Sevim Baki

Priştine | Date: 13 Ocak 2019 | Duration: 72 dakika

Ben da çok küçükken işte Emel Sayın şeyi, sevda sevmessen… varimiştır bi Rüzgar şarkisi, çok küçük imişım, onun taklitını çok yapardım. Şimdi gelırdi bazan halam kızlari, yada teyzem kızlari yatiya hemen derdım, ‘Stey misınız ben klibını yapam Emel Sayın’ın?’ otururdum, atardım yere şilteleri yastıklari böyle, saçlarımı bitarafa {elleriyle gösteriyor} bulnuz bişe üflenız bana fenle, uçussun saçlarım güya, hem yapam klibını onun. Yani üle bi merak. Onlar da beni alkışlardi. Misafir gelınce babam, ‘Hadi şarkı söyle’ falan. Demek şimdi deym bunlar onun habercisiydi ki ileride banım var bi şeyım olsun.


Ebru Süleyman (GÖRÜŞMECI), Donjeta Berisha (Camera)

Sevim Baki 1972 yılında Priştine’de doğdu. Sevim hanım lisans diplomasını Priştine Üniversitesi Filoloji Fakültesi Türkoloji bölümünden aldı. Kendisi Çevre ve Alan Planlama Bakanlığının İnsan Hakları Departmanında çalışmakta. Sevim hanım aynı zamanda Priştine’deki Türk halkının tanınmış sanatçılarından biri. Şu anda Yunus Emre Enstitüsünün bir parçası olan Türk dilindeki kadın korosunun öncülüğünü yapmakta. 

Sevim Baki

Birınci Bölüm

Sevim Baki: Ben Sevim Baki, 1972 Priştine doğumluyum. Türk ailesinin, yani gazeteci, yazar Enver Baki ve Vıçıtırın’lı Remziye Baki’nin üçüncü kızıyım. Benden sonra bir erkek kardeşim de var. Dediğim gibi Türk ailesinden geliyoruz, her zaman Türkçe konuştuk, Türkçe okuduk, daha sonraki konuşmalarımızda neden benim orta okulu, üniversitemi değişik dillerde bitirdiğimi yavaş yavaş anlatırım.

Ebru Süleyman: Evet, isterseniz biraz çocuklugunuzdan bahsedebilir misiniz? Nerde ceçirdınız çocuklugunuzi? Hanci mahallelerde, hanci semtlerde Priştine’nın?

Sevim Baki: Evet, çocukluğumu dediğim gibi ailenin dört çocuğuyduk. Priştine’nin bayağı merkezi sayılan Kadeşlik Birlik Sokağı numara otuz yedi diye biliyorum çok iyi (gülümsüyor). En önemlisi var olan, maalesef kapatılan Priştevka derenin tam yanında evimiz bulunuyodu, bi de Meto Bayraktar ilk okulunun beş, on beş, yirmi metro yakınında evimiz bulunuyodu. Her şeyimiz yakın ister ailem için pazar yeri, ister postane, sağlık merkezi, çoçuklar için okulumuz, her şey, her şey şansızımıza çok yakındı. Çocukluğumuz çok iyi geçti, kardeşlerimle çok yakın yani dört yılda üçümüzün yaşları, birimiz 69 ben 72’ye kadar demek üç kız çocuğunun olması çok iyi bir şey, avantaj, çünkü hepimiz arkadaş gibi büyüdük, ortaklaşa eşyamız, ortaklaşa oyunlarımız, arkadaşlarımız bile hep ayniydi yalınız biri birinci sınıftayken diğeri ikinci, diğeri üçüncü sınıfa gidiyordu. Aynen kardaşım da 73’te doğdu, erkek kardeşim. 

Hatırladığım kadar küçük, tombiş, çekingen, sessiz bir çocuktum. Resimlere bakınca işte annem de anlatırdı, her zaman tombiş bembeyaz bi de saçımın her zaman annem tarafından bildiği kadar böyle punca dedığımız o saç modelleri {elleri ile tarif ediyor} şeyler yapılırdı. Çok beyazlığımdan ötürü, çok iyi hatırlıyorum dedem Sadik’in bana vermiş olduğu bir lakap varimiştır, pamuk Sevim. Hatta babamın bütün yazilarında ben Sevim diye geçmem, pamuk Sevim diye geçerım. Bunu da en çok babamın halasi Habibe hala, Üsküp’te yaşardı ama sık sık bize gelirdi, dedemin işte kardeşi Habibe halamız bana her zaman anlatırdı herhalde kardeşinin özleminden kalan bir hatıraydı o bizim, benim adım. 

Okulumuz çok yakındı dediğim gibi, mesela evimiz ortadaysa bir yaımızda bir köprü, bir yanımızda bir köprü, yani sağımızda solumuzda eski köprüler vardı okula gitmemiz için. Priştevka deresi hemen önümüzde, çamur içinde bir mahalle, işte hatırlarım çoğu zaman annemın her zaman azarlardı “Atık bu çamur işinden kurtulacak mıyız, günde kaç defa bot, çocukların botlarını yıkıyorum…” falan filan ama işte bildiğiniz üzere herkesin o zaman böyle çamurlu mahalleler vardı, dere ya, köprüleri da çok iyi hatırlarım her zaman yıkık dökük hatta ağır taşıtların geçtiği zaman da onların yıkıldıklarını duyardık ta evimizin içinden, bütün mahalle çocuklar koşup bakardı, ne görelim şeyler düşmüş bayağı kamyonetler, ağır taşıtlar düşmüş çıkaramıyorlar.

Onun sonrası da zorlu bişey niye, çünkü günler geçer o köprü tamir edilemezdi, işte bunlar hepsi hep çocukluk hayalimdendir. Ortaya böyle, küçük ayagın basacagi kadar tahtalar koyulurdu, şimdi geç geçebilirsen, biri geçer, biri geçemez, biz çocuklar diğer tarafta kalırdık. Sokakta oynarken hep görürdüm çocuklar oyun yapar böyle durur {elleriyle gösteriyor} geçerlerdi o tahta üzerinden bir de kıyaklık yapayım diye kıram o korkimi naparım bi gün ben de denemek isterim işte annem hep anar bu şeyleri güleriz, ben düştüm, iki ,üç adım sonra yere düştüm.

Ebru Süleyman: Dereye mi?

Sevim Baki: Dereye düştüm da dere kirli! Taş içine, bütün kara sular ordan geçerdi ama işte çocuk, çok küçüktüm hatırlarım. Avaz avaz ağladım ama en büyük korkum, dere çok derin değildi, bazan çok çıkar bazan da çok düşük kalırdı suları ama işte pis bir dere. Hatırlarım, çok korkmuştum çünkü annem her zaman düşmeyelım diye, dikkatli olalım diye derdi ki “Deniz anası alır, yaklaşmayın, çok yakından bakmayın!” işte böyle korumaya çalışırdı zavallı, napsın biz çocuk gibi sokakta da bazen oynardık. İşte bu anneme ağlayarak sızlayarak gittim e geçti, o da bağrmadı olur dedi böyle şeyler. Dediğim gibi okulumuz çok yakındı, gidip gelirdik, gün içinde iki üç defa lazım ise eşortman bile değişmek falan o kadar.

Ebru Süleyman: Meto Bayraktar’da okudunuz. O zamanlar Meto Bayraktar’da Türkçe varidi.

Sevim Baki: Meto Bayraktar’da okuduk, evet Türkçe vardı bide Vuk Karadžić dediğimiz o ilk okul şimdiki Elena Gjika oklunda Türkçe okunurdu. Çok öğrenci yoktu, biz mesela yedi sekiz kişiydik bi sınıfta. Hatırlarım, da çok kız galiba, üç erkektik. Aynı diğer sınıflarda da durum aynıydı ama çok… birbirimize böyle arkadaşlık şeyi daha yakın. Yani bide en büyük avantaj deym avataj da bizim için sıkıcı, her gün aynı öğretmenler tarafından çok çocuk olmadığı için sorulmamızdı. Anlatayım, mesela mahallemiz önceden çok karışıktı, çeşitli dile mensup olan, dedik ya Kardeşik Birlik zaten mahallemizin de adıydi.

Ebru Süleyman: Kardeşlik Birlik şimdi nerde demek düşey orasi? Peşinden nerdeydi tam olarak şimdiçi cünümüzde?

Sevim Baki: Dere tam {eliyle gösteriyor} nerde şey, nasıl diverem, bahollar var, araba tamircileri var, tam Meto Bayraktar’ın araksi geliyo, Priştevka’nın geçtiği yer, bütün o yol Kardeşlik Birlik yoluydu, taa aşariya kadar.

Ebru Süleyman: Orasi şimdi nedir bu UÇK caddesi ne deylar orasi idi Divan yoli, orda Meto Bayraktar yan tarafında, Tophane’ye dogri mi orda bi yerde mi?

Sevim Baki: Tophane daha arkada düşey ama işte o yol baglay Priştevka, bir mahalle arkasi Tophane geliyo.

Ebru Süleyman: Tamam, demek oralari ev idi yani.

Sevim Baki: Evet daha da ev, şimdi binalar gerçekleşti zaten babam da 15 yıl önce çıktı ordan, burdaki yeni binalara taşındi. Babamın çıkma sebebi apayrı bi şey idi, erkek kardeşim Kanada’ya geçiş yaptı, biz üç kardeş te zaten evli idi, ev çok büyüktü avluluydu, onlar da zaten yaşlanınca apartmanda yani şeyde yaşamak istedilar, o ev satıldı, komşular alındı. Ev geçe kadar duruyordu hiç bozulmadı, önünde binalar yapıldı ama bildiğim üzere şimdi arka tarafında plan aldığı için otarafları da yüksek binalarla doldu. 

E işte şimdi büsbütün değişti onun izi bile kalmadı hani öncelikle o çamurlar kalktı, dere yok, köprüler yok, dükkan… deyemem ki çok dükkan açıldı belki de yalnız o ev sahiplerinin altında çalışabilecek bi dentist, bi dogramaci dedıgımız bizim o şeylerle, makinelerle, şimdi cam kapı satıyolar galiba, o kadar fazla dükkanler arabaci böyle auto mekanik çalışanlar var hepsi kendi şeyinde çalışan insanlar, böyle kiraya veren çok çok dükkanlı bir semt dil hala ama demek istediğim küçüklükten beri üç dil konuştuk, bazan araştırırım ben Türkçeyi, Arnavutçayı, Sırpçayı nasıl öğrendim, hiç farkında değilken öğrenmişiz biz üç dille büyümüşüz yani evde Türkçe konuşur, okulda Türkçe konuşur ama ilk komşumuz Sırplı, üçüncü komşumuz zaten hatırlarım şey imiştırlar üç aile bir avluda, şey imiştırlar. Haşkali çok titiz, temiz ve Türkçe konuşan insanlar, hem Arnavutçe hem Türkçe konuşurlardı, onun da öteleri Arnavut. 

Sağımızda Arnavut komşularımız vardı zaten evimizden daha Meto Bayraktar’i geçer geçmez hemen varimiştır Çingene Mahallesi bilinırdi. Oraya zaten hiç sevmezdık geçelım o taraflara o kadar, işte onların o evleri yıkık dökük mahalleleri, girilmezdi sanki yasakti o taraflara gidelim, biz okulumuza gider bubi yollari kullanırdık.

Ebru Süleyman: Bu Meto Bayraktar’dan tren yoli tarafına mi?

Sevim Baki: Evet tren yoluna, bide bütün mahalle, gelirdık Meto Bayraktar’ın hemen nice girirsın Meto Bayraktar sokagına o devaman o yol bütün Çingene Mahallesi imiştır, yıkık dökük, şimdi şaşarsınız onlardan iz bile kalmadi, bütün yeni binalar hatta geçtiğimizde gene vardır o his ayy nerden geçiyoruz ama çok güzel binalar yapılmış olsun ki plansız güzel dil hiç ama yüksek güzel yolumuzda bu ana yol işte Vıçıtırın yoluni baglay çok taşıtlar geçey bu yoldan.

Ebru Süleyman: E demek Aşkaliler farkli yaşaydilar Romlar başka türli?

Sevim Baki: Romlar bütün farkli, bizim Aşkali komşularımız çok titizdi çok terbiyeliydilar, kültürliydilar, saygiliydilar hatırlarım çok iyi bazan annem gönderirdi, “Cidey misin Makbule abladan bi tepsi al.” ya bişe kalmiş fena baklava yazıcak, merkazsız onlardan istedığımızi alabilridık.

Ebru Süleyman: Onlar hanci dilde okula cideydi?

Sevim Baki: Vala onlar Arnavutçe yada Sırpça hiç bilmem, hatırlamam. Bi Şenol varimiştır o ablamle Türkçe giderdi, çoğu imiştır Türkçe, birileri Almanya’ya çıktı orda çocuklari oldu da çok Arnavutçe konuşidilar ama çocuk bi Cakovali kadın üçünci evde ne yaşardi, çünkü bi avluda üç kardeş yaşardi, birinın hanımi Cakovali idi, ne kadar geriye gittim şimdi hemen yavaş yavaş hatırlıyorum, onlar Arnavutçe gönderirdi, ilk ev imiştır onlar Türkçe konuşurdi ve son ev Türkçe ama onlar bütün çocuklari Almanya’ya çikmiş idi, yaşlilar orda yaşardi.

Ebru Süleyman: E sizın avluda bitek sizın evınız varidi?

Sevim Baki: Bi tek biz ama önceden nasılsa işte babam aldığında herahlde çok eskiden dedem da ne zaman almiş bizim evi, komşi Sırplinın evi bi tek bi tarabalarle ayrılırdi, biz taraba derdık, “hop kırdın tarabalari, koru tarabalari, düşmiş taraba, yaşetme çok şeyolur” odundan yapık öyle sıra sıra taraba, hiçbi sorunumuz olmazdi kalkınca sabah sabah “Dobro jutro!” [Günaydın] onlar bize “Günaydın!” derlerdi (gülümsüyor). Hatta kızlari bizden çok daha büyük yaşça hep severdilar öğrensınlar Türkçe derdilar “Gelin bizimle oturun bütün gün biz sizden Türkçe öğrenelim, siz de bizden Sıprçayı öğrenin.”, hatta Čika Mile işte o yaşlı adam her zaman Türkçe konuşurdu, eski demek ki belliydi ki eski bütün kasabalilar Sırplı da olsun Arnavut ta olsun her zaman Türkçe bilmişlardır. 

Şaşırırdın, Sırpli adam bütün çocuklari Sırpçe okuyor, bütün ailesi Sırp, adam çok güzel Türkçe konuşurdu rahat rahat, onlar bize bayram için gelırdi, biz onlara bayram için giderdık. Dedığım gibi bi tek işte o taraba bizi ayrırdi bi kapicik vardı hiç bi sorun yaşamamişız hayatta onlarle, hatta hatta geçlere kadar hanım öldüğünde, işte beyefendi öldüğünde hep telefonlaşmişızdır arada.

Ebru Süleyman: Hatırlaym bana da divermiştır annem babam kasabadaçi hem Arnavutlar hem Sırplar süleydilar Türkçeyi ayni bizım cibi demek hiç farkolmaydi hiç bişe herçez süleymişlar. Evde hem okuldaçi Türkçe farkli miydi çok fazla nasıl idi?

Sevim Baki: Tabiki, tabiki şimdi bilmeym niçin babam gazeteci yazar ugraşırdi bize öz Türkçeyi konuştursun, derdi mesela çok getırırdi Ayşegül dergilerini varimiştır çok güzel, renkli Türkiye’den herhalde tanıdıkle mi ismarlardilarda mi bize getırırdi veç çocuk dergileri. İlla teşvik ederdi okuyalım, bizimle beraber olamasa da hep işte çalıştığı için, gazetecilik dışarda işler hep yollarda, o uğraşırdi bizi okutsun. “Lütfen okuyun ve geldiğimde bana anlatacaksınız.” derdi. 

E okulda öğretmenlerimiz da mesela aranızda çocuklar anlatamam saniyede herahalde sizde yaşamişınız burdaçilerin “Nasılsın, eymisin?”, öğretme çağırınca hemen biz öz Türkçe konuşurduk. Hem bişey da ne var önemli ben mesela kendimce yazı dilinde, telefonda bile olsun başka Türkçeyle yazamam öz Türkçe yazarım, oni kullanırım yani öyle olması gerekir bence çünkü yazıda hepimiz aynıyız zaten insan kendi değerlerini yazida gösterir. 

E şimdi her zaman o aklımdadır yani yazida, telefonda bile mesajlaşsam, mail yazssam, sen bana bişey dikte etsen da ben öz Türkçeyle yazarım ama konuşma aniden değişebilir, bikaç şeyde değişebilir, etkilenebilir. Bu neden böyle ben de bilmiyorum belki annemın etkisi Vıçıtırın’li olduğu için farkli konuşmiş Türkçeyi. Ki annem çok destek olmiştır Türkçe konuşalım, Türkçe okuyalım herşey içın annem çok destek ama Türkçeleriyle Vıçtırın Türkçesi imiştır.

Ebru Süleyman: Çok fazla fark var mi Vıçıtırın’le Priştine Türkçesınde?

Sevim Baki: Vallay ben çok fark edememişım ama evlendıgımde benimle gülerdi eşimın ailesi kaynanam işte kaynım derdilar “Ay sen farkli bi türli da kaba konuşisın!”, bi türli inadıma gelırdi, eşım Priştine’li, annesi Priştine’li, babasi da Priştine’li babasi Bırvenik annesi Ömer, onlar biraz da bilmeym Priştine’li dili nasılsa artık. Sonra onlar gülünce ben fark etmeye başladım çünkü herhalde aileler, ailem tarafi teyzemler çok, dayımlara çok giderdık onlar da kaba konuşurmiş. Halam da var banım Vıçıtırın’da ama halam burdan gitme olduğu için herhalde oni değiştırememiş. Mesela çoğu bana Sevim demez Sevım der, niye anlayamam deym oka zor mi Sevim demek, mesela… 

İşte var o farklılıklar var, bildiğiniz üzere ağız dilleri Kosova’da, demeyem şive ya da lehçe onlar daha değişik dillere değiştırebilirlar dilleri da lehçeler ama bizım az değişiklikler yanlız sözler ve ses tonlari başka kullanılabilir onun için ister Prizren’deki fark büyüktür, etkisi olmiştır Arnavutçenın, Sırpçenın, Türkçenın bi arada konuşulsun. Vıçıtırın işte kaba dedığım gibi, hatta hatta Mitroviça’yi da geçte başlamişım deneyem bazi ekleri var “tigana, ettım ga, ettım ga” duymuşum arkadaşlarımdan. Gilan’ın da bence Gilan çok temiz konuşur, bizım gibi ama işte onlar da uğraşır, var, var bi ses tonlari başka. Priştine’de da, bilmeym, aileden aileye, yani nasıl etki olurse belki ailede, babada bişey yapar çocuklara, aile da çok etki yapar öz Türkçe konuşurlar ama inanın hayır aralarında çocuklar bu günki günde da gene bizım Türkçeyle konuşur, öğretmene karşı, ders anlatıldığında karşı öz Türkçeyi konuşabilir.

Aslında ben üniversitedeyken Türkoloji bölümünde, bayağı Türkiye’den gelen edebiyatçı hocalarımız illaki derlerdi “Türkçe tamam ama biz sizın Türkçenızi begenisık, koruyun, bize bu ağızlar lazım”. Bütün demek dünyada nerde varise Türk dilleri onlar toplay, derlendiri hem o bir kolunun bir bölümi olarak sayılı, bütün bölgelerde nerde ne kadar ağız var diye değerlendırılidi. Bizde şimdi hep böbürleniyoruz, gülüyoruz arkadaşlar, deym gerek yok öz Türkçe konuşalım bize onay çıktı bizim dili konuşabiliriz.

Ebru Süleyman: Zaten herahalde belçi da birazçik şeyın etkisi var burda sözlü olarak veç kalmasının etkisi var, hiçbir zaman standardize edılmemiş bi Türkçe o yüzden standart Türkçeyle yazmak okumak daha kolay olmiş herhalde zamanle belçida.

Sevim Baki: Konuşmaya gelince dedığımız gibi önceden çok daha farklıydı, daha çok aile Türkçe konuşurdu, şimdi hatta iş yerinde bile bakanlıkta çalıştığım için, biliyosunuz son 20 sene işte savaştan sonra çok… göç eden demeyem köylerden inen halk oldu. Hepsi burada okudi ama Türklerın var olduğuni bile bilmeylar. Sonra ben ne zaman deym kasabalilar hep, dey “Ne? Ben hiç duymadım var mi Türk burda?” yani var öyle. Gençlerde bilhassa çünkü herhalde o bölgelerde hiç Türk yaşamamiş çünkü Türkler hep merkezde olduğu içın herhalde yokimiş hem Türkçenın var oluguni bile bilmeylar.

Ebru Süleyman: Müzikle sanatle ne vakıt ilgilenmeye başladınız? Çocuklugunuzda var idi mi bi ilgınız? Anlatırın biraz nasıl bi çocuk idinız üle da usli çekingen ama diğer taraftan da sanatçı bir kişiligınız da var imiş demek.

Sevim Baki: Evet, çok utangaç imişım, konuşmazdım çok, bazan deym herhalde iki ablamın benden önce olduğu için, söz hakkı hiçbir zaman verilmemiş ki öyle değil, biz hiçbir zaman aramızda sorun yaşamamişız “Bu büyüktür, konuş!” falan annemız da öyle bi ezıklık yapmamiş. Her zaman hakkımız varimiş ama hatırlarım ki nasıl heryerde utanmişım. Bikimse sorarse bişe utanmişım herhalde çok küçükken yaşar bütün çocuklar üle bişeyi. Kendımı bildım bileli hep müzik içınde hem büyümişım hem alınmişım müzikle. 

Nasıl mi, şimdi bilmeym babam çok anlatırır dayisi varimiş, Şerif dayi Dört Lüle Mahallesinde. Annem da anlatır der onlar def, darbukayle evde oturmişlar, hep şarkilarle, büle bi oturma olmiş mi bütün günlüğüne kızlar gitmiş annesine, koşmiş hala teyze gelmiş ama hep def, darbuka dey dayim çok şarkı söylerdi. Şimdi bizde çocukken belki etkilenmişız hep onlar kalmiş kulakta. 

Annem babam burda yaşanan, örgütlenen her bir konserde hatırlarım yanlarında imişık. Her yere alırdi. Hem o gelmiş işte Prizren’den gelmiş Üsküp’ten ister tiyatro ister cemiyetler… hatta hatta Emel Sayın da geldiğinde var sahnelerde resımlerımız nasıl oturmişız şte dinlemişız. Hatırlarım zaten çok ayan hatırlarım o sahnelerini yani her biyerde Türk şeyi olarak katılmişık. Zaten babam ister Tan gazetesinde kurucusu, radyoculuk, gazetecilik ne varise burda kurumların çaba veren bi kişiymiştır. Yaşatılmasında, tanıtılmasında… Onun için ne olurse olsun onlar hep ilk aile olarak her yerde varidilar. Herhalde onların da etkisi, ama şte diğer ablalarım öyle dil. 

Ben da çok küçükken işte Emel Sayın şeyi, sevda sevmessen… varimiştır bi Rüzgar şarkisi, çok küçük imişım, onun taklitını çok yapardım. Şimdi gelırdi bazan halam kızlari, yada teyzem kızlari yatiya hemen derdım “Stey misınız ben klibını yapam Emel Sayın’ın?” otururdum, atardım yere şilteleri yastıklari böyle, saçlarımı bitarafa {elleriyle gösteriyor} bulnuz bişe üflenız bana fenle, uçussun saçlarım güya, hem yapam klibını onun. Yani üle bi merak. Onlar da beni alkışlardi. Misafir gelınce babam “hadi şarkı söyle” falan. Demek şimdi deym bunlar onun habercisiydi ki ileride banım var bi şeyım olsun. 

En büyük etkisi ne olabilmiştır, çok küçük yaşta baba dört çocuguni Gerçek kültür güzel sanatlar derneğinde göndermiştır. “Gidın aktif olun!”. Zaten Gerçek Derneğı’nın bütün Türklerin çocuklari orda imiştır. Hepimız aktif, ister folklorda, ben folklorle başladım ondan sonra yol esnalarında şarki süler, ya gençler gitarlarle, biraz mırıldanırdım üle, “Hade hade Sevim sesıni ver! Zaten kız sanatçi, hade a ne güzel kulak var sende” şey beni teşvik ettilar. Hep otobüsün son sıralarında giderdık gençler gitarlar şarkı söylerdım. 

Sonra işte o dönemde Faks gurubu vardı genç bi hafif Türk müziği gurubu. Priştine’nın Gerçek güzel kültür sanatlar derneğinde, ilk modern böyle Faks gurubu, onlar da “Gelır misin Sevim, Gerçek’te çalışalım bi grup yapalım?” vala öyle başladım. Sonra onlardan birileri askere gitti, aralarında eşim de o dönem askerde tanımıyorum bile, geldiğinde deylar “Var bi iyi sazci, ud çalar” falan filan. Tamam, başladık söyleyelım o dönemde Rasim abi Gerçek’te konserler olurdi, ama ayni zamanda Rasim abi orkestresiyle katılırdi destek olsun diye. Çok beğendi.

Ebru Süleyman: Rasim Salih o zamanlar radyoda çalay…

Sevim Baki: Radyoda, ilk defa 51’ınden beri ne zaman kurulmiş bütün bu kurumlar, radyoculuk, habercilik, televizyonculuk, ikinci bölümde hemen kuruli hem Türk orkestesi, profesyonel orkestesi, işte Rasim abi o dönem toplay gençleri kimi güri da yetişkin, teşvik edey, eşımi da o zaman ali oraya. Eşim aynı zamanda Gerçek’te ilk aktivitelerıni…

Ebru Süleyman: Gerçek o zamanlarda nerde bulunurdi ?

Sevim Baki: Aynı şimdi bulunduğu yerde. Yok! O dönemde… yanlış… O dönemde nasıl anlatıyim, ayni bu merkez yolu, bu yolun sonunda vardır, şey varimiştır kütüphane onun öncesi bi yol, Bölükbaş’ların yoli dil, e işte o Bölükbaş’ların evının sokagi dil diğer sokak ama o sokakta da bi Türk amca vardı Recep abi, o açardi o kapardi onun bahçesınde.

Ebru Süleyman: Belediye tarafi mi yokse bu taraf Divan yoluna dogri mi?

Sevim Baki: Divan yoluna dogri, hemen büyük bu büyük tunel var ya şimdi geçitler ne var binanın altında, onun sagında, Boks Kulübu’nun yanında hemen ama girış daha merkez tarafiyidi orda. Gidılırdi, bütün bence en güzel dönemım, en aktif dönemım, en başarılı dönemım işte bu dönemımdi, genç bekleyemezdık gidelım.

Ebru Süleyman: Kaç yaşınızda idınız?

Sevim Baki: 14 yaşında idım, biz folklorle başladık üç kardeş hatta Suna biraz daha geç katılmiştır.

Ebru Süleyman: Folklör hem müzikten başka neler yapılırdi Gerçek’te aktiviteler?

Sevim Baki: Aktiviteler var imiştır o dönem çok, o dönem başladi mi bikaç yıl sonra mi hatırlaym provalar tutulurdi tiyatro. Tiyatro tutulurdi, hatta ablam da oynamiş idi tiyatroda bişey ondan sonra katıldi şte folkora. İşte bu folklorculuk yaparken deym ya yollarda şte şarkıcılık falan beğenildi ses, çikaysık konser var Kaçanik’ta 86’sında, deylar “Yok Sevim, senda çikacan! Ne okuyalım?”, “Size Selam ve Karanfil Bestesi” o zaman seveydık o Türküleri. Çiktım, sağ olsun Şükrü abi, Zeynullah, heycanım çok vardı, hep yanımda duridi “Sevimcim korkma hiç, herkes sanın için bi hiç, sen düz bak gözlerıni kimsenın bakma bu taraflarına {elle gösteriyor} başının son kısmına ve şarkını söyle, hiç merak etme güzel olacak!”. Hatta folklör eşaylariyle hem oynaydım hem çiktım süledım. 

Şte ondan sonra radyoculuk başladi, radyoda 90’a kadar 80’e yakın kayıtlı şarkı, Türk sanat müziği ve hafif Türk müziğinden eserlerım bulunmakta. Çok aktif idim sonra 18 yaşım bitti bitmedi, orta okul hemen beni… Bunun öncesi da var Nesret Yakupoviç işte Prizrenli baş sorumlu Priştine radyosu Türk oskrestesi için idi kadın olarak. O üzerimde durdi çok “Sevim lütfen müzik okuluni yazdır, orta müzik okuluni, sen çok yeteneklisın, bi çello enstruman mi alırsın, sesıni mi işetırsın, lütfen orkestreye ihtiyacı var.” İşte o zaman eşım da genç, dedi biz zaten bi grupta çalışidık dey Sevim istersen bak ilgilen gitme normal lise okuyasın, yazıl şeye [müzik okuluna] işın da belli. 

Bi teşvik oldum bi şarkidan başladi herşey, folklorle bi şarki okuym orda burda. Ondan sonra girdım orta müzik okuluna, gittım kaydımi yaptıram. Adamle Arnavutçe konuşim ama Sırpçe isteym yazdıram. Neden? Bizim çok komşularımız dedım ya var idi Sırp arkadaşlarımız hem komşularımız hatta okulda birer ders Sırpçe okunurdi yerli dil olarak.

Ebru Süleyman: Elena Gjika’nın karşısındaçi müzik okuli mi?

Sevim Baki: Stefan Mokanjac imiştır o zaman, gideym yazdıram, adam da dey “Sen gayet güzel Arnavutçe konuşisın, bunların kontenjanı dolu ama dey sen istersen Arnavutçeye kabul edebiliriz.” Çünkü Sırpçanın mesela numarasi çabuk dolaydi fazla çocuk alamaydilar banım için dedım hatırlarım “Önemli hiç dil, ben ne Sırpçeyi ne Arnavutçeyi iyi bilmeym ben Türküm”, “Tamam” dedi “Kaydını Arnavutçe yaptırisık çünkü orda yer var kontenjan dolu dil.” 

Girdım, okudum dört yıl, çelloyle başladım ama kadro eksıklıgi varidi Makedonya’dan gelidi hocam, 6 ay sonra o gelemedi artık hastalandi bi yaşta adam idi, kaldım napiyim ses şeyine… konservatuar bölümünde bitırdım dört sene, azıcık piyano çaldım. İşte o dönemde dedığım gibi hem liseyi bitırmek yeni dil üzerine hem en dönemımın en aktif dönemiydi. Ne kadar hatırlarsınız bilmiyorum, Kosova Akorları varidi, önemli festivaller, Prizren’de Zambak, ki ben en büyük ödülü o yıl ne katılmiş idim [aldim]… Hatta Barış Manço idi o zaman misafir Türkiye’den getıtırılmiş şte, işte o senede ben seyirci ödülünü kazandım bir Türk olarak. Akorlarda her zaman ikinci yer, altın mikrofon, gümüş mikrofon ödüllerine layik görüldüm. Bestelerımi, her zaman yerli besteleri okumişım Şemsi Mecihan’ın bestelerıni ki Şemsi abiyle çok böyle şey olarak çalışırdık, çok iyi bi adamdı iyi bir besteciydi. Beş alti şarkisiyle hep derece kazanmişımdır sayesinde. E yani böyle.

İkinci Bölüm

Ebru Süleyman: Bu bahsettiğiniz şeyler festival miydi?

Sevim Baki: Kosova Akorları festivaldi evet,a Prizren Zambağı bunlar yılda bir yapılan, hep daha da tutulur, Prizren’ın kültür bi yer olarak anımsadığı için, suyi olduği için Prizren Zambağı festivali o da çagırılır o da yılda bir yapılır. Ama bu Kosova Akorlari üç dilde, bide her zaman radyo tarafından, profesyonel radyomuz Priştine radyosi tarafından örgütlenırdi mecbur imiştır her zaman Sırpçe bir şarki iki ve Türkçe bir yada iki. Ben hem hafif müzik bölümünde ikinci gece okurdum bazan eser bazan da okurdum sanat müziği demiyim ama daha modern Türk müziği ilk gecede. İlk gecede imiştır daha ağırlıklı böyle sanat, ikinci daha hafif müzik, ikisinde de Şemsi abim besteleriyle. 

Hatırlarım gelmiştır teklif Tomor Berisha’dan bi iki defa “Gelır misin Arnavutçe okuyasın?”, rica ederdi “Gel, değiştir biraz janreni, Arnavutça da oku, çok seviliyorsun çok ünlüsün.” Ama kabul etmemiştım zaten Türklerın bi sanatçisi yok, işte o şeyle demişım yokse belki giderdım düşünsaydım maddi taraftan kazançlari. Ama “Hayır.” diyodum, “Sizın yeter sanatçılarınız var ben oraya taşınırsam zaten sonra Türklük nerde kali?” ve gitmemişımdır.

Ebru Süleyman: Bu festival Priştine’de mi yapılidi?

Sevim Baki: Evet her zaman, çünkü merkezi radyo, başkent olduğu için, radyomuz burda olduğu için her zaman Kırmızı Salon’da tutulurdu, o salonlar ugraşılırdi da güzel bir görünüm görsün, kırmızı halılar zaten imiştır ama daha da güzelleşırdi, bütün canlı giderdi televizyonlar tarafından yani çok güzel bir, değerli bir festival idi.

Ebru Süleyman: O zamanlarda salon olarak demek bu Kırmızi Salon Boro Ramiz olarak belçi çok popüler idi dimi?

Sevim Baki: Popüler idi bide tıklım tıklım dolardi, hatırlarım, vardır resimlerım da ama işte o insanlar çok kadrolar olduğu için herhalde çok sanatçıları çok uğraşırlardi girsınlar Akorlar festivalıne. E işte banım şansım hiç uğraşmadan davet edılırdım ve ilki girerdım. 

Ondan sonra bi arkadaş edınmiştım Violeta Rexhepagiç, Armend Rexhepagiç kardeşler vardı çok modern müzik söylerlerdi, o da universal olarak Eurovision yarışmasına katılmak isteydi Belgrad’ta. Ve seçti bi Sırp İvana Vitalić, ben Sevim Baki ve kendisıne, örgütledi bi şarki Vivien grup koyduk adıni. O koydi bütün örgütledi. “Sevim” dedi “İsterdım gelesın üçümüz bir Sırpça, Arnavutça bir şarki okuyalım ve katılalım Eurovision’a” ve biz ‘86 – ‘87 Eurovision festivalıne katıldık Belgrad’ta. Derece alamadıysak ta bir şeyımız varidi, bir katılmışlığımız oldu yani.

Ebru Süleyman: Nasıl bir deneyim idi bu anlatabilir misinız biraz burdan ne cittınız?

Sevim Baki: Çok acayip, çünkü ben bütün değiştim o kendıne göre benzetti hepımızi. Bi saç kesimi yaptırdi bana {elleriyle gösteriyor} burda morarıklar kedisi çok böyle, bilmem neka tanırsınız da, hippi tarzı bi kadındı. Elbiselerımızi herkez kendıne göre giyindi ama uymaya çalıştım bi eldüven uzun biri kısa öyle hep büle da hippi tarzı bişeler yaptık. İyi, yani bambaşka bir ortamda olmak.

Ebru Süleyman: İlk defa mi büle ortaklaşa bişey yapaydınız yoksa?

Sevim Baki: Evet, ilk defa büle üç dilde bişey okuyalım ilk defaydı ama banım katılmışlığım çok vardı çünkü Kosova’da örgütlenen turneler varidi Arnavutlar tarafından örgütlenırdi. Biri almiş üzerine bütün Kosova’da 15 gün boyunca turne örgütleyecek ama o turneler yasa idi, üç dilde mecbur olsun. 

Şimdi bi konser varise beş alti sanatçisi Arnavut, bi Sırpli olacak konserde bi de Türk olacak. Şimdi belki gürisınız herkes kendi başına nasıl sponzorun varise destekçin varise yada dinleyici kitle ne kadar ise o kadar iş yaparsın. Mesela RTK’ta şimdi başlamiştır hiç olmasın hiçbi program müzik Türkçe, ki önce mecbur imiştır yaparse biri program diğer dillerın mensup insanlar da olacak idi orda. Şimdi mesela hayır. Açarsınız ya yanlız Arnavutçe dinlersınız, RTK 2’de yanlız Sırpçe dinlersınız, Türkçe de tek haber programi kaldı onun dışında bi Mozaik programi varise da ben, benim son yıllarda o kadar aktivitem boyunca hiçbir katılmışlığım yok o programlara. Bunun şeyi ne olabilir bilemiyorum ama çok ta bişey çalışılmıyor ki biz veya başkalari çağırılmasın ya da şimdi bütçe eksikliği deylar çok çere, destek mi yok, sorun nedır ben o işın içerisinde değilim ama fark var.

Ebru Süleyman: Farki demek çok büyük bi fark var aktivlık konusunda, temsil konusunda?

Sevim Baki: Çok çok, temsil konusunda önceden mecbur idi dedğim gibi her yerde, her yerde imiştır “kardeşlik birlik, kardeşlik birlik…” Televizyonda radyoda çikılırse bi programa devlet enstitüleri tarafından örgütlendiyse o her zaman ben deym o kadar yoğun imişım ki derdilar “Mecbur Türkçe olsun e biz seni istiyoruz sen bizımle gel.” bi turneye katılırdım. 

Üdenırdi bişeler mesela yolun var ise yolda çok ise uzun ise tabiki iki konser verırdık mesela bi köy bi kasaba, bi köy bi kasaba… Cakova’ya gidersık Klina’da verılırdi sonra Cakova’da, Prizren’e gidilirse bu kez Suareka’da bi konser 4’te, 7’de. Bunlar hiç durmaz salonlar dopdoluydu inkar edemem seyirci kitlesi yanardi ne zaman çikaydım ben onlari hiç unudamam hatta üzülürüm ki o zamanların video çekimlerım yok, bişey hatıra kalsın, bikaç resımden mada vardır belki böyle başkalari tarafından kim örgütlemiş idi ama banım elimde yok.

Ebru Süleyman: Bunlar hanci yıllari di?

Sevim Baki: Hepsi ‘86, ‘87, ‘88e kadar. Ondan sonrası okul bitti, evlendım, işe girdım. Hemen müzik sorumlusi olarak Türk programlarında çalıştım, arşiv programlarında çalıştım. Müzik sorumlusu yanısıra sunuculuk yaptım, sanatçilarle program düzenledık. Aynı zamanda radyoya eneydım hemen alt katlarda, gün veriyordum mesela bir hafta boyunca orkestreyle çalışıp yeni çekimlerde bulunidım. Ama bilınidi her zaman yılbaşı programı 12. ay için, bir ay önce çekimler varidi o çekinilmez bişeydi her zaman yeni eserler olurdi başlardi 9. aydan Eylül’den ki çekimler için hazır olalım, e işte onlardan olsun ki şimdi radyomuz da var televizyonumuz da var ama o programlardan eser kalmadi.

Ebru Süleyman: E müzik tarzından biraz bahsedersek, siz andınız Türk sanat müziğini, hafif Türk müziğini andınız, modern müzigi bunların arasındaçi farklari biraz anlatabilir misiniz bilmeyen insanlara, istersenız teknik olarak anlatabilirsınız, nasıl istersenız.

Sevim Baki: Yok, Türk sanat müziği makamlı bir müziktir, Türk sanat müziğini belki herkes okuyamaz, mırıldanırsınız, seversınız, çok iyi dinleyici olabilirsınız ama herkes okuyamaz. Çok eskiye bakarsenız, bu klasikle başlamiş çok ağır klasikle yani Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan’lara girmesiyle başlayan bir müziktir, yok, o Rumeli Türkülerınındır, {eliyle işaret yapıyor} kusura bakma çünkü şeyettım o Rumeli Türküleriyledır. Ama sanat müziği çünkü istedım ayıram sanat müziğiyle bizım yerli bu Rumeli Türküleri. Sanat müziği dedığım gibi her bir enstruman çalamaz olsun ki Batı müziğin etkisiyle başlamiştır bayağı modern enstrumanlar girsın, sesli müzik olsun, aranjörlerle şeyle, o çok daha zenginleşti. Ama tam ben hatırlarım Rasim abimızın dönemınde yani kolay kurtulamazdın elınden, kolay brakmazdi her şeyi yapasın. 

İllaki bi Türk sanat müziğinde bi Muazzez Abacı varidi, bi Zeki Müren bi Ahmet Özhan, Zekai Tuncay’i dinlerdik ama dediğim gibi çok eskilerde Hamiyet Yüceses onlari derdi dinle kızım onlardan al bi bagaj sonra… Hatta şimdi bazan müzik çok, programlar çeşitli, yani dinlerim oni u buni bilim, buni bilim yani bagajım çok belki sonuna kadar bilmeyebilirım ama o dönemde oka çok müzik dinledım oka çok kaset, teyp, çok çalıştık. İster Gerçek’te, ister radyoda yani o dönemki yaşıma göre bayağı bi repertuar oluşturmişım. 

Bundan da memnunum çünkü bilmediğim sanırım çok sayıda bildiğim şarkı var ki Türk müziğinde bazan çikar niye ben buni da önce duymamişım üle da bişe olur ama çok müzik var, dediğim gibi keman, kanun, ud, bendir işte böyle enstrumanlarla okunabilecek ağır bi müziktır. Rumeli Türkülerimızi ise, ki biz çok okuduk, oni severız da yerli, Osmanlı Türklerının Balkan’lara girmesiyle kalan, etkilenen bir müzik çünkü her yöreye göre hem Türk müzigi geli hem ordan kendi dilıne göre, has yöresıne göre hem tekstler, yazılar yazdılar hem onun o melodi koyulur, onun o enstrumani o yörenın varise bi enstrumanile o da Rumelileştırılır.

Ebru Süleyman: Demek Rumeli Türkleri biraz daha halktan da fazla çikay herhalde. Türk sanat müziği daha demek eğitim üzerinden mi cidey?

Sevim Baki: Eğitim üzerinde çünkü çok notaya değinilmiş herşey doğru nameyle, doğru makami var öncelikle makam üzerine kurulmuş ki ben çok bana, benimle çalışan, ilgilenen kişi bulamadım büle makam üzerine anlatsın. 

Eşim çok iyi bilır ama niye bilir, çünkü kendisi enstruman çalıdığı için böyle o skalalar, ambituslara göre çalışmiş o da yatkın. Ben sesımi çalıştırdığım için pek makamlardan anlamamişım. Herhalde bizde da hep kulakle, hade bi şarki süle hade bişey, ama olsaydi şan dersi alam tam nası lazım Türkiye’de mutlaka makam öğrenmeden olmazdi ki o çok önemlidır bazan utanç vericidır mesela rastlarsem bi Türkiye’liyle sorsa bilmeyesın o utanç vericidir ama maalesef burda yogidi kimden ügrenem onun bişeyi var.

Ebru Süleyman: Rasim Salih nerden müzige ilgi duymiş, nerden ügrenmiş büle şeyleri?

Sevim Baki: Vallay ona ait pek bilgim yok ama şimdi bi torunlari üzerinde çalışti bi program, gördüğüme göre o da Mitroviça’dan gelen ilk, ilk sanatçılardan biri, o da çok emek vermiş, kurmiş, çalıştırmiş, toplamiş insanlari, teşvik etmiş. Kitlesınde çok iyi ama kulaktan müzisyenler bulunmiş, Rasim abey da geç, eşimden bilim bişeyleri ki çok da geç başlamiş o da notayle şeyle ügrensın ama müzik zenginliği bayağı kuvvetli imiştır, kulakta.

Ebru Süleyman: Banım meragım Rumeli Türküleri belçi halktan çikmiş ya onlar taşınabilmiş herhalde insanların göçleriyle şeyleriyle, sözden söze, aileden aileye, jenerasyondan diğerine bu biraz da fazla eğitimle cittıgi için nasıl buraya yetışmiş mesela Balkan’lara nasıl Türk sanat müziği nerden colmiş ordan merak ettım o yüzden sordum.

Sevim Baki: Yok, herhalde, herhalde her bir müzigi nasıl dinleysık Türkiye bizım için ana vatan olarak ben hatırlarım, her bir sanatçiyi bile biz burda yaşamişık, bilisınız alışverişler her zaman iç içe. Hatırlarım bütün fiyokalarımız imiştır dogri kasetofon, satın alırdık kaset yok şimdiki CD yada farklı şeyler, kasetle dolu imiştır. Çünkü bi Türkiye’ye gidişimız ben doyamazdım, 20 – 30 şey alırken. Ki onların eseri yok keşke korusaydık. Zaten dağıtırdık “Sanın var ver dinleyem bu hafta buni, ver oni.”, kalırdi bi yerde bozulmişlar. Toplaysın ataysın. Üle ki onlardan acırım ki hiçbişey yoktur. 

Herhalde üle çünkü Türkiye ve Kosova ilişkileri arası her zaman iyi imiştır her bi konuda onun içın biz ister televizyonlardan, ister gidip gelmelerımız peşin da çok varimiştır nitekim şimdi, çok giderdık biz. Gerçekten telefonlar, yogimiştır bu internetler ama hatırlarım anneannemleri sonra biz büyüdüğümüzde Gerçek derneğiyle çok festivallere katılmişık çok, Çorum, Silifke, İskenderun, Kastamonu bayağı festivallere katılmişık.

Ebru Süleyman: Gerçekte o zamanlarda çim idi atkif 80’lerde demek tiyatroyi çim ügredidi, folklori ya da müzikte çim en fazla organize edeydi?

Sevim Baki: Valla tiyatro için hatırlayamaym şimdi çünkü çok degışmiştır, kim imiştır… bilırım Ercan Kasap imiştır, Aliye abla, babam biraz oynamiştır, Senay ablam oynamiştır. Ama kim yönettığıni hiç hatırlayamaym, hiç aklımda yok. 

Folklori eski folklorcular hatta bizım dönemımızde bi Kemal, Kemo derdık burda talebe olarak gelmiş sonra Gerçek’i keşfetmiş genç bi talebe ama çok folklori bilen iç içe olan [biri]. Zaten bilırsınız Türkiye’de her bir öğrenci ya bi saza bağlamaya bağlıdır okulunda ya bir koro grubuyla etkendır ya bir folkor da oynar, yani hayran kaldım bayağı bişeydır bu çünkü okulda mecburidır bu çocucklara. Çocuklari bi yöne teşvik ederlar kültür ve aktiviteye yönlendırırlar. Çocuk ta gelmiş burdan vaktimi nasıl geçırecem diye bize folklör öğretırdi işte o dönem biz eski oyunlar yanısıra başladık modern yeni Türkiye oyunları öğrenelim, çerpikli, halaylar, işte bu Türkiye’nın efe oyunlarını ordan başlamişızdır.

Ebru Süleyman: Anlattınız Gerçek’ten sonra demek Gerçek dönemleri, müzik okulu dönemleri ondan sonra radyoda kayıtlar yeniyıl programlarıni anlattınız radyoya yeniden 80’ler cibi mi 90’lar cibi mi döneminde çalışmaya başladınız yokse?

Sevim Baki: ‘90 yılında işte okul bitti bitmez, hemen teklif geldi “Sevim okulun biter bitmez bize müzik sorumlusu lazım bize buraya lazımsın”. İster sanatçi olarak, olsun ki o iş yeri dilidi o hobi olarak gideydın çekimlerını yapaydın ama radyo adına ne yapılırse devlet adına Türkçe lazım olduğunda hep beni koyarlardi. 

Bir ara profesyonel klasik korosuna da gittım bi üç ay, çalıştım ki notayi severdım, notali olarak opera şarkilari da bi defa üç ay şeyettım ki çok sıcak bakmişım orda da çalışam ama olmadi. Ben üniversiteyi bitıremedım o zaman orta okuldan sonra çünkü hemen girdim işe, evlendım, savaş patladi dokuz yok, dokuz yıl çalıştım müzik sorumlusu olarak. Ama artık şey üçünci sınıfta orta üniverstem kaldi devam etmedim herhalde çocuklar, rahatladık, güzel her şey var, iş var, ev, çocuklar, fazla bişey aktivitem devam edidi az da olsa ama yoğun bi dönemım yokidi yani. 

Başladım Gerçek’ten da biraz da geride kalam. Genç nesiller yetışidi, beni yanlız sanatçı olarak ya televizyonda çekimlere ya bi özel konsere davet edıp gidebilidım. Bayağı duraksama bi dönem yaşadım, şte dedıgım cibi çocuklar oldi, ondan sonra savaş araya girdi biz işlerden da çıkıp işsız kaldık. 

Ama bu uzatmadi çünkü babam da bayağı aktif ben da ordan burdan ararken bizi herkes tanaydi özel bi kontakt radyosu, multi etknik kontakt radyosu ister Sırp, boşnak, Türkçe, Arnavutçe, Romence haber programi ve müzik programi başladi yapılsın bizi oraya aldilar. Haber olmiş idi babam sonra beni de çekti müzik sorumlusu olarak, bayağı bi kaç Türk arkadaşımi da orda gördüm, çalıştık 18 ay kadar sonra gene o kapandi gene ben işsız kaldım.

Ebru Süleyman: Demek savaştan hemen sonra?

Sevim Baki: Hemen sonra, hemen hemen artık dokuz yıldan sonra, çalışmamdan sonra ne orkestre bi geri döndü ne sanatçılar geri döndü ne bizım o gazetecilik açıldı o haber programı, onlar. Sonra bi iki yıl sonra mi, hatırlamaym tam, habercilik programı devam edi beş kişi alti kişiyle. Ki şimdi bilmem kaç tam kaç kişidırlar. Var bikaç yayın, programcılık yayınlari, ama bilemiyorum fazla bişey. 

Yani o zenginlik önceki zenginlik yok zaten, esçi eserlerden da eser kalmadi. Çünkü pek ta kullanmaylar, arşivlere dayanıp yeni bişey yapmaylar. Biz da gençler yanlız sponsorlu bişe bulursen, o zaman kendi başına çekimıni de, kaydıni da yapaysın. O da noli? Bi klip meydana çikay, bi CD elinde var, hani enstitülere bağlı bişey dil. 

Ondan sonra ben Türkçe gördüm ki, kime güsteridım ki müzik okulileyım, hiçbi yerde iş bulamaydım. “A müzik okulu ne? Hiçbişe.” Hade bişe yapalım boş oturmayalım, Türkoloji bölümüni Priştine’de yazdırdım, Filoloji Fakültesi’nde Üniversite’sınde. Şansıma hemen bi iş yeri açıldi İnsan Haklari Birimi’yle, azınlık araydilar. İşte o dönem bayağı koşturdum. Çevre ve Alan Planlama Bakanlıgı’nda memur olarak çalışim. On yılım bu sene oldu, çok ta iyi bi birimde çalışim İnsan Haklari üzerinde. Yeni şeyler ügrendım.

Aynı dönemde işte bu dönem çok zorluklar çektım üç çocuk, aile, evli bi kadın olmak üzere hem üniversite hem işe gitmek hayli olsa zor, çok zor ama ailem çok destek oldi. Bazan onlari yemeksız da braktım, bazan ben uykusuz kaldım, çünkü sınavlari başarabilmek kolay dilidi. Ama tam zamanında bitırdım işte şey olmasın diye, bi üniversitesız olmayalım diye azınlık olarak. Öncelikle çünkü hep öyle bakaylar azınlıklardan hep ya üniversteleri yok ya böyle şöyle cirilar işe. İşte onun üzerine söz verdım, bitırdım. Ordayım dediğim gibi ama bu arada ben gene hissedidım bi koro açıldi iki üç defa, bi Tan korosu, bilmem ne korosu bi kere açti Meliha Hüdaverdi ve Sebiha Hüdaverdi.

Ebru Süleyman: Savaştan sonra mi? 

Sevim Baki: Savaştan sonra başladilar bunlar korolar açsınlar, katıldım ama sistemi, çalıştıklari yöntemi begenmeydim. Herhalde bi insanın bagaji olduğu zaman sonra hep o işın içınde olduğu zaman bilisın bazi kurallari bazi işleri hep bişe eksik olidi. Genç olarak karışasın, sen ne bilebilırsın. Yardım isteydilar ama ne zaman gelidi da profesyonel bişe sana izın verılmeydi. Dayanamadım ayrıldım. Bir iki defa hiç dedım ben yapamam. 

Sonra üç beş arkadaş üzerime gelmeye başadi “Niye sen kurmaysın bişe, niye sen yapmaysın bişe?” Ha dedım “Kurarım da, nasıl?” bilmeysık da. Ben her zaman ügrenmişım ben çagırılam yok ben kimseyle bişey yapam. İşte o dönemde yerımız yok, dernek var Gerçek’te ki çok istemişım orda çalışam ama gidersın kışta soğuk, mutfak yok, o yok bu yok, bi konser istersın yardım yok, bütçe yok. 

Bu arada biz çok haşır neşir olidık edebiyatle Üniverste’den Yunus Emre Ensitüsü’nde Türkiye’den gelen bilisınız [Türkiye’nın] Büyük Elçiliğe bağlı kültür merkezi ensitüsi. Onlar güridım çok yanaşilar, yardım verilar. Danıştım hocalarle, “Evet,” dedilar “çok isterdık gelın burda çalışın, koroyi kurs olarak başlatın.” E şimdi benda 20’ye yakın Türkçeyi seven, Türkçeyi bilen kasabali dedıgımız hanımlar bulunmakta. Belki çoğu Arnuttur, der Arnutyum ama Türkçeyi çok güzel konuşur. Bi de Türk müziğıni seveylar, isteylar ügrensınlar Türk şarkilari. 

Rumeliden tuttur sevdiğimiz çeşitler, fasıllar, çalışim seçem üle bi repertuarlar ne okuyabilırlar ne bilırlar, yani Türk müziğini öğretmek amacıyla beş yıldan yani 2015’ten bu yana kurduk. Çok iyi bir arkadaşlık kitlesi, kurduğumuz üzere. Yani biz bazan toplanmayabilırız da o arkadaşlık var hiç hiç o dernek kapansa da bizım kalacak o arkadaşlığımız. Hepsi can başle çalışi, projelerle ugraşim çikaram bişeyler yapam ister elbiseler dikıli, bi CD’mız çikti, potpori olarak. Şimdi bi klip üzerine çalışidık ki desteklerımız olmazsse o klibın yanlız şarkisiyle bi sesiyle baş başa kalacaz.  Konserlerımız oldi, tam bi teşekkür gerek Yunus Emre Enstitüsü’ne ki şimdiye kadar çok destek çikmiştır Kültür Bakanlığımıza ki yılda onlar da bi proje açaylar az buçuk bişey veri neka çalışabilesın. Yani banım heycanım, sevdam ki ben bu kitleyi toplayabildım. Hepsi canle başle ugraşi, hiçbi karşılık beklemeden ki bu hepımıze bi hobi yani umaym ilerde bu çalışmalarımızın meyveleri çikar.

Ebru Süleyman: Koroda aciba edebili misınız yaşatasınız buranın ne bahsettınız yerli eserlerıni? Şemsi Mecihan…

Sevim Baki: Yok onlara hiç girmeym, öyle hayır. Çünkü onlar çok modernize edılmiş kayıt olarak var onlar durur, hepsi umarım radyoda bulunur. Ki ben bi CD’ye bayağı şeyler çekmişım, var banım arşivımda, olsun banım. Ama hepsıni çikaramadi arkadaşlar, hepsi kağıt üzerinde vardır ama böyle çok seyirci karşısında akorlar, yeni besteler, yeni kendıni deneme üzerine çalışmalar, belki çok heycan verici bi dinleyebileceğim bi eserler ortaya çikmamiştır. O güzel imiştır şarki ama daha modern. 

Bizım okuduğumuz mesela bazan çeşitlilık olsun diye dayanim Prizren türkülerıne, dayanim Rumeli türkülerıne, dayanim Türkiye’de okunulan türkülerıne, bu defa sanat müzigi girim makamlarına çünkü eşım da yanımda olduğu için, enstrumanle. Mesela deym “Bu dönem okuyalım nihabent makamından bi potpori, diğer bölüm hicazdan, Türk dili hicaz, rast makamından…” Hepsi, bütün makamlarin başka usülleri başka, birileri da hızli çalınır birileri çok agır. Yani çalışim onlara ama seçtiğim eserler da hep bildıkleri heycan verici. Yani seveylar o eserleri, e üle ki bayramlara özel mesela bi kutlama varise ona özel bazi şey çalışim ügredem. 

Mesela bi dönem dedım hadi şeye denk geli, Ramazan’a denk geli okuyalım ilahiler, yaptık en güzel ilahilerden bi repertuar. Lazım ise otuturuz aramızda bi program, sandık olur program ama bişey yapamadık ama onlar yani yanımızda var. Sağ olsunlar bütün repertuarlari kitaplara basmiştırlar her şey var, ne zaman lazım biz bi kitabi alıp okuyoruz. Bildığınız üzere Rumeliler ştonlar ne var fazla bişey yok e şimdi hep ayni şeyleri okuyamaysın demek lazım oli değişiklik yapalım, böyle devam edeysık.

Ebru Süleyman: Salonlar olarak, nerelerde sahneye çikaydınız en fazla Priştine’de? Esçiden hem şimdi.

Sevim Baki: Priştine’de, en çok hatırladığım kırmızı salon ister bizım Türk konserleri tutulduğu zaman ister anlattıgım gibi Akorlar işte festivaller, zaten yanlız Akor festivalleri. Bunlar illaki Kırmızi Salonda, çünkü biraz binasi var, bi basamak bölümü. Sonra tam seyirciye uygun bi salondur. Kırmızi Saloni hatırlaym. Tiyatroyi az hatırlaym. Unutmişım oni da buni da ama bilim hep daha da derim JNA Salonu, Narodna Armia demek, Yugoslovenska Narodna Armia [Yugoslav Ulusal Ordusu], Yugoslavya Uluslararası Millet Salonu yani ama askerianın imiştır orasi. Zaten UN’den ne zaman aldi, hep askeriye bölümi imiştır orasi. Orda çok hatırlarım, orda verirdi Gerçek, verılırdi belediyeden orasi kullanılsın. 

{Sayarak} Orda, Kırmızı Salon, varimiştır Boro Ramiz’ın içinde bi amfiteatır derdık büle, yüksek yeşıl içinde {elleriyle anlatıyor} bütün orasi imiştır özel, bayagi, şimdi nerde Cambridge School. Onun için kullanmadıgi için çoğu bilmez. O salon da çok kullanılırdi. İşte Kırmızi Salon’dan ne zaman enersın basamaklarle içten vardır [yol], ordan girılırdi. Kapattilar çünkü Cambridge okulu şimdi orda mevcut. E enılırdi aşari varimiştır özel bi Yeşil Salon ama amfiteatır gibi böyle tam sinema salonu gibi. Ama nadir, nadir kullanırdık onlari. Bide Halasport var büyük Halasport var, Bir Kasım üle mi çagırıli yukarisi şimdi? Nerde o salon {elleriyle anlatıyor} orasi kullanılırdi büyük konserler için. Gerçek’le oraya katıldık mi bilmem ama bu büyük konserlerde, turnelerde okurduk, orasi evet. Başka hatırlamaym.

Ebru Süleyman: İstersenız biraz anlatabilırsenız cençler olarak Priştine’nın cençleri olarak o zamanlar nerde vakıt ceçıridınız kasabada?

Sevim Baki: Vallay o gençlik dönemde ne anlatsam, yerımız Gerçek derneği idi. Orda arkadaş edınırdık. Zaten dedığım gibi, her yerde üç kızkardeş hep beraber takılırdık. Çikmak varise çikardık Gerçek’ten, biterdi provalar “Hade gidey misık bi yerde içelım kahve?” 

E bizden da yaşli arkadaşlarımız da varidi ya müzisyenler böyle işte eşimin grubundan arkadaşlar mesela. Zaten biz orda tanışmiş idik eşımle da. Ama o arkadaşlık dönemımızde yani derdilar “Geli misınız?” E şimdi onlar neye götürürdi ya Grand Hotel’ın varimiştır, güzel bi içılırdi kahve bişey ya da gidılırdi Bojur. Varimiştır restorant Rugova nerde şimdi eski Maxi orda çok takılimişlar. Ama iyi, fena dil da biz genç olarak pek sevmezdık ama arkadaşlar madem gidey bazan kışlarda sıcak oldugi için büle yerlere giderdık, yazın ise bütün genç…

Ebru Süleyman: Grand Hotel’ın kafesi popüler idi o zaman oturmak için orda bişeyler içmek içın.

Sevim Baki: Evet çok popüler idi kim takıli Grand’ta. Ama bana gelırdi çok acayip. Ben küçük, genç, ne araym orda? Ama şte arkadaşlar nereye gidey takılırdık orda grup olarak. Ondan sonra yazın moda imiştır Korzo. Korzo’da hep bilınidi gruplar nerde oturi gençler grup grup, derdık “Agaci mi koruysunuz napaysınız böyle?’, grup grup arkdaşlar. Hem bilırdi yerıni hepisi toplanırdi orda Foto Nesha’nun üni imiştır bizim, Türklerın. 

Sonra ne zaman ordan çikardık nereye gidelım, bu gece gideysık Xhani ya da Cannabis, iki hatırlarım ştebu kafiç imiştır. Xhani imiştır Tri Şeşirlerın [Üç Şapka] köşesınde bi kafeteriye, dişarda oturulurdi. Olurdi kalabalık, müzik, orda otururduk. Bide Cannabis varimiştır Kiçma üteye sonunda, yeni semt yapıldi o kafeteriyeler o Cannabis’ta çok oturmişık orda da. Diverem dogri hoşlanmazdım bu kafeteri olaylarından da çok müzik, disko. Ben diskoyi sevmeym, şimdi gençeri da sorsan “Nası seveysın?” herhalde kendine has bişey, ben oka daha da gün bu gün oka müzik İngilizçe dinlemem, sevmemişım herhalde, yatkın dilimiştır bana. E öyle ki çikardım ama pek ta heves almazdım. Bazan hiç ta çikmazdım. E dedığım gibi gençilk dönemi çalışmak var, okullar var, Gerçek’e git gel. Erken dönerdık, anne babamız da çok, dokuz-on, brakmazdi daha çok oturalım. Lazım imiştır dünülsün erken eve, yani böyle disko hayatım tut ki hiç yogimiştır.

Ebru Süleyman: Üle yerlerde genelde da büle pop modern müzik çalaydilar heralde?

Sevim Baki: Evet hem oni hep İngilizce, rock, pop banım sevdıgım bi tarz dil çok dinlememişım. Onun içın deyemem bişe. Ama hatırladığım kadar bu iki kafeterya, hatırlarım ki çok çikmişık. İşte her çıktığımızda ordaydık. Haftada iki defa ise Gerçek derneği, dedığım gibi ordan çikardık. Sora başka dönemlerde mesela eşımle çiktığım zaman daha geç okul sonrasi işte, ondan sonra değişik yerlerde çikmişızdır. Tabi böyle çok kafeteri tarzı bişey dil ama normal sakin yerlerde.

Ebru Süleyman: Çocuklarınız savaştan peşin dogmiş idi dimi harptan peşin?

Sevim Baki: Evet evet, iki oğlum var 91’de ve 96’de, Mennan ve Enes. İkisiyle beraber, te o dönem mecbur kaldık evlerden çikmaya. Biz doğru şansımıza ilk gece o gece biz Bulgaristan’a vardığımızda bombalar yağdı Kosova’ya ilk gece. Annem babam burda kaldı, kayınperderim burda kaldı. Ki onlar hiç ümit etmeydi ki üle bişe olacak ama oldu. İki, iki buçuk ay boyunca İstanbul’da kaldık Silivri bölümünde akrebalar sağ olsunlar bize yazlık evlerıni verdilar.

Ebru Süleyman: Demek sonra bi beklenti çi tam tamına bi çatışma yada savaş yada bombardıman başlayacak demek çi insanlar inanmak ta istemeydilar?

Sevim Baki: Savaş deydilar, biz bilmedıgımız için ne bekley zaten inanmaydık. Ta ki olur deydık “Olamaz üle bişey, olmaz üle bişey, brakmazlar Avrupa brakmaz, Amerika brakmaz.” İnsanların laflariyle zaten ben da o zaman ne çok genç imişım 22 yaş mi 23 yaş mi. Ne bilecem savaştan? Bişeyımız yok. Oldu işte annem babam bayağı bombalari yaşamişlar hatta evın bütün camlari kırılmiş e bi gece…

Ebru Süleyman: Postaya herhalde?

Sevim Baki: Vurduklarında, bide mahallede bi arabada bomba patlamiş. E onlar da korku içınde, stres içınde ama fazla bişey görmemişlar. Hatta çalışmiş şeyler girsın evi yağmalasın, belki… Şimdi komşular miymiş neymiş bunlari evde görünce kaçmişlar. Çünkü onlar evi korumak adına kalmişlar ve de bayağı akrebalarımız kaldı. Ablam hatırlarım hamile idi, son dakka arabaya aldık o Türkiye’de doğumuni yapti. 

Sonra iydi zaten, hani güçlükler çektık iki buçuk ay sonra büyük bi şeyle, sabırsızlıkla dündük. Fena bişe bulmadım. Evımde bazı binalarda yaşayan eşımın akrebalari böyle evden atılmişlar geze geze bizlere kadar gelmişlar baksınlar nerde yer var, bizım ev boş bulmişlar. Hatta kayınpederım da olduğu için evde, onlara kivermiş evleri. Bizım evlerde hiçbi sorun yokidi bi iğne kadar bişey eksik yok idi, yağmalanık yok idi, vuruk yok idi, çatlanık yok idi, bişey yoktu yani evi olduğu gibi bulduk. 

Yani işlerımıze dünemedık o zamanda işte biz hayalle bitti savaş herşey olduğu gibi döney. Rüyamda görseydim sanmazdım büle olacağını. Her bi kapi yüzümüze kapandi, hiç kimse gözünün yaşına bakmadi. Biz mesela eşımızle ikimız aynı enstitüde çalıştık, ikimız işsız kaldık. Çocuklar varidi, radyoda o, orkestrede ben müzik sorumlusu olarak. Ve sen her bir gittiğinde mesela radyoya artık “Bitti burasi bişey yok herkes ne zaman döner siz da dönersınız!” Zaten yetkililerden bekleydık bizım radyo sorunlarına ki bişey olacak, ses seda yok. Yani o eski defterler kapandi yeni şeyler açıldi, yeni insanlar girdi beş altı kişi orda…

Ebru Süleyman: Sizın esçi radyoya verdıgınız emekler noldi?

Sevim Baki: Hiçbişe, şimdi ancak bikaç yıl önce bulabildım çalıştığım belgeleri. Bi alti yıl mı, dokuz yıl çalışmişım alti yılım ancak kayıtli imiş ki çalışmişım o kadar. Onların işte iş tarafından ne kadar kaç senen oli bi gün kazanim, onların hatrına yani şeyım olduğu içiın, stajım. O kadar, fazla bişey yok. 

Sağ olsun şte eşımın müzisyen oldugi içın biz fena kalmadık hep çalışti, hep bi yerde bulundi hatta hatta çok da çok kazanımlar elde ettik. Belki hayırlısi büleymiş ama bi enstitüde çalışmak bi milleti temsil etmek o bi başka, bi ayrıcalık idi. Sonra yavaş yavaş açaysın gözlerıni gürisın ki lazım imiş bişeyler kendın yapasın, kendın ugraşasın. Bişey yapmak istersen projeyle davranacan, başvuracan, kazanacan. İşte bu projenın ne kadar dinleysi var neka başarısı var bütün bunlar toplanınca işte yavaş yavaş küçük adımlarle bişeyler ugraşisık yapalım.

Ebru Süleyman: İnsiyatif almak…

Sevim Baki: İnisiyatif alisın ama destek yok. Destek bulmak zor. Dediğim gibi biz alışmiş idik bi enstitü var mecburi her şey olacak devlet adına. Ama şimdi çok şeylerımız var Türkiye’den gelen kurumlar var, partimız var, bilmem ne koli var nerden ne bütçesi var ama kimse ilgilenmey. Kimse değer vermey, bazi değerler kayboli gidey ilgisızlıkten dolayi. Herkes kendine has bişeyler çalışi yapsın, herkes sanın işıni bili bakay o sanın işıni yönetsın e maalesef ben da eşım da buna izın vermedıgımız içın yani, belki onun içın ileri gidemeysık.

Ebru Süleyman: Yani herhalde devletten stabil bi destek colmasi sanat içın çok önemli, sanatçilara yer açmasi içın.

Sevim Baki: Açmasi içın bide mecbur ettıridi. Önceden dedığım gibi Arnavutçe olacak tamam, %80’i ise Arnavutçe %5’i %10’i Sırpçe ve Türkçe olacak idi orda. Umarım gene bu devlet enstitü, radyo televizyonculukta lazım imiştır bunlar olsun. Ama o bütçeler bize ayrılmay bizım için kullaılmay yani bu yıl bakarsınız, henüz şimdi denedım artık o kadar düz olmiş ki RTK yılbaşı programlari hiç yapılmamiş. 

Geçen seneye kadar davet edılidık “Var mi bişe yeni?” Mesela onlar bize soray sonra benda başladım soram “Mümkünler ne, ne sen bize verisın biz gelmemız içın?” Yani hiçbişe verılmey, kendi arabanle git, tamamen kendın harcol, “Kahve bile” dedi “veremessık.” E o zaman niye? Stüdyoların çok basit, makyajör, kuaförcülük yok hiç. Ki o mecbur sen gütürürsen 20 kadın onların en azından bi kuaförün orda olmasi lazım. Sahneler berbat, hiçbi şey yok, skenografi bakımından. Diğer programlara kıyasen RTK’nın Arnavutçe programlari, nasıl deyem bi şey bulamaym… En yüksek düzeyde kaliteli çok güzel bakarsınız Boşnakların, Romların, Türklerın hepsının maalesef… E ondan ötürü kusura bakmasınlar ben artık katılmayacam, bidaha katılmıyorum. Bi şey yapacaksam, belki sponsoruni bulurum, her şeyın hakkıni verırım ve güzel bi program meydana atarım. E bunlar olmadığı için mecbur değiliz. 

Bizi yöneten arkamızda durmak için çok iyi iş yerleri tutan insanlarımız var, şey olarak, Türk heyetleri olarak, e onlar koşsun ayarlasın Türklük adına kendileri da bişey yapsın, bence biz Türklük adına çok bile yapmişız ama değerler hiçbiyerde yok. Yani siz gene devam edisın ama ne zaman kimse yanaşmay bi yol açmay siz o zaman kimın içın neyçın çalışisınız yani, anlatabili miyım?

Ebru Süleyman: Yani sanat aranızda yaptıgınız bişey cibi kali? Topluma ulaşamay.

Sevim Baki: Evet, ulaşamay. Bence gene bişeyler yapmişım, bilhassa son dönemlerde gene ugraşmişım gene yapmişım gene ortadayız. Ama inanmaym vaz geçmem az da olsa bişeyler çünkü hanımların isteği çok hanımlar beni çok teşvik edey onların hatrına her zaman küçük de olsa bişey yapmaya çalışacam.

Ebru Süleyman: Çok teşekür varktınız içın, hikayelerınız içın.

Sevim Baki: Umarım iyi bi program oldu, umarım bu değerler işınıze yarayacaktır.

Ebru Süleyman: Umarız biz da üle kaydolsunlar, tarihe çesınlar. 

Sevim Baki: İnşallah sağ ol.

Download PDF