirilmemesine rağmen, ki o da zaten Rusya’nın vetosundan dolayı yaşandı, yine de AB bu durumda NATO askeri harekatının nedenlerini kabul etmiş ve bu askeri harekata desteğini, siyasi desteğini sağlamıştı.

Ilir Gjinolli

Mimar

Dönüşümleri izlediğimizde doğal olarak toplumun ve şehrin tarihsel gelişiminin bir safhasını da görmüş oluruz. Toplumda yaşanan hem iktisadi, hem kültürel hem de sosyal alanlarda meydana gelen değişimler, yani Osmanlı döneminden modern öncesi döneme doğru geçiş sosyal anlamda hayrete düşürücüdür. […] [Toplum] İslami bir topluluğun kavramlarına dayalı olduğunda farklı bir şekildeydi, oysa diğeri modern Avrupa toplumu tandaslarını taşıyordu, ki bu Kosova’da ağırlıklı olarak yıkım ile zuhur etmiştir. Bir hücrenin yıkımı, toplumsal ve şehirsel bir hücrenin.

Ajten Pllana

Öğretmen

[Priştine’de]Canımı en çok ne sıkardı biliyor musunuz? O zamanlarda kadınlar hepsi burada evlerde dimija [çityan] ya da kule [şalvar], kule derlerdi. Onlar da aynı dimija gibi, ama öyle geniş değil. Üsküp’te bizde kimse dimija giymiyordu. Şehirliler giymiyorlardı. Hatta köyden gelenler de giymiyorlardı, o benim canımı sıkıyordu işte. Genç kızlar, kızlar o zamanlarda pantolon giymezlerdi, ama dışarı da çıkmazlardı, ancak mahalleye çıkarlardı, evde hep o kule’lerle. Sinirimi çok bozuyorlardı, beni çok rahatsız ediyorlardı. ‘Ama hava çok sıcak, bunlar çok rahat’ diyorlardı’.