Birinci Kısım
Aurela Kadriu: Kendini tanıtabilir misin, bize çocukluk hatıralarından bir şey anlat, senin büyüdüğün ortam nasıldı, ailen, nasıl bir aileydi, ne hatırlarsan anlatabilir misin?
Skender Boshnjaku: Başlayabilir miyiz?
Aurela Kadriu: Evet, evet.
Skender Boshnjaku: Kısacası, ben 1942 yılında doğdum. İlk okulu İpek’te bulunan Haxhi Zeka okulunda okudum, sonra ilk okuluma devam ettim, çünkü ilk iki sınıfı bitirmiştim, Karagaç’ta da eğitimime devam ettim, Karagaç’ta okula böyle denirdi. Sonra Ramiz Sadiku okuluna geri döndüm ve sonunda lisemi bitirdim, İpek’te Real Gymnasium derlerdi…
Aurela Kadriu: Bay Boshnjaku durup aileniz hakkında konuşabilir miyiz…
Skender Boshnjaku: Ah, ailem hakkında. Aile, babam, Isa, rahmetli oldu, annem, Hajrie, rahmetli oldu, bir kardeşim var, Shefqet. Çocukluğumun çoğunu İpek’te geçirdim, o zamanlara dair anılarım hep yoksulluk, kıtlık ile bağdaştırılmıştır. Okullu olmak kitapları, defterleri, kalemleri ve bu gibi basit şeyleri temin edememekten dolayı zordu.
Fakat, o yoksullukta, idealizm ve süreklilik var olan bir şeydi, öğrenmeye aç olmak ta öyle, bilgi için okumak ve saire. Yani, liseyi İpek’te bitirdim, o zamanlar ismi Real’di, artık Bedri Pejani, aynı zamanda çocukluğumdan çok fazla insanı hatırlıyorum. İlk öğretmenimi hatırlıyorum Hamdi Tabaku, ikinci öğretmenimi hatırlıyorum, Hamdi Tabaku. Devamında diğer iki sınıf için merhum Kamber Pajaziti benim öğretmenimdi, Xhafer Karahoda benim sınıf öğretmenim idi, Muhamet Belegu benim sınıf öğretmenim idi, Saban Aliu benim sınıf öğretmenim idi, Riza Çavolli benim sınıf öğretmenim idi, Rexhep Geci benim sınıf öğretmenim idi ve buna benzer.
Mutlu olmamın sebebi, özellikle Ahmet Meha, Ahmet Kelmendi, benim Aranvut dili öğretmenim, ailesi… Sanırım beni bu gün olduğum yere getiren insan. Dile dair bilgim, edebiyat, okumalar ve sonsuza kadar minnettar olacağım kişi, hala öğretmenler gününde onu Facebook hesabımdan hatırlatıyorum. Onu her öğretmenler gününde hatırlarım. Sanırım ben jenerasyonun, bu jenerasyona saygısı olan son Mohikanıyım, öğretmenlerim, takdirimi belli etmek için ayakta durduklarım, son nefesime kadar onlara saygı duyacağım.
Yoksa, İpek’i hatırlıyorum, İpek’ten ayrıldığımda 18 yaşındaydım. İnsanlar, Rama’nın odun sobasını hatırlıyorum, taksici Shahin Goska, berberi hatırlıyorum Rexhep Bogu, arkadaşlarımı hatırlıyorum, Faruk… Faruk Begolli, Enver Hadri, Bajram Sefa, Ruzhdi Spahiu, dediğim gibi Enver Hadri, Ekrem Kryezui ile lisede aynı sınıftaydık. Onların arkadaşı olduğum için çok gururluyum, günümüz jenerasyonlarının yakalayamadığı dayanışmamız ve düzgün bir arkadaşlığımız vardı. Jusuf Gacaferri, arkadaşlarım, neredeyse unutuyordum, Jusuf Gacaferri benim en yakın arkadaşımdı, biz komşuyduk, kendisi benden önce rahmetli oldu, sanırım onu hiçbir zaman unutmayacağım. Burada…
Kaltrina Krasniqi: İpek nasıl bir şehirdi?
Skender Boshnjaku: Efendim?
Kaltrina Krasniqi: İpek nasıl bir şehirdi?
Skender Boshnjaku: İpek olağanüstü yapı ve görüntüsü olan bir şehirdi. Aslında turistlerin uğrak yeri idi o zamanlar, turistler gelmeye başladı ve ana turistik yer de İpek, Rugova’ydı. Çocukken ilk turistler geldiğinde plis’i denemek için koşuşturan çocukları hatırlıyorum, gidip neler olduğunu görmek için bakardık. Fakat, her zaman İpek’i, Gryka e Rugovës’ı [Rugova Boğazı], İpek’in atmosferini beğendiklerini hatırlamak güzel bir hatıradır.
İpek, Lumbardhi tarafından ikiye bölünmüş olan bir şehirdir, Ura e Gurit [Taş Köprü], Ura e Zallit’i [Kum Köprü] hatırlıyorum, Korzo Otel’i hatırlıyorum, gezmeleri hatırlıyorum. O zamanlada korzo’da gezmek bir eğlence idi, aynı Priştine’deki gibi, dışarı çıkıp buluştuğumuz yerdi. Belki ilk aşklarımıza baktık orada arkadaşlarımızla yürürken, ödevler ve saire hakkında konuşurduk…
Kaltrina Krasniqi: Sizin okumaya karşı bu hevesiniz nereden geliyor?
Skender Boshnjaku: Okumaya karşı bu hevesim, belki bunun benim yeteneğim olduğunu söyleyebilirim, benim kişisel sevgim ama aynı zamanda eğilimim, bir eğilim, bir erişim, öğretmenlerimin bir enerjisiydi, okula hazırlıklı olmak için gerekli gereçlere sahip olmasalar bile… Fakat belge ve diploma yetersizliği nedeni ile azalan, saklanan ya da maskelenen bir idealler vardı, buna rağmen bize verebileceklerinin hepsini vermeyi çok severdiler.
Kalem ve defterlerimizin olmaması bir yana, biz yine de başardık, biz bir şeyleri başarmış olan bir jenerasyonuz. Çok kişi sayabilirim, daha önce saydıklarım, hiçbir şeyleri olmamasına rağmen hayatta başarılı olanlar, bizim hiçbir şeyimiz yoktu. Lisede 10-15 dersten çoğu Sırp-Hırvat dilinde idi. Sırp-Hırvat dili ana dil gibiydi, aslında Sırpça sadece bir tane daha az dersimiz vardı. Yani dil de, çok fazla… bize çok soru sorarlardı, hatırlıyorum da Kosova Savaşını kalpten öğrenmemizi istemişlerdi, bir de Sırp efsanelerini öğrenip sonrasında ezbere anlatırdık.
Ben çok okurdum, kitap konusunda bir kıtlık vardı. Ben… Ben bugün gibi hatırlıyorum, örneğin, Naim Luci’den ödünç alırdık, rahmetli, Arnavutluk için gitti, rahmetli oldu, onun ödünç verdiği kitaplar vardı, örneğin hatırlıyorum da Sul me Lotë [Göz yaşları ile Sul] elden ele dolaşırdı. Sonra tüy kalem ile Këngët e Milosaos’u [Milosao’nun Şarkıları] yazdık, Real’in [Asil] ya da Bedri Pejani Lisesi masalarının, merdivenlerin üzerine. Orada Naim Frashëri’nin Bagëti e Bujqësi eserini de anlatırdık.
Yani, gerçekten de kitaplarımız yoktu ama elimizde olanlar ile denedik. Biraz okuma alışkanlığım vardı, aslında edebiyat dünyasına gireceğimi düşünürdüm. Çok okurum, aslında lisede Sırpça okurdum, Don Quixote of La Mancha, sonra War and Peace, Dickens ve benzerleri hakkında yazdım.
Yani biz okumayı seven bir jenerasyonduk, bu durum bu gün bile aynı. Kitap benim en yakın arkadaşım, en büyük sevincim ve en iyi buluşmam. Eğer günde bir kez kitaba dokunmasam, boş bir gün geçirmişim gibi geliyor… kullanmak gerekiyor.
Kaltrina Krasniqi: Ailen eğitim görmüş müydü?
Skender Boshnjaku: Hayır, hayır, hayır, hayır, eğitim görmediler. Annem ilkokulu bitirdi ama babam bitirmedi. Yani gerçek bu. Ayrıca içerideki dil de karışık arkaik bir dil. Yani, dili bana merhum Ahmet Meha öğretti, ayrıca onun dersinde yazmış olduğum yazıdan iyi bir puan almak onur vericiydi. Önceleri, düz yazılar kişinin aynasıydı. Diyebilirim ki, Üniversitede olduğum zaman, Tıp Üniversitesinde, kendimi yüksek lisans tezine adamıştım, dedim ki, bilirsin, yüksek lisansa başlamak isteyeni görmek için en iyi yol onların yazdıklarını görmektir.
İkinci olarak, ben öğrettim, geriye gidelim, üç yıl boyunca Psikoloji Bölümünde, anormallik ve kişilik konusunda ders verdim. Benim için keyif verici olan, bilgiden başka, makale, test, makale yazardın. Yazacağım konu için önce sözdizimine, dilin ve düşünce akışının nasıl olduğuna bakardım. Yani, bütün bu insanların her biri için ilk test… Şöyle yapardım “Bakan olmak ister misin? Yada ne olmak istersin?Sadece iki cümle yaz ve sana elimi uzatacağım.”
Bu yüzden, bu günki yazıların nasıl olduğunu bilmiyorum ama bence yazıları eskisi gibi yazmaları gerekiyor. Bugün nasıl olduğunu bilmiyorum, belki uygulanmıyordur, belki şimdi bizim yapmadığımız bir şey vardır, Arnavut dil profesörü ne zamanki… İpek’in lisesine başvurduğum zaman, anlatıyorum da ilk okulu bitirmiş olmama rağmen bir giriş sınavı vardı. Yani, ilkokul, sekiz yıl, mükemmel notlar ve yine de İpek’in lisesine girmek için sınava girmek zorunda kaldım.
İlk günden itibaren Arnavut dili profesörüm, lisenin ilk yılını bitirdiğimizde, bize yaz tatili sırasında okumamız gereken kitap sayısını vermişti. Bu yüzden, yaz tatili sırasında her zaman 20 ila 25 kitap okumak zorunda kalırdık. Okul başladığında, “Ne okudun Skender? Ne?” Her kitap için bir portföy, hazırlık, bir… veri hazırlamak gerekirdi, ne okudunuz ne anladınız vb.
Kaltrina Krasniqi: Neyde… Evde arkaik dil konuşuyorduk derken tam olarak neyi kastediyorsun?
Skender Boshnjaku: Karma bir dil, Türkçe ve Arnavutça. Yani Türklerin etkisi… benim için büyük bir engeldi ve bence uzun bir Osmanlı saltanatının sonuçları Arnavut dilinin o kadar gelişmediği ve bizi etkilediğini, esaretin uzun süre devam etmesi ve devamında Sırp esaretinin bize anlatılarımızda sıkışıp kalmamıza neden olduğunu söyleyebilirim. Belki bende bunu fark edebilirsiniz, fakat daha spontane ve daha akıcı olmaya çalıştım…
Yani, Arnavutluk’un 1912’de bağımsızlığı almasına rağmen bunun iyi yanı, Arnavutluk’ta düşünce ve hayata ulaşılması, bu olayın en güzel kısmı bu. Bir de okuduğum romanlara bir bakıyorum da, Arnavutça çeviri olmasalardı sanırım iflas ederdik. Bence daha fazlasını başardılar, daha çok okuyorlar ve daha iyi konuşuyorlar. Demiştim ki tekrar doğma şansım olsaydı, Arnavutluk’ta doğmak isterdim çünkü bence beş altı yaşlarında bir çocuk dili benden daha iyi biliyor. Yani bizim bir takım engellerimiz var.
Bugün bile ben Sırpça düşünüyorum ve sonra Arnavutçaya çeviriyorum. Yani bu iyi bir durum değil, bugüne kadar elimden geldiğince çok okumaya çalıştım ve inan bana bugünlerde Huckleberry Finn’in Maceraları’nı okuyorum, filmini gördüm ve Sırpçasını okumuştum ve Sırpça okuduğum bütün romanları, şimdi ikinci kez okuyorum. Tüm bunlar çeviriler sayesinde. Özellikle çevirmen Pjetër Rei’nin olağanüstü çevirileri… Fan Noli Servantes’in çevirisini yaptı ama aynı zamanda Pjetër Rei de çevirdi. İşte, bahsettiğim bu şeyleri bu okumalar sayesinde başardım.
Kaltrina Krasniqi: Sonra, 18 yaşındayken nereye gitmeye karar verdin?
Skender Boshnjaku: 18 yaşımdayken matura’yı İpek’te bitirdim, matura tezi vardı, hazırlıklar vardı. Benim tezim “Romani i Kosovës”tı [Kosova’nın Romanı], ben Rexhai Surroi’nin “Besniku” [Sadık olan], Azem Shkreli’nin “Karavani” [Karavan], Sinan Hasani’nin “Rrushi ka nisë me u pjekë” [Üzüm olgunlaşmaya başladı] romanları hakkında yazdım, bu… bunlar Kosova’da ilk Arnavutça romanlardı.
Maturayı bitirdikten sonra, Priştine Radyosuyla işbirliği yaptım, “Kolovajsa e të Dielave” [Pazar Günkü Kolovajsa] programı tekrar tekrar Priştine Radyosunda yayınlanıyordu, sonra da meslektaşlarıma sordum, “Ekrem, ne okumak istersin? Skender…” Skender Shala vardı, hepsine sormuştum. Sonunda da kendime sordum, “Ne okumak istersin, Skender?” Tıp ilk kez, ilk dediğim tıptı. Spontane gelişmişti ve raporu Priştine Radyosuna gönderip orada dedim ki, “Bu çok öğrenci, benim bu arkadaşlarım okuyacak.”
Karar verdim… Belgrad [Üniversitesine] giriş sınavına girmeden kayıt oldum çünkü notlarım… eskiden notlarım çok iyiydi, mükemmeldi ve kabul oldum. Ve bir meslektaşım, Sejdi Berisha, şair olan değil, o bir veteriner, Veterinerlik Fakültesindeydi, bana dedi ki, “Skender, sen fakülteye kabul oldun ve ben de senin kaydını karşılamak istiyorum,” çünkü kayıt için param yoktu, o kayıt paramı karşıladı.
Kayıt olduktan sonra, tek başıma Belgrad’ta okumak için İpek tren istasyonundan babamın valiziyle ayrıldım, ahşaptı. Burssuz, hiçbir yardım olmadan, yani tek başıma Belgrad’ta okumaya gittim vb.
Kaltrina Krasniqi: 18 yaşında İpek’ten Belgrad’a gitmek nasıl bir duyguydu?
Skender Boshnjaku: Bir, sanrım hayat, düşünmek için zamanım yoktu, bir nehre girer gibi, bir okyanusa, sanki deniz seni götürüyor ve nereye gittiğini bilmiyorsun. İşe böyle boğuldum, yani demek istediğim hayatın bu oyununa girdim ve çok fazla düşünmedim. Ve kayıt oldum, aslında Belgrad’a gittiğimde, Sejdiu bana dedi ki, “Diploman burada, Skender,” ve rekabete girdim… O zamanlar, Vrdovc adında bir yurtta kalıyordum, İkinci Dünya Savaşından önce, Ekrem, Faruk Begolli, Enver Nimani, Petrit, ve Petrit ile aynı odada kalıyordum…
Kaltrina Krasniqi: Imami?
Skender Boshnjaku: Imami değil, Petrit Begolli, Petrit Begolli, Ali Berisha, hepimiz aynı odadaydık. Bir oda vardı, kar odaya giriyordu ve her sabah… bir fırınımız vardı, üniversiteye gidebilmek için her sabah kalkıp ekmek almak bizim sorumluluğumuz altındaydı. En rastgele ben oradaydım, ama başka birinin sırası geldiğinde…
Sonra sobayı kömürle yakmamız gerekiyordu, çok fazla iş var gibi hissederdik, o yüzden daha sıcaktan daha fazla soğukta otururduk. Sonra ikinci yılımda yeni Belgrad yurdunda kaldım, yeni Belgrad, bir, beş bloktan oluşan 40 bin öğrencilik bir öğrenci merkezi. Dört tane blok erkekler için, bir tane blok ta kadınlar içindi. Sonra yaşadım, Belgrad’ta şanslıydım, Ivo Llolla Ribar’da, genelde yabancıların yaşadığı bir merkezdi fakat ben şanslıydım.
Sonra Svetozar Penezic’te yaşadım, sonra Vrdovc’a geri döndüm, öğrenciler için yeni yurt, burası eğitimimi tamamladığım yerdi. 1961 yılında liseyi bitirdikten sonra eğitimime başladım ve sanırım 1966 yılında tamamladım. Sanırım onları rok’ta 9.0 not ortalaması ile bitirdim. Eğitimim boyunca, ben, söylediğim gibi parasız gitmiştim, fakat ikinci yılımda eğitim kredisi için başvuru yaptım. Yaz boyunca Arnavutlar ile Belgrad tren istasyonuna kömür taşıdım.
Bu sırada ikinci yılımda eğitim kredisi aldım, fakat ikinci yılı bitirdikten sonra, iyi bir öğrenciydim ve Belgrad Biyokimya Enstitüsünde, Belgrad’ta Biyokimyada asistan olarak çalıştım. Yani çalışarak aldığım maaş, eğitim kredisinden çok daha fazlaydı. Üniversiteyi bitirdiğimde aldığım krediyi de, geri döndüm… o zamanlarda, seni nereye gönderecekleri bir emirdi, onlar da beni buraya gönderdiler ve Yürütme Kuruluna gittim, şimdi Kosova Parlamentosunun olduğu bina eskiden böyle çağrılıyordu.
Orada bir çalışan vardı, oraya gittim, dedim ki, “Bunu, bunu… bitirdim, İpek’e gitmek istiyorum. İpekliyim.” Onlar bana sadece birtakım şeyler yazdılar, neredeyse bana ağızımı kapatmamı söylediler, “Bu hastaneye git ve bu kadar, bu hastaneye git.” Ben… Ben ağlamıştım, buraya nasıl gelirim? Nasıl giderim? İpek’e gitmenin hayalini kurdum fakat burada kaldım.
Kaltrina Krasniqi: Hangi yıl?
Skender Boshnjaku: 1966’da.
Kaltrina Krasniqi: 1966 yılında Priştine nasıldı?
Skender Boshnjaku: Priştine kısımlardan oluşan küçük bir şehirdi, kaldırım taşlarıyla bunu tecrübe ettim, granit kaldırım taşları, Priştine’nin şehir merkezinde. O zamanlar Božur adında bir hotel vardı, sonra Iliria, Kosova Parlamentosu, bunları tecrübe ettim, açılışını deneyimledim, açılış, bizi liseden alıp oraya götürdüler, 60’larda Kardeşlik ve Birlik Anıtının yerleştirmelerine tanık oldum, şimdi Adem Jashari meydanı, yenilendiğinden beri öyle.
Trenle geldik, hayvanların teniyle, bizi buraya tren vagonlarına getirdiler ve biz sözde içeriye kabul edilmiştik… mitinge katılmak için… Svetozar Vukmanović – Tempo konuşma yapmıştı. JNA olarak çağırılan yolu hatırlıyorum, şimdi ise adı UÇK, çamurlu, istasyon, istasyon vardı… köşede trenlerin durduğu yerde, merdivenlerin seni Arbëria veya Dragodan’a çıkardığı yerde, orada tren durağı vardı, bir başka durak oradaydı, Priştine tren istasyonunun olduğu yerde, ayrıca yol, bu yolu hatırlıyorum. Grand Hotel 1977 yılında açıldı, Bankkos’u hatırlıyorum, hala olduğu yerde olan Ljubljana Bankasını hatırlıyorum.
Yollar dardı, asfalt değildi, Mark Isaku’yu hatırlıyorum, o yol da çamurluydu. Bütün yollar çamurluydu, fakat Priştine’nin çiçek parkı vardı, bir,bir…
Kaltrina Krasniqi: Neredeydi?
Skender Boshnjaku: Efendim?
Kaltrina Krasniqi: Neredeydi?
Skender Boshnjaku: Buradaydı, şimdiki Behxhet Pacolli’nin otelinin karşısında, orası çiçek parkının olduğu yerdi. Ihlamur ağaçları, diğer dekoratif ağaçlar, bugünlerde bile ortadan kayboluyorlar ve bu bir felaket, şimdi ise… benim değil, hatıramda değil. Kaldırım taşlarıyla çevrelenmiş bir Priştine, çocuk oyuncakları ve bisikletlere, herşeye… adanmış. Bu da benim Priştinem değil, benim Priştinem yıllarca büyüyen ıhlamur ağaçları ve diğer ağaçlarla, fakat onlar bugün yoklar ve görünüyor ki tamamen kaybolacaklar.
Kaltrina Krasniqi: Priştine’ye döndüğünüzde nerede yaşadınız?
Skender Boshnjaku: Caddeye taşındım… o zamanlarda ev kiralamak için imkan yoktu. O zamanlarda Aca Marović caddesine taşındım, Sırpların yaşadığı bir mahalle ve…
Kaltrina Krasniqi: İsmi hala Aca Marović mi?
Skender Boshnjaku: Hayır, artık Tringa İsmaili olarak çağırılıyor, Rahibe Teresa bulvarından gidip, Bexhet Pacolli hotelinin yakınında, şey yönünde… Hotel Sirius’a yakın, şehir parkına giderken, işte o caddeydi ve bende bir yıl boyunca orada yaşadım şey süresince… ilk önce uygulamayı bitirdim sonra da ben kesin olarak Genel Hastaneye kabul oldum, eskiden öyle derlerdi… söylemeyi unuttum buraya geldiğimde sadece ameliyat binası vardı, sadece o bina ve eskiden de adı Hijyen Ofisiydi. Başka binalar yoktu.
Aslında bir fotoğrafım var, bulamadım, Priştine Genel Hastane binasını arkada görebilirsin. Priştine Genel Hastane binasının inşaatı 1964-65’ yılında tamamlandı ve ben de buraya 1966 yılında geldim ve 2007 yılında emekli olana kadar orada çalıştım.
Kaltrina Krasniqi: 1966 yılında orada çalışmaya başladığınızdan beri hastane nasıl değişti anlatabilir misiniz?
Skender Boshnjaku: Yani ben, o zamanlarda Priştine Genel Hastanesi Yugoslavya’nın en büyük hastanesiydi ve şey vardı, otopsilere gelince, eski Yugoslavya’da en yüksek yüzdeye sahipti. Priştine hastanesinin şeyi vardı… hastanenin içinde, size bunu söylemekten şeref duyuyorum, tanıştım ve yine taşınmak zorunda kaldım, bu günlerde unutulmuştur, merhum göz doktoru, Arnavut tıp dünyasının en iyisi, Xheladin Deda, ayrıca Talat Pallaska ile de tanıştım, yine popüler bir göz doktoru, Sehadete Mekuli ile orada tanıştım, orada… Hajredin Ukelli ile tanıştım, Simon Debreci ile tanıştım, Gazmend Shaqiri ile tanıştım benden önce, Hysen Ukmataj, başka bölümlerde, Jinekoloji, Radyoloji’de Eshref Biqaku…
Kaltrina Krasniqi: Onlarla aynı jenerasyonda mıydın yoksa…?
Skender Boshnjaku: Hayır, hayır, onlar benden önceydi. Sana doğruyu söyleyeyim, aralarında en genciydim çünkü ben zamanında bitirmiştim. Diğerleri, tıp zordu ve benim jenerasyonumda tanıştıklarım eğitim süresince çok fazla uygulama yapıyorlardı çünkü çoğu… ben… Musa Haxhiu benden önceydi, onu hiç unutamam. Bence Musa Haxhiu Arnavut tıpının dayanak noktası ve kreması. Her zaman derdim ki, “Musa Haxhiu’nun ayakkabılarını silerim.”
Çok fazla referansı olan bir doktor, bir çok dergide makaleleri var, fakat kendisi ABD’de vefat etti ve gömülü olduğu yer orası. Oh, Osman İmami’yi de unutmamam gerek, Tıp Fakültesinin ilk dekanı, Osman İmami. İsmini söylediğim bazı insanlar var ki asla unutulmamaları gerek ve 1970’lerde kurulan şey, onun geri dönüşü, tıp alanında, bir yıkım haline geldi, fakültenin felakete uğraması, bu insanların geleneklerini devam ettireceklerini düşünmüştük. Başka şeylerin yanında, tamamıyla değişti.
Kaltrina Krasniqi: Bize anlatabilir misin… genç olduğumuz için…
Skender Boshnjaku: Evet.
Kaltrina Krasniqi: Ben 81’ yılında doğdum, onlar da 90’larda doğdular. Bize buraya geldiğinizde 66’-67’ yıllarının nasıl olduğuna dair bir fikir verebilir misiniz? Her on yılda nasıl gelişti, neler inşaa edilmişti, çünkü sanırım her yer boş alandı, sadece Ulpiana…
Skender Boshnjaku: Evet, evet, evet, evet, evet. İnsanlar…
Kaltrina Krasniqi: Siz her gün işe gittiniz?
Skender Boshnjaku: İnsanlar, şey yapan insanlar, demek istediğim politikada, bugün hala, ne zaman fırsatım olsa Fadil Hoxha’dan bahsederim. Bir portal var, Yakova’lı insanların olduğu, kültürün olduğu yer orası, onlar kültürü geliştiriyorlar, İpek ve başka yerleri düşünsem bile, size nereden olduğunu söylemeyeceğim… Ben yerelci değilim, değilim, ben herkesi seviyorum. Yakova’yı da seviyorum, hatta soy ismimin Boshnjaku olmasından dolayı Yakova’lı olduğumu söylüyorlar, ben de diyorum ki, “Evet, evet,” çünkü orada soy ismi Boshnjaku olanlar var ve onlar Yakova’lı olduğumu düşünüyorlar, diyorum ki, “Evet,” inkar etmiyorum.
Yakova’dan bir sürü arkadaşım var, her yerden arkadaşım var. Ancak Kosova hareketinin ilerlediği tarih… 1 Haziran, hayır, 1 Temmuz, 1 Temmuz Aleksandar Ranković ve asistanı Svetislav Stefanović’in Brion Plenumu’ndaki çöküşü. 66’ yılından itibaren Kosova gözlerini açtı ve gelişti. Belki de bunlar, yüzyılın esaretinde küçük bir ışıkla gerçekleşmiş en güzel günlerdi, silahları satın alınıp toplanmasından başlayarak, Kosova halkına bir sürü problem yaratan Aleksandar Ranković’in şovenist kariyerinin düşüşü ve sonunun gelmesi. Ayrıca köyler otkupi yüzünden acı çektiler, başka… vesaire.
O zamandan sonra kosova çiçek açmaya başladı, Üniversite kuruldu, Tıp Universitesi kuruldu, başka Fakülteler de öyle, bir çok binalar inşa edildi, birçok ünlü fabrikalar kuruldu, amortisör fabrikası, Yakova’daki motor fabrikası, İpek’teki bisiklet fabrikası, Gilan’daki ısıtıcı fabrikası, Skenderaj’daki cephane fabrikası, Poduyeva’daki tuğla fabrikası ve başka.
Yani, gelişimin rol oynadığı o zamanlarda, şöyle, Üniversitede olduğuna inandığım, orada, orada, orada, sadece iki yüz bin çalışan, Kosova’da hastanede ve enstitülerde çalışan 15 bin tane sağlık çalışanı vardı. Çok fazla doktor iyi ilerliyordu, yani… Doktora, uğraşlar, insanlar Amerika’ya gittiler, gittiler… Gazmend Shaqiri doktora derecesini Prag’da aldı, diğerleri… Ben Belgrad’ta aldım ve… Belgrad’ta Fakültede bütün eğitimlerimi aldım, uzmanlık, yüksek lisans ve doktora.
Yani biz hepimiz kolsuzduk, sırtsızdık, sanki öyle olması gerekiyordu ve biz de bu yüzden görevi uyguladık ve… gerçekten de insanlara ihtiyacı olan şeyleri sunmaya çalıştım ve biz bundan dolayı onurluyduk. Bu… 1966’yılından 1980’e kadar Kosova’nın gelişme süreciydi bu. 80’ler ve sonrasında, Sırbistan kilisesinin Ulusal Şovenist Hareketi başladı, Sırbistan milliyetçileri, Bilim akademisi ve diğerleri. 1986 yılında Bilimler Akademisi bildirilerini ve Vaso Čubrilović’in direktiflerini uygulamak vesaire. Kosova devrilene, ilerleyene ve başarana kadar…
1968 yılında iş gösterileri vardı ve bende askerdim. Yani, insanların çabasıyla, gençlerin çabalarıyla, özgürlük dediğimiz şey geldi, fakat bu istekleri karşılamayı başaramayacak ve limiti olan bir özgürlüktü, bu yüzden de devrildi. Sağlık departmanı devrildi, eğitim devrildi, okul o seviyede değildi. Dediğim gibi, bizim pek bir şeyimiz yoktu fakat biz sonuna kadar kararlıydık ve onlara saygı gösteriyorduk. Bütün bunlar bugün olmayan şeyler, insanlık, sevgi veya karşılıklı saygı.
Yani sana hemen geri dönecek olursam, Aurela Hanım bana ulaştığında, ben açıkça kabul ettim ve inanıyorum ki, düşündüğüm şey sizin benim yaşam hikayem olmanız, çünkü yaşlı bir insanın yaşam hikayesi gençlerin elindedir ve her dakika gençlere yaklaşmaya çalıştım. Onların giyim tarzlarını benimseye çalıştım, çünkü bence gençlerin ve sizin jenerasyonun işleri daha zor, fakat aynı zamanda bizde olmayan bazı avantajlarınız var. Teknik, teknoloji o zamanlarda ihtiyacımız olan değişiklikleri yarattı ve bugün boşlukları kapatmamız için fırsat tanıyor, bilgi Google ve Wikipediada, sen bilgiyi alıyorsun ve avantajın da bu.
Yani, bu değişimler zihinselden daha çok teknik-teknolojik değişimler. Zihniyete gelince, yollarımız başka, biz doğal yolla yaşamaya devam ediyoruz, bu biraz da çalım atmak, sahte heyecan, çabasız yaşamak. Yani Tıp Fakültesi benim zamanımda olduğu gibi değil artık, maalesef. İnsanlar da öğrenilmesi gerektiği gibi öğrenmiyorlar, çünkü o fakültede, o fakültede, ilk tamamlayan jenerasyon Alush Gashi ve iyi çalışan diğerleri ve… başka öğrenciler de var, bugün hala tamamlamış olan öğrenciler var fakat hepsi bireysel olarak çalışıyorlar.
Yurt dışına giden insanlar var, onlar gurur duyduğum öğrenciler, Afrim Lyta gibi, o benim öğrencim, Ferid Again, benim öğrencim, onları ben çalıştırdım. Aynı zamanda bundan bahsetmekten mutluluk duyuyorum, benden sonra devam edecek birini bıraktım, onlara da dedim, “Benim cenaze defnimde, kimse benim kanatlarımı kesti diyemez…” dediğim şey buydu, “Benim cenaze defnimde…” işlerin gidişatına göre inanıyorum ki, benim ölümümü tecrübe edecekler, çünkü sessizce öleceğim ve… Törensiz olacak ve kimsenin gelmesine izin vermeyeceğim, çünkü… onlara öyle söyledim.
Fakat, bu jenerasyona dair beğenmediğim bir şey var, kime bunu sunduysam, buna Afrim de dahil ve Jusuf Ula ve Ferid Agani, yine de… Onlar iyiler, benden de iyiler… Benim düşündüklerimi kabul ettiklerini de düşünüyorum, fakat hepsi üniversiteyi terk edip kendi özel klinik ve başka şeylerini açtılar. Siyaset da bu durumu çok etkiledi, halka açık tuvaletin bekçisini bile onların karar vermesi gerekiyor, siyaset Tıp Fakültesi için karar veriyor, siyaset herşeye karar veriyor.
Yani oradaki müdür becerileri üzerinden değil de siyasal üyeliği üzerinden seçiliyor. Size söylüyorum anti komünist… bahsetmeyi unuttum Ali Sokoli, çok… sıradışı, harika, Almanca dilini yurtdışında öğrendi, Xheladin Deda uzmanlığını Roma’da yaptı ve diğerleri. Fakat eskiden komünistler Xheladin Deda’yı kızdırmıyorlardı, aslında herhangi bir kıdemli görevli ona yaklaşamıyordu. Ona sataşmıyorlardı.
Düşünün, bu günlerde Xheladin Deda’yı oradan uzaklaştırdılar. İşte bu bir şeydir… Tıp dünyasında, emir gereklidir, aynı ordudaki gibi. Burada kimin ne yapacağını söyleyemezsin. Hepsi general kesilirler, kime soracağını bilmezsin, kimi yapacağını, bir gecede yönetici olursun, biri gider, siyasi ceketiyle diğeri gelir. Yani siyasi ceket başa gelen en kötü şeydir ve maalesef ki hala devam etmekte.