İkinci Kısım
Anita Susuri: Nerede yaşıyordunuz?
İskender Muzbeg: Priştine’de ııı… yani fakülteye yazıldığımda bize yurt verdiler ama yurtlar iki çeşitti bir öyle ikinci üçüncü sınıf öğrencilerine verilen yurtlar bir de birinci sınıflara yazılanlara verilen yurtlar. Tabi o zamanki şartlara göre o zaman hiç iyi şartlar değildi. Ayakkabılarla yataklara kadar giderdik. Çok basit bir yer idi. Ama birkaç ay sonra Tan’da çalışmaya başladığımda o zaman bize bir apartman dairesi verdiler. Dört gazeteci bir dairenin dört odasını bölüşmüş olduk ve o zaman çalışmak için de şartlar çok uygun oldu bu sebeple ben zamanında fakülteyi de bitirmiş oldum.
Anita Susuri: Bu daire neredeydi?
İskender Muzbeg: Daire üç sheshir mi, felsefe fakültesinin biraz daha berisinde orada bir yerde. Aslında o daireyi müdürümüz Süleyman Brima’ya vermişlar. O kendisi Prizren’de olduğu için her gün gidip geliyordu, o daireyi bize verdi ve biz o dairede hem ders çalıştık, Bayram İbrahim orda, biraz önce andım ben orda, daha geçlerde işe aldığımız Altay Sürey o dairede. Bir de bizim bir foto reporterimiz vardı Sedat Shporta biz dört kişi o daireyi birer oda olarak kullandık.
Anita Susuri: Priştine’de o zamanlar nasıl oldu yaşamak?
İskender Muzbeg: Tabi Priştine’de insanlarla kaynaştık biz, özellikle çünkü tan öyle şey çok önemli bir gelişme oldu. Yani Türk kültürü açısından ve Tan çerçevesinde şimdi Tan’a her gün gençler geliyorlar, yazı getiriyorlar, haber getiriyorlar biz de okulları geziyoruz. Reportaj yapacaz okullar geziyoruz. Priştine lisesini, Priştine Meto Bajraktari okulu vardı bir de Vuk Karagjigj okulu vardı şimdiki Elena Gjika okulu, Meto Bajraktari’de de Türkçe sınıflar vardı Vuk Karagjigj’te de vardı ve biz onlarla hem öğretmenlerle hem öğrencilerle sıkı bir işbirliği içerisinde Tan olarak bulunduk. Edebiyat saatleri düzenliyoruz, Tan’a onları davet ediyoruz. Bu biçimde de Priştine’lilerle yakınlığımız çok oldu.
Anita Susuri: Çfarë reportazha keni bo? [arnavutça konuşuyor: Ne röportajlar yaptiniz?]
İskender Muzbeg: O zamanlarda ben kültür sayfalarında çalıştığım için çoğunlukla eğitim problemlerimiz, kültürel gelişme sorunlarımız, fabrikalarda işçilerin durumu, sosyal gelişmesi gibi konuları içeren reportajlar yapıyorduk bir de kadın sayfamız vardı. Müberra Tuna ayrı bir sayfa hazırlıyordu o da böyle repörtajlarında hep şeyler, kadınlarla çeşitli konularda repörtajları yapıyor ve burada yayınlıyordu. Yine bu kültür sayfaları içerisinde spor sayfası da vardı. Safet Rekiç spor sayfasını hazırlıyordu. Yani Tan sadece bir haber gazetesi değil, o bizim hem kültür dergimiz, hem müzik dergimiz, hatta notalarla müzik te yapan bir bestekarımız vardı o zamanlarda Hüseyin Kazaz hala şeydir, hala yaratıcılığı devam etmektedir. Onun da çeşitli çocuk şarkılarını notaya geçirmiş olması ve onu da biz Tan’da yayınlayarak böyle öğrencilere yardımcı olmaya çalıştık.
Anita Susuri: A keni shkru për shembull edhe për Kino Rinija? [arnavutça konuşuyor: Ne röportajlar yaptiniz?]
İskender Muzbeg: Şimdi evet, Kino Rinija’da tabi bazı haberler var, yani filmler geldiğinde haberler var ama daha çok bizim çalışmalarımız şeyle, gerçek derneği ile ilgiliydi. Tabi benim yaptığım reportajlar arasında diyelim, Azem Shkreli tiyatro, bölge tiyatrosu o zamanlarda, Teatro Kombetare, bölge tiyatrosunun müdürüydü, onunla reportaj yaptık. Sonra sanatçılarla yapıyorduk, tiyatro sanatçılarıyla, profesyonel tiyatro sanatçılarıyla reportajlar yapıyorduk. Arnavut olsun, Sırp olsun tabi Türkçe profesyonel tiyatro yoktu. Kino Rinija’ya bazan filmleri orada seyrederdik ama özel repörtajlarımızı şimdi hatırlayamıyorum.
Anita Susuri: Ne filmleri izlerdiniz?
İskender Muzbeg: O zamanlar çoğunlukla ya Halk kurtuluş savaşından filmlerdi yada batıdan gelen filmlerdi hep gangster var şey var ve bu çoğunlukla şey Amerika filmleriydi.
Anita Susuri: Western?
İskender Muzbeg: Western tabi batıdan. Yine hatırlıyorum o zamanlarda, tabi benim fakültede olduğum yıllarda değil daha önceye dönüyorum. İngilizce bilmiyoruz ama bir metin dolaşırdı o metine yazarsın bir iki cümle ve bir adrese yollarsın sonra postayla meğer o batıdan gelen filmlerin artistleriyle mesela o zamanlarda Gary Cooper, Burt Lancaster kim vardı daha? Onlara meğer biz mektup yolluyoruz, imzalı fotograf istiyoruz Elizabeth Tailor hatırlıyorum şimdi ve postayla bir ay iki ay sonra bizim evlerimize böyle onların imzalı fotografları gelirdi.
Anita Susuri: Sahiden mi yoksa?
İskender Muzbeg: Sahiden, çok ilginç. Sahiden onların imzalı fotoğrafları, ne onlar bizi tanıyor ne biz onları tanıyoruz ama mektup ve bu text bu metin kim isterse alıyor yazıyor ona. Orda mutlak diyor sizi çok beğendik sizin bir resiminizi istiyoruz. Yani biz içerğini bilmeden onları yazardık.
Anita Susuri: Priştine Prizren’den daha farklı idi sanki daha kasaba idi öyle mi?
İskender Muzbeg: Daha gelişmiş diyorsunuz…
Anita Susuri: Öyle mi idi? Size göre nasıldı?
İskender Muzbeg: Ya tabi, Priştine bir administrativ merkezi idi, orda hem devlet organları çünkü o zaman Kosova sosyalist özerk bölgesinin de devlet organları idari organları vardı ve Prizren’e göre Priştine zaten başkent idi ve bütün faaliyetler Priştine’de gerçekleşiyordu. Prizren bir kültür başkenti, kültür merkezi, başkenti değil de bir kültür merkezi olarak yaşıyordu. Fark belki bu biçimde ifade edilebilir.
Anita Susuri: Vitet 80 a muj me thonë, 80’ler daha… nasıl… Pak ma fshtirë u kon situata se 81’ kanë fillu demonstratat [arnavutça konuşuyor: 80’ler daha zordu cunku o sırada protestolar vardı]. Sizin için nasıldı o yıllar?
İskender Muzbeg: Şimdi, tabi ben o zaman Priştine’de değildim çünkü ben 1974 yılında zaten fakülteyi bitirdim ve Priştine’den ayrıldım. Prizren’e geldim. Tabi o politik gelişmeler insanları zorluyordu. Bayağı zor durumlar yaşanıyordu ama ben genellikle kültür konusuna ilgilendiğim için bu konulara odaklanıyordum. 80’li yılların hem Priştine’si hem Prizreni hem de diğer şehirleri çalkantılı yıllardı, çalkantılı yıllardı onları da tabi hatırlıyorum.
Anita Susuri: Prizren’e geldiğinizde ne yaptınız ne ile uğraştınız?
İskender Muzbeg: Şimdi ben Priştine’de çalışırken, Tan’da, Prizren’de bir… hala fakülteyi bitirmemişim, Prizren’de bir Refet Kiser adında bir kişi bana dedi ki bir gün böyle, dedi, “Niye Prizren’e gelmiyorsun. Sen tek çocuk, annen baban burda, Priştine’de… Prizren’e gel işte ben bir şirketin müdürüyüm” diyor. Oraya gel hukukçu olarak. Ben dedim ki ben hala bitirmedim ki fakülteyi. “Ama gel sen bizim ihityacımız var” vesaire. Ve ben böylelikle Prizren’e hala fakülteyi bitirmeden, diplomayı almadan Prizren’e geldim.
Prizren’de Universal şirketinde Hukukçu olarak çalışmayı başladım. Bir yıl sonra belediyeye geçtim Prizren Belediyesine. Ve Prizren belediyesinde o zaman hem hukuku bitirmiştim hem avukat imtihanını vermiştim. Prizren belediyesinde kamu avukatı görevini yapıyordum. Avukati publik. Jo popullit başka avukati publik. Bu kamu avukatı kurumu belediyenin malını korur ve mahkemelerde belediyeyi temsil eder, belediyenin haklarını korur. Bu görevde ben 13 yıl çalıştım, kamu avukatı olarak çalıştım.
Anita Susuri: Çka u kon diçka ma intersant që ka ndodhë, ndonjë rast? [arnavutça konuşuyor: Başına gelen en ilginç şey neydi?]
İskender Muzbeg: Şeyle ilgili bu avukatlıkla ilgili mi?
Anita Susuri: Evet.
İskender Muzbeg: Şimdi, mesela Lumbardhi… Lumbardhi o zamanda hatırlıyorum benim avukat olarak çalıştığım yıllarda Lumbardhi’yi geri almak isteyen eski sahipleri, bu yerlerin eski sahipleri vardı ve bir takım davalar açmışlardı ama o davaların nasıl bittiğini ben şimdi tam bilemiyorum. Bir başka olay belediyeyi niye dava ettiler. Mesela Has’ta, Has susuzdur, su yoktur, Has’ta su bulmak için Hırvatistan’dan bir şirket gelmiş araştırmış, araştırmış, delmiş şey su bulamamış ve onların da madem ki su bulunmamış onlara da para ödenmemiş. İŞte bu dava ile, onlar belediyeyi dava ediyor ben de avukat olarak belediyenin haklarını koruyordum. Bunu da bir anlaşmayla o zaman çözdüğümüzü hatırlıyorum. Yani bu belediye kamu avukatının görevi belediye malını korumaktır.
Anita Susuri: Si ka vazhduar pastaj puna juaj? [arnavutça konuşuyor: O zaman çalışmalarınız nasıl devam etti]
İskender Muzbeg: Ondan sonra ben şeye geçtim, mahkemeye geçtim. Mahkemede çalışmaya başladım. Mahkemede de bir on yıl yargıç olarak çalıştım. Savaştan sonra ise, 1999 savaşından sonra ise burada Prizren’de Natasha Kant için Humanitarien Law Center kuruluşunun Prizren şubesinde İnsan Hakları ile ilgili çalışmalar yürüttüm. Orada da dört yıl çalıştıktan sonra ben hem insan hakları konusunu araştırıyorum özellikle Suareka belediyesi köylerinde savaşta kayıp insanlarla ilgili çalışmalar yapıyorduk. Evlere gidip reportajlar yapıyordum bilgiler alıyordum. Tabi benim Arnavutça dilim en şey değildi. Ama savaştan sonra o evlerde çok iyi karşılandım. Arnavutça en iyi konuşmama rağmen çok iyi karşıladilar ve bize gerek bütün bilgileri her zaman bize verdiler.
Ben 75 yaşıma bastım. Geçmişe döndüğümde tabi her şeyi dün gibi hatırlıyorum ama yine de bayağı yollar geçmiş, bu arada ben şiir en çok, şiir meraklısıyım, şiirlerimi çeşitli dergilerde, gaztelerde yayınladım, bundan başka kitap olarak ta yayınladım. Örenğin ilk şiir kitabım Kaynak, 1972 yılında Sevinç yayınlarında, Üsküp’te çıktı. Ondan sonra Tan gazetesinde Yanan Sevgiler romanı tefrika edildi. Daha geçlerde Tan yayınlarında 1974 yılında, Sevil başlığı altında hikaye kitabım yayınlanmıştır. Ve yine 1983 yılında Üsküp’te Birlik yayınları çerçevesinde Gerçek başlığı altında şiir kitabım yayınlandı.
Taşa Türküler, Birlik yayınlarında 1987 yılında çıktı, Güneş Isıt Beni Tan yayınlarında Prizren’de 1997 yılında çıktı ve yine Tan yayınlarında Sülo başlığı altında bir şiir kitabım 1998 yılında çıkmıştır. Sülo benim şiirlerinde bir tiplemedir, bir tip olarak kullanılmıştır, varlığımızı yaşatan, bize güven veren o benim hem ilk müdürüm, Tan’daki müdürüm Süleyman Brima’dır. Hem de varlığımızı yaşatan kişi anlamında Sülo’yu kullanmışımdır. Bu kitaplarından Kaynak, ders kitabı olarak, yardımcı ders kitabı olarak okullarda okutulduğu için Kaynak kitabımın ikinci baskısı çıkmıştır.
Aynı böyle Taşa Türküler kitabımın da ikinci baskısı okullarda okutulduğu için, ikinci baskısı yayınlanmıştır. Kosova’da eğitime katkı anlamında ben ekip işini çok severim yine anlatayım. Örneğin Bedrettin Koro ile okullarımız için Tarih kitaplarını, beşinci sınıflar için Tarih, altıncı sınıflar için Tarih ve yedinci sınıflar için Tarih kitaplarını hazırlamışız. Bundan başka ben çeviri ile de uğraşmaktayım, edebi çevirilerle, yani kültürel çevirilerle uğraşmaktayım. Örenğin boşnak şiirinden, Arnavut şiirinden örnekleri tercüme edip, hem Tan gazetesinde hem buradaki Çevrem, Kuş dergilerinde yada Üsküp’te Sesler dergisinde, hem de Türkiyede bir çok dergilerde yayınlamışım.
Örneğin Arnavut şiirinden tercümeler çerçevesinde, Esad Mekuli’dan, Faik Beqai’dan, Muhammet Kerveshi’den, Mirko Gashi’dan, Çerkin Bytyqi’den, Selahadin Krasniqi’den ve diğer insanlardan bunların şiirlerini Türkçeye tercüme etmişimdir. Yine Rom şiirinden Kujtim Paqaku ve daha adlarını sayacak daha beş altı kişiden şiirler tercüme edip dergilerimizde yayınlamışımdır. Boşnak şiirinden de, Sırp şiirinden de örnekleri tercüme etmiştimdir. Yine Türkiye edebiyatından, Türk edebiyatından örnekleri ve Kosova Türk edebiyatı ile Makedonya’da gelişen Türk edebiyatından şiir örneklerini Türkçeden Sırpçaya tercüme edip, Yugoslavya’nın çeşitli kültür merkezlerinde dergilerde yayınlamışım. Hem Sırpça hem Romence, Yugoslavya çerçevesinde o zamanlarda hem İtalyanca bizim şiirlerimiz temsil edilmiştir.
Anita Susuri: Peki ııı… 90’lı yıllarda neyle meşgul idiniz, nasıldı bu yıllar sizin için?
İskender Muzbeg: Şimdi 90’lı yıllar tabi baskıcı yıllar idi, baskıcı yıllar idi. Ben o zamanda şey görevindeydim, yargıç görevindeydim ama tabi yargıç çeşit prosedürler var. Ceza prosedürü var, suç işleyenleri, ki o zamanlarda çok o problemler vardı ben miras prosedüründe işlerdim, trashegimia, bu çerçevede sanıyorum ki bayağı şeye halkımızın bu ilişkikleri düzenlemesinde yani miras prosedüründe bayağı katkım geçmiştir. Mesela bi kimse ölmüş onun malının şeyleri, mirasçılari kimlerdir, biz onu karara bağlıyorduk. Ayrı bi konu vardı benim, benim branşıma düşen konulardan biriydi, o zamanlarda bir kanun çıkmıştı. Apartman dairelerinin satımıyla ilgili kanun.
Önceleri fabrikalarda ailelere apartman daireleri veriliyordu kullanım için kira karşılığında ve 90’lı yılların başında bir kanun çıktı kim kullanıyorsa o daireyi satın almak hakkı vardır. İyi ama diyorum zor durumlarıdı o zaman, örneğin Prizren’de Perlonka şirketinde Sırplara bu daireleri satın almalarına izin veriliyordu. Fabrikada anlaşma yapılıyor küçük bir parayla senin şimdiye kadar oturmuş olduğun daireyi satın alıyorsun ama Sırp olmayanlarla problem vardı, niye, çünkü o fabrikada aynı o fabrikada diyelim diyor ki şey sana daireyi satmıyoruz.
Ve kanuna göre onların mahkemeye başvurması gerekiyor ve mahkemede o işlere ben bakıyorum. En az 50 dosyada benim bu kişilerinde yani Sırp olmayan Arnavut olsun Türk olsun bu kişilerinde şimdiye kadarki kullanmış oldukları daireleri satın alma hakkı vardır konusunda kararlarım vardı. Ve o kararnameyi de şirket ona satmıyor mahkemeye başvuruyor ben de karar getiriyorum sonunda o kararım deniliyor ki bu karar aslında sözleşmeyi değiştirir, kontratı değiştirir ve mahkeme kararıyla onlar o evlerin sahibi olmuşlardır. Yani o zor durumlarda bu işleri bitirmek te bayağı zor idi.
Benim kararıma karşı hemen şikayet ediyor şirket. Ankesa… Ve o daha yüksek mahkemeye gidiyor onlar geri çeviriyor taa ki bitinceye kadar ama en az 50 dosyayı bu biçimde bitirmişimdir. Yani zor yıllardı tabi ondan sonra, savaştan sonra çalışmaya başladığım insan hakları kuruluşunda, ben sonra şeyleri bu konuları da inceleyerek insanlarla repörtajlar yapıyordum. Yani hangi hakları nasıl çiğnenmiştir.
Anita Susuri: A ka pasë edhe presion tjetër, se ka qenë vendimi rëndësishëm ky që e keni bo ju… [arnavutça konuşuyor: Önemli bir karar olduğu için başka bir baskı oldu mu?]
İskender Muzbeg: Vardı, tabii… Bana mesela diyorlar, “Hadi” şey “konuşalım” çünkü bir üst mahkeme var bizim yukarı katta. Gidiyoruz, “Ne var ya” diyor “burda nasıl karar vermişssin”. Ben diyorum, “Bu kararı şeye göre vermişim, kanuna göre vermişim, kanunun şu maddesi ne diyor, eğer bir kişiye daireyi satın alma izni verilmez ise o kişi mahkemeye başvurur. Mahkeme de şartları bakar, şartlara bakar, dolduruyorsa şartları eğer sözleşmesi varsa şeyi kirayla kullanmak için, eğer ona verilmişse o daire, o zaman şartları dolduruyor” ve ben bu biçimde diyor. Ama diyorlardı, “Biliyorsun durumlar nasıl”. “Ben biliyorum ama ben kanunu gerçekleştiren adamım”. Tabi bu biçimde, benim bu dosyaları bu biçimde bitirmişim ve kimse sonunda bir şey söylememiştir. O kişiler, o kişiler şimdi o dairelerin sahibidir.
Anita Susuri: Ma herët deshta me pyt, po dolëm pak prej temës, [arnavutça konuşuyor: Daha önce sormak istedim, biraz konu dışına çıkıyorduk] eşinizle nasıl tanıştınız?
İskender Muzbeg: Öğretmen okulunda, öğretmen okulunda ben öğretmen okulunun dördüncü sınıfındaydım, eşim şimdi rahmetli eşim, birinci sınıfa yazılmıştı. İşte orada biz tanıştık ve tabii o zamanki gençlik ve tanışmalar şimdiye benzemiyor. Şimdi gençler çok başka şartlarda yaşıyorlar, buluşuyorlar, tanışıyorlar, tabii ilkin bir şey, tanışma idi, belki aylar bekliyorsun bi görüşecek misin vesaire. Ama bizim şeyimiz uydu, muhabbetimiz uydu, onun okulu bitirmesini bekledim, ondan sonra evlendik ve bu evlilikte bizim ha o da öğretmen olarak çalıştı, taa ölümüne kadar öğretmen olarak çalıştı. Bu evlilikten bizim üç çocuğumuz var, iki erkek bir de kız. Çocuklarım da Allaha şükür hepsi bitirdiler, büyüğü Esin Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesini bitirdi, küçüğü Bengi o da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesini bitirdi, kızım Belge o burada okudu ve öğretmen, eğitim fakültesini bitirdi, şimdi öğretmen olarak çalışmaktadır. Torunlarım da var, işte bu biçimde hayat sürüyor devam ediyor.
Anita Susuri: Kohën e luftës qysh e keni kalu, qysh kanë qenë ato vitet për juve? [arnavutça konuşuyor: Savaşı nasıl geçirdiniz, o yıllar sizin için nasıl geçti?]
İskender Muzbeg: Tabii o da bayağı zor aylar idi, 90’lı yılların başlangıcında zorlaşmaya başlayan toplumsal siyasi durum ve ilişkiler giderek dağa tırmandı ziddiyetler arttı ve işte savaş oldu. Ben savaşı ailemle birlikte Prizren’de geçirdim, çok zorluklar vardı. Herkes için zorluklar vardı örneğin sabah erken çıkıyoruz ekmek almak için. Biraz ekmek geliyor, birkaç ekmek ondan sonra ekmek yok. Yani hem psikolojik bakımdan çok zor durumlardı hem de çatışmalar gerçi Prizren’de olmadı ama etrafta çatışmalar oluyordu. Akşamları top sesleri ve diğer sesleri duyuyorduk bu özellikle çocuklarda büyük bir korku yaratıyordu. Savaş esnasında yani savaş bir karışıklık demek, tamamen bir karışıklık demek. Düne kadar iyi bildiğin kişi artık kendi iç yüzünü gösteriyordu ve şaşa kalıyordun. Bu da olur mu. Ama maalesef böyle durumlar da oldu. İyi ki fazla sürmedi, çünkü fazla sürseydi hem ölenlerin sayısı artacaktı hem de bu traumalar daha büyük olacaktı.
Anita Susuri: Harptan sonra siz Prizrendeydiniz öyle değil mi?
İskender Muzbeg: Harptan sonra da Prizren’de ve birden işte o zaten bu savaşla ilgili Natasha Kand için o kuruluşunun savaşla ilgili çalışmaları vardı ve ben işte savaşta yaşananları bir çeşit yazarak raporlar hazırladık. Sonra bizim rapolarlarımız Natasha Kand’ın aracı, kuruluşu aracılığıyla hem Lahey mahkemesine gönderiliyordu hem de Avrupa’nın çeşitli kurumlarına gönderiliyordu.
Anita Susuri: Këto punën e keni bo deri në penzionim a po?
İskender Muzbeg: Hayır, şeye kadar, dört yıl, dört yıl sonra o kuruluşun Prizren şubesi kapandı ve ben avukat olarak devam etmeye başladım. Natasha Kandiç’te çalışırken bir gün o bana dedi senin bütün şartların var, avukat niye kaydetmiyorsun avukatı. Ya dedim düşünmemiştim, dedi bizim kuruluşta avukat olarak çalışırsın. Çünkü o zamanda savaştan sonra, savaş suçlularıyla ilgili bazı mahkemeler başlatılmıştı. Gilan’da vardı, ben mesela Gilan’da gitmişim, İpek’te ise monitoring olarak, gözlemci olarak gider ve raporlar hazırlarsın, öyle ki şeyde hatırlıyorum Gilan’da bir ölüm olayı vardı. Yani iki üç kişiyi öldüren bir Sırp ve onun dosyası vardı. İpek’te ise yine ha, Prizren’de de bir savaş suçuyla ilgili, Rausa’dan bir adamla ilgili vardı. Ben bunları yani, şey olarak, gözlemci olarak mahkemelere katılıyordum ve kendi raporlarımı yazıyordum.
Anita Susuri: Şimdi nasıl geçiyor zamanınız?
İskender Muzbeg: Şimdi ben, ben emekliyim ama hala avukat olarak, şimdi özel avukat olarak biraz yani gücüm yettiği kadar çalışıyorum ama amacım, isteğim, biraz benim bu yıllar boyunca yapmış olduğum yaratıcılığımı biraz daha düzene koymak, şiirlerimi bi yeni baştan hazırlayıp, yeni kitaplar yayınlamak. İyi geçiyor biraz önce dediğim gibi torunlar var. Onlarla da uğraşıyorum o ayrı bir tatlılık.
Anita Susuri: Nëse doni edhe diçka me shtu për fund… [arnavutça konuşuyor: Sona eklemek istediğiniz başka bir şey varsa…]
İskender Muzbeg: Jo, faleminderit. [arnavutça konuşuyor: Yok, teşekkür ederim]
Anita Susuri: Faleminderit edhe juve shumë… [arnavutça konuşuyor: Ben de çok teşekkür ederim…]