Şükrü Zeynullah

Priştine | Date: 10 Kasım, 2018 | Duration: 88 dakika

Çok şeyler olmiş ovakıt çok. Varimiştır ünli adamlarımız, varimiştır Tefik Raşit doktor. Tanıdık doktor imiştır. Varimiştır ondan eveli bir Cabir, Cabir hayduk, hırsız derdık. Halbuki o imiştır çok dürüst bi insan. Hem yanlış anlaşıli okadar. O yanlız giderdi en zenginlerden ustaca alırdi, bi çezesi varimiştır, ciderdi çalardi ne lazım fukaralara dagıdırdi. Bragırdi evınde, dagıdırdi. O hayduk imiştır, demek hırsız, lopov ama büyük insan imiştır. Bi hangi kahvehaneye, çaycinicaya cirırdi kolkardilar bittevi insanlar. O çok dürüst imiştır. […]

Birınci Dünya Harbi, ştorda. Şto vakıt [yaşamiştır]. Ve konuşulurdi daha cün bucün en dürüst hırsızlardan Priştine’de üle bi hırsız varimiştır. Dogru, yalan yok, insan imiştır yardım ederdi. Kendisi kalırdi aç varise hanci fukaraya cütürsün ekmek.


EBRU SÜLEYMAN (GÖRÜŞMECI), DONJETA BERISHA (KAMERA)

Şükrü Zeynullah 5 Ağustos 1932 yılında Priştine’de doğdu. 1953 yılında Üsküp’te Pedagoji Okulu’nun ilk mezunlarından biri olan Zeynullah, Türkçe eğitimin de ilk öğretmenlerinden ve okul müdürlerinden biri olur. Daha sonra Priştine Pioner Merkezi Müdürlüğünü yapar. 1975 yılında ‘Tan’ gazete yayın kurumunda başladığı Ticari Müdürlük görevini 1981 yılına kadar devam ettirir. Zeynullah 5 Mart 2020 yılında aramızdan ayrıldı.

Şükrü Zeynullah

Birınci Bölüm

Ebru Süleyman: Şükrü amca diverebilırmisınız adınızi, soy adınızi, hanci senede dogsunuz, nerde dogdunuz?

Şükrü Zeynullah: Adım Şüçri, ama tabi Şükrü. Zeynullah soy adımız. Dedemın babasının Zeynullah imiş adi, o vakıttan kalmiş bu soy ad. Priştine’de dogdum. Bi iki-üç sene küçüklükte Üsküp’te geçırdım. Üyle babam varidi gitsın Monopol’a vazifeyle, buradan aldilar Üsküp’te, tütün fabrikasi orda kaldık biraz, bikaç sene. Ama yine dündük Priştine’ye. Çocuklugumi Priştine’de fazla geçırmişım. Büle.

Ebru Süleyman: Dedenızın babasının adi imiş dedınız dimi Zeynullah?

Şükrü Zeynullah: Zeynullah dedemın babasının adi.

Ebru Süleyman: E ondan peşin nasıl imiş?

Şükrü Zeynullah: Ondan…

Ebru Süleyman: Soyad.

Şükrü Zeynullah: Soyad, ondan peşin… bilmem ben, yokimiş ondan peşin.

Ebru Süleyman: Demek soyadlar yokimiş.

Şükrü Zeynullah: Bak baba, dede, dedemın babasi. Zeynullah. Ondan peşin, tabi Zeynullah başlamiş resmi. Ama işte büle degışmedi kaldi şey falan.

Evelden Kosova’da biribirımızi çok tanmaydık. Deyelım bi Prizrenliler, bi Vıçıtırınlilar, bi Mitrovicadır, Gilan, İpek falan okadar pek çok yok. Ama yavaş yavaş anladığım kadar, daha küçük iken gelışır biraz bu… komunikasyon. Çok gelışır hem baglanırız bu kasabalarle ve evlilikler da olur. Evlilikler da olur, yok evlenmezlar şimdi, gençler yalnız kendi şehirinde yaşayan ya da kasaba ya da köyünde fakat yakın bir şeyle münasebet falan.

Banım annem da Mitrovicali, babam Vıçıtırınli. Yok babam, babam da Priştineli ama babamın babasi Vıçıtırınli. Onlar Vıçıtırın’dan gelmiştır buraya. Kosova, Kosova olarak işte böyle, sora yavaş yavaş bütünleşti. Çok yakınlaştık bütün şehirler köylerle Kosova’yle şeyi.

Kosova’nın en eski yerleşim yerlerinden Vıçıtırın, Yanova, varimiştır bi Novo Brda derdilar bi maden ocagi, maden bayıri, o çok erken yapılmiştır. Priştine yerleşım yeri kurulmiştır Osmanlilar’dan sonra, Kosova Savaşı’ndan hemen sonra. Sultan Payazıt [Beyazıt] gelır çabuk, üç gün başına gelır Kosova’ya, Kosova Savaşı alanına, orada gümülür babasi Sultan Murat.

Ebru Süleyman: Demek Gazimestan’da.

Şükrü Zeynullah: Po Gazimestan’da. Gümülür babasi ve bu alır üzerıne; bu şimdi bütün işleri alır üzerıne, Sultan Payazit [Beyazıt]. Hem bitakım acil kararlar getırırlar, çabucak. Şehitler hakkında ne olacak, nasıl gümülecek, bazilari gütürülecek çendi vatanına falan. Ve kararlardan bitanesi imiştır nekadar bir yerleşim yeri kurulacak muhakkak Kosova alanına nekadar daha yakın ise olsun. Yerleşım yeri Kosova’ya yakın en yakın imiştır Vıçıtırın. Ama Vıçıtırın hava yoliyle deyelım bi yirmi yedi-sekiz kilometre uzak ya da yirmi beş kilometre uzak. Onin içın karar verememişlar onada olsun, çok yakın dil. Bu şimdiki Gazimestan deyelım bu bizım Priştineylen dert-beş kilometre kadar kısa yolle, üç-dert kilometre. Onun içın karar getırılır burada yapılsın bu yer, Priştine’de kurulsun bi yerleşım yeri. Şehitlere nekadar daha yakın olsun insanlar ki şehitlere sık sık gitsınlar, ziyaret etsınlar, Yasin okusunlar, mezarlari baksınlar, dikkat etsınlar, çiçekler eçılsın şey falan ondan ütüri. Bu sebepten… şimdi bu…

Ebru Süleyman: Priştine kuruli.

Şükrü Zeynullah: Bu savaştan sonra hemen başlar kurulsun. Çok uygun bir arazisi Priştine yerının, ama Roma İmparatorlugi çalışmiş kursun biraz bi yerleşım yeri ama ormanımız yakın çok olduğundan dolayı tehliçeleri da varimiş çok. Demek düşmanlar çok kolay gelebilır ormandan bu yerleşim yere hucum etsın. Sora ormanımız yagmurli, yagmurli ormani. Şimdı derız kısa Gırmi yagmurli ormani yabani hayvanlarle çok; deyelım ayılar, yaban kediler, kurtlar, yilanlar, şeyler o korkidan ondan ütüri kurulamamiş. Roma karar verememiş kursun. Ve daha bitakım şeyler, düşmanlar çabuk ceçebilır… ama Bizans’ta çalışmiş ama o da yapamamiş.

Bizans zamanından kalmiş bitakım küyler. Niş yoluna dogri giderken, Poduyeva’da otarflarda. Devet Yugović’lar bilmem Jug Bogdan’lar kalmiş, varimiş Osmanlilar’dan peşin Sırp küyleri. Ayni zamanda Graçan Klisesi olur. Osmanlilar gelmeden, savaş olmadan bi kırk sene evel kurulur Graçan, tanıdık Graçan Klisesi. Orda Sırplar yaşaymiş falan.

A bu işte konuştuğum gibi, bu dur en büyük sebep ki Priştine burada kurulmiştır. Bir sebepten, bir işten. Demek her şey başlar Türkçe’de başlamiş daha vaktiyle, işle, bir işten kurulmiş. Demek bir sebepten, bir nedenden; daha yakın olmak şehitlere. Orda kalacak yaralilar, kuracak çendi evıni, çocuklari olacak şehıre yerleşecek. Onun içın Priştine kalmiş adi. Bir işten, pir işer den, bir ister pir, hepisi bir; bir işten, pir işten, pir iştin, piriştine, ‘e’ ile ‘n’ degışır sonunda yalnız Priştine olur. Priştine kalır daha cün bucün Priştine.

Burada Osmanlilar’dan sonra bildıgımız gibi ilk kurulan bir resmi yer, bina bir mescid imiş. O mescid hala gün bugün duruyor. Ama “Adsız Mescid” denılmiş ona daha vaktiyle. Adi olmayan. Çünkü temelleri başlamiş ayni zamanda nezaman başlamiş bu Sultan Murad’ın Cami si inşa edılsın. Ayni üle, yakın zamanlarda, çünkü ta cami bitecek insanlar biryerde kılsınlar.

Ebru Süleyman: Nerde bu mescid?

Şükrü Zeynullah: Bu hala gün bugün Priştine’de yaşıyor o mescid. Ama Priştineliler bilmiyorlar, isminı da, bilmiyorlar ki adsız mescidtır ya bişe. Ben bazilarına anlatırmişım bazilarına, kitapta da yazmişım. O dur bokser kulubi var orda o bina ştorasidır. Adsız mescid.

Ebru Süleyman: A şimdiçi bokser kulubi demek mescid imiş esçiden?

Şükrü Zeynullah: Mescid, mescid imiştır. Bak nekadar kuvvetli bina hala duruyor üle. Mescidten evel daha spor saloni imiştır, jimnastik.

Ebru Süleyman: Şüçri amca ben duymişidim çi orda Yahudilerle alakali bişey imiş o bina.

Şükrü Zeynullah: Yok orda, onun etrafında, onun etrafında Yahudiların çoğu evler kurardi. O mescidın etrafında. Yahudilar daha fazla orada imiştır nitekim dagınık Priştine’de evelden. Avrupa’dan gelmiştır Yahudiler. Avrupa kovardi Yahudileri ama Osmanlilar kabul ederdi. İşte büle. Biz çocukluktan hatırlarız büle şeyleri ama bilmezdık ki yani geçmişıni bazan, geçmişıni şeyıni.

Zengindır tarihi Priştine’nin. Osmanlılar nezaman atlar yetışırlar Yanova’ya kadar yakın, atlarlar Yanova’nın bayırlarıni ve gelırlar çıkar ününe birden hemen bir düz vadi. Bu imiş o Kosova vadisi. Asçerler kendileri o vadida, ama nezaman gürürlar o vadiyi çok kalabalık kuşlar, kuşlar, kuşlar {şaşkınlıkle etrafına bakay}. Yalnız soylari, çeşitleri ne kadar… çeşitleri çok ama soylari da çok kuşların varimiş evelden tezlere kadar Priştinede. Onun içın kendi asçerleri orda konuşarak, konuşarak; bakarak dalarlar unudurlar ki savaşa giderlar. Begenırlar çok o kuşlari, hem o ovaya aralarında Kuşlar Ovasi verırlar ismıni. O yerın. Onun içın bugün kalmiştır Kuş-ovasi ya da Kos-ovası. Kosova, Osmanlidan.

Ebru Süleyman: Şüçri amca hatırlaymisın sen haçan idın sabi Priştine’de ne yapaydınız, nerde yaşaydınız, nasıl mahalleler varidi, çimler varidi etrafta; anneni, babani, neneni, dedeni hatırlaymisın?

Şükrü Zeynullah: Nasıl yok. Priştine epeyce geniş imiştır evelden. Çok sevilırdi, çok güzel evler varimiştır, çok lezzetli evler varimiştır. Hele gürüşmeleri dişaridan hep işlenık, tahtali, el işınden herşey çok dilber hatırlarım. Bazilari kalmişidi uzun, mahalleler da çok varimiştır. Mahallelerın sayisıni saysam, on dokuz tane çikar. On dokuz büyük mahalle. Tophane’den ta Divan Yoluna ya da Panayır Ovasi’na mi ne deyem çeşit mahalle.

Ebru Süleyman: Nerde, nerde bu Panayir Ovasi?

Şükrü Zeynullah: Panayir Ovasi, var tiyatro, tiyatronun arkasından yukari.

Ebru Süleyman: Demek Dört Lüle tarafi mi?

Şükrü Zeynullah: Buyur?

Ebru Süleyman: Dört Lüle tarafi mi?

Şükrü Zeynullah: Evet o tarafi. Yokari dogri biraz çikardın sora o parka. Parka çikılidi o sokakle.

Ebru Süleyman: Demek veç butarafta yaşaymişlar. Bu tarafta bu esçi tarafta, parka kadar hem Divan Yolu’na kadar.

Şükrü Zeynullah: Parka, Divan Yolu’na kadar tabi bahçelıge kadar, demek nerde stadyon, orasi imiştır bittevi bahçelık, sebze bahçeleri. Ordan geçerdi ikitane nehir bivakıt. İki nehir büyük, onlar dere oldi. Veluşa, Posderka Mahallesi, Pos-dere ya da dere mahallesi ya da, ya da başka türli da, degışidi adlari bazan. On Iki Kavak Deresi imiştır ilk adi. Çünkü o iki kavaklardan dere uzanidi, Divan Yoli küprisınden geçerdi ve bahçelıge gelırdi, birleşırdilar Veluşa nehriyle. Dolaplar çalışırdi, su dolaplari, bütün o bahçelıgi suvarırdilar. Priştine’den ta amortizerlerın var bi fabrika duymişsınız, ya da bi okul, orta okul oralarda var, orya kadar bahçelık imiştır. Sagda solda bahçeler, sebzeler yetışırdi. Te büle, ama biz çocuklar bilırız, çocuklar o zamanlar giderdık Sırpçe okula, Sırpçe.

Ebru Süleyman: Hanci senesınde, hanci seneler?

Şükrü Zeynullah: 37, 1937‘de ben başladım, 38’de, 37-38’de. Hatırlarım rahmetli Atatürk’ün ülümüni. Ne zaman üldi haber celdi şeyden, temcitler okundi. O vakıt ben genç oğlan Tavukçi, Recalar’dan duyar temcitleri radyolardan hep dinlerdık. İnsanlar büyükler, velilerımız dinlerdilar Ankara radyosuni. Varimiştır bi otuz tane radyo o Reyon markasi, esçi markalar dinlerdilar, heryerde nerde varidiyse radyo toplanırdi kalabalık acaba alakadar edeymi onlara Mustafa Kemal’ın sağlık durumu. Bazen ey olurdi sevınırdık haber ederdilar, bazan daha kötü hastalanırdi falan.

O gün ne zaman ülür o vakıt duyulur haber. Bu Ziyadin ismiyle, Ziyadin tavuklarle, horozlarle meşgul olurdi onun içın Tavukçi çağırırdık, çağırırmişlar. Haber verır camiya, cider evden kümesınden kavrar bi iki-üç tane tavuk mi horoz mi ne, daha citmedan pazara yolda çabuk çabuk satar, o parayle gütürür hocaya verır, üç camide temcit okunulur Atatürk’ün şeysiyle [ülümiyle] alakalı.

Ovakıt insanlar bambaşka, Priştine değışık, ses yok bişe yok, dert tarafi kalabalık, dükanların kapilari açık ama kimse cirmez, ne çikmaz. Alış-verış durur her şey, insanlar, veliler toplanır mahallelerde bazi kararlar getırır, ne zaman, nerde anma saatlari olacak; okunacak mevlüt cenaze içın vesaire, vesaire. Durur, alış-verış durur o vakıtlar. Hanımlar evlerde analar, abla Türk bayraklarıni asarlar yariya. Hem ufak çocuklari gidırırdilar hatırlarım, kısçazlari en çok kara elbiselerle ama kırmıziyle beyaz elbiselerle gidırırdilar sokaga. Ve hatırlarım yeni doğan, her doğan çocukların isımleri verılırdi ya Mustafa ya Kemal. Çok ana baba verırdi bu isimleri. Daha gençlerde okula gitmeden çocuk deyelm iki yaş üç yaş, bazi çocukların eski adlarına katılırdi bile. Deyelım Ahmet ise adi Ahmet Mustafa, Mehmet ise adi Mehmet Mustafa, Kemal katılırdi daha bir adi. Şindi yakınlarda, tezlerde üldü bi tanıdık esnafımız adi Kemal’le, ismiyle, Ali Kemal ismiyle yaşadi ufaklıktan.

Çok degışıklıkler olmiştır, e bu çocuk, genç çocuk olan ne haber etti bu haberi, bu Üsküp’te Türk konsoloslugi çağırır, trende gider beklerlar bi üç kişi, kabul ederlar hazır resmi gibi. Çok teşekür ederlar ne yapmiş bu hareketi, bu güzel şeyi. Okuturmiş temcitleri falan. Bi iki gün olur misafirleri falan buna diğerleri arasında teklif ederlar Türkiya’ya gelsın. Türkiya’da ona bir çiftlik versin, çiftlik hediye olacak, olacak. O çiftlik ile beraber altmiş baş koyun ve daha bir takım şeyler orda ev orda tavan. Bu çocuk düşünür, babasi, anasi tabi var. Karar verememiş gitsin ve der kabul edemedım. Ve bi ifadede bulunur: “Kusura bakmayın benım vatanım Kosova, ana vatanım Türkiye, biz Türkiye’ye gidersek, başlarsek gidelım ne olur burda bizim geçmişımız?”. Ne olur Osmanlılardan kalan çok güzel yadigarlar, eserler, mimari eserleri? Çünkü burada o zaman varimiş on yedi-on sekiz tane cami varimiş yanlız, dokuz tane mescid varimiş vesaire vesaire. Tekkeler dolli. Bu kalan miraslar Osmanlilar’dan kime bragalım? Ben başlarsem yavaş yavaş başlar arkadaşlar. Hem teşekür etmiş çok, ayrılmışlar kabul etmemiş.

A bu, tutaym aklımda buni, çocuklar olsun ki Sırpça gideydık okula ama deyelım Hacı Ahmet’te Dert Lüle mahallesınde, var idi bikaç mahallede Kuran-ı Kerim okullari. O okula gideydım, üç tane hatme yaptım orda bile. Hacı Ahmet’te. Giderdık çok çocuklar.

Ondan sonra severdık, severdık, biz kasaba derdık olsun ki yavaş yavaş büyüdi, okadar büyük oldi Priştine ki bir şehir oldi. Ama yine kasaba bugün da bile kasaba kullanıli insanlar, Priştine kasabasi falan.

Ebru Süleyman: Hatırlaymisınız babanız ne işleydi, dedınız citti Üsçübe?

Şükrü Zeynullah: Babam dedelerımın zanaadıni almiş idi. Uncu, uncu. Rahip Aga uncu. Bi çeşme bile Çeklik mahallesınde imiştır evımız, orda bile bi çeşme yapmiştır Çeklik çeşmesıni ‘keklik’. En çok orda keklik kuşlari toplanimiş, Çeklik mahallesi kalmiş.

Ebru Süleyman: Nerde o mahalle?

Şükrü Zeynullah: O mahalle te Aladin Cami’si var, arkasında birden. O mahalle zaten, Aladin’da düşey o Çeklik mahallesıne, Aladin Camisi.

Çok şeyler olmiş ovakıt çok. Varimiştır ünli adamlarımız, varimiştır Tefik Raşit doktor. Tanıdık doktor imiştır. Varimiştır ondan eveli bir Cabir, Cabir hayduk, hırsız derdık. Halbuki o imiştır çok dürüst bi insan. Hem yanlış anlaşıli okadar. O yanlız giderdi en zenginlerden ustaca alırdi, bi çezesi varimiştır, ciderdi çalardi ne lazım fukaralara dagıdırdi. Bragırdi evınde, dagıdırdi. O hayduk imiştır, demek hırsız, lopov ama büyük insan imiştır. Bi hangi kahvehaneye, çaycinicaya cirırdi kolkardilar bittevi insanlar. O çok dürüst imiştır. Hem…

Ebru Süleyman: Nevakıt bu? Demek haçan Yugoslavya Krallıgında?

Şükrü Zeynullah: Bu, bu, bu dur daha Atatürk ülmeden, daha Atatürk’ün ilk zamanlarından, o vakıtlardan kalmiştır. Bu duyulur yavaş yavaş bütün dünyaya hem…

Ebru Süleyman: Demek nice Birınci Dünya Harbi.

Şükrü Zeynullah: Birınci Dünya Harbi, ştorda. Şto vakıt. Ve konuşulurdi daha cün bucün en dürüst hırsızlardan Priştine’de üle bi hırsız varimiştır. Dogru, yalan yok, insan imiştır yardım ederdi. Kendisi kalırdi aç varise hanci fukaraya cütürsün ekmek.

Priştine’nın büyük tarihi çok ceniş. Varimiştır çok insanlar varimiştır. Varimiştır bi usta Salih, Salçe. O yaşadi doksan kusur sene. Elli beş sene evel üldi. O büyük zanaatçi imiştır, usta imiştır. O bütün lordlar, bütün o generallar, İngiltere, Fransa’dan, şeyden celırdilar ismarlardilar payton ondan. En luks en güzel paytonlar yapardilar, arabalar o zenginlere üteye, Avrupa’ya.

Sora bi Bayram Kovaç varimiştır, ailesi. Onlar paşalara, zabitlara yapardi kılıç. Kılıçlar, yataganlar, şeyler. Demek o da idi bi tanıdık bi şahıs. Ve daha çok çok. Ben şimdi sezınemeym, şimdi biraz heyecanlanim, heyecanlanim. Bilmeym neyi peşin alam, neyi peşin alam ürnek. Büyük insanlarımız varimiştır, büyük insanlarımız. Daha geçlerde…

İkinci Bölüm

Şükrü Zeynullah: Bakınız biz eski Türkçe’yi konuşurduk. Her vakıt ‘g’ harfi yerıne Türkçede ‘c’ derdık, ‘k’ harfi yerıne ‘ç’ derdık vesaire vesaire.

Ebru Süleyman: Demek nice şindi nası ne süleysık, üle mi sülemişınız daha peşinden?

Şükrü Zeynullah: Yok, şindi daha öz Türkçeyi konuşuyoruz. Evelden bilmezdık hiçbişeyi. Geldım gittım desaydın bikimseye bilmezdi ne deysın. Coldum, cittım…

Ebru Süleyman: Yo, deym şimdi nası ne süleysık.

Şükrü Zeynullah: Buyur?

Ebru Süleyman: Şte şimdi nası ne süleysık.

Şükrü Zeynullah: Yo, dilimiştır üle.

Ebru Süleyman: Şimdi benle sen nası ne süleysık?

Şükrü Zeynullah: Yo, dilimiştır üle. Üle dilimiştır. Yokimiştır. Okullar yokimiştır.

Ebru Süleyman: Nası imiştır daha degışık?

Şükrü Zeynullah: Cittım coldum. Vıçıtırın konuşurdi başka türli Türkçeyi, Mitrovica deyelım başka türli. Ne var, hava yoliyle varmi alti [kilometre] metro Mitrovica’yle, yayan cideydilar Mitrovica’ya. Vıçıtırın, Vıçıtırın-Mitrovica üle mi? Mitrovaica başka türli Türkçeyi türkler konuşurdi, Vıçıtırınlilar başka türli konuşurdi. Deyelım Vıçıtırınlilar derdi ‘isteymisi’, ‘cideymisi’, ‘oynaymisi’ anlaymisın. Mitrovicalilar anlamazdi.  A Mitrovicalilar konuşurdi ‘dermuga’, ‘almuga’, ‘citmuga’. Eh, anlaymisın? Priştineliler ‘coldum’, ’cittım’ şte büle.

Ebru Süleyman: E biz daha deysık coldum, cittım.

Şükrü Zeynullah: Evet, ama deyelım İpek ise daha başka, Prizren daha başka, Gilan daha başka. Ama topi topuna Türkçeyi konuşan dil en iyi imiştır Gilan. Bakınız bu büyük meseledır. Neden dersenız? Bana güre ne kadar daha yakın…

Ebru Süleyman: İstanbul Türkçesıne.

Şükrü Zeynullah: Anadoluya isen, İstanbul’a demek Türkiya’ya dogri isen, onlar daha iyi konuşurdilar Türkçeyi. Deyelım Kaçanlık, Kaçanlık. Kabahat yapardi çimse kaçardi. Kaçanlık derdilar o bayırlara. Şindi deylar Kaçanik, Kaçan-ik, Kaçanlık adi imiştır. O bayırların obi tarafında daha üz Türkçeyi konuşurdilar insanlar ‘geldım’, ‘gittım’, ‘iki tane’; demezdi ‘içi tane’ anlaymisın. Onun içın Gilan en yakın Makedonya’ya düşey onun içın alışık…

Ebru Süleyman: Daha çok benzey İstanbul Türkçesıne onlarle.

Şükrü Zeynullah: Daha çok benzey Türkiya Türkçesıne. Türkiya’nın Türkçesıne. Biraz daha başka.

Ebru Süleyman: Ama bu esçi Türkçeyi o vakıt herçez süleymiş demek, üle sülenılimiş kasabada.

Şükrü Zeynullah: Herçez, hepisi süleymiş. Var imiş sora, yavaş yavaş, yavaş yavaş, ne zaman kurulur Priştine yerleşım yeri, o vakıt Sırplarda gelır, Boşnaklarda. Yahudilar Avrupa’dan, az sayida ama [anlaşılmay]. Güneyden Arnautlar, Arnautlarda gelırdi yerleşırdi kasabanın daha kenarlarına se çünki onlar alınırdi daha fazla tarımcilıkle, şeyle. A bizım kasabalilar daha fazla zanaatiyle, zanaatle.

Ebru Süleyman: Ne zanaatlar varimiştır?

Şükrü Zeynullah: Buyur?

Ebru Süleyman: Ne zanaatlar varimiştır?

Şükrü Zeynullah: Zanaatlar varimiştır kuyumcidan başlayarak, saraç ayakkabıcı, terzi; çok tanıdık terziler varimiştır, çok tanıdık berberler varimiştır. Berberler imiştır doktor cibi. Ahmet Kırna deyelım. O ilaçlar yapardi insanlara. Romatizma içın, bilmem niçın, nefezdarlık içın ya da… var aklımda çok şeyler ama bilmeym, dagınık, bilmeym ne diverem.

Ebru Süleyman: Var vakıt.

Şükrü Zeynullah: Varimiştır doktorlar da. Ama bitane varimiştır Tefik Doktor. Tefik Doktor o imiştır çok tanıdık Avrupa’da. Avrupa’ya ne zaman citmişidi. Burada hastayi Doktor Tefik bakardi…

Ebru Süleyman: O Avrupa’da mi okumiş?

Şükrü Zeynullah: Yok. Avrupa’da de, tabi Avrupa’da.

Ebru Süleyman: Sora colmiş buraya.

Şükrü Zeynullah: Tabi burya. Tefik soy adi Raşid imiştır. Orda Çeklik mahallesınden daha beriye biraz kasabaya daha yakın. Orda imiştır evi, hala duri evi, esçi ev. O cider Avrupa’ya. Çagırırlar oni. Duymişlar Avrupa çagırırlar, üteye cider. Oturur bieyam, oturi musafir. Cene ciderdi, cene ciderdi, cene ciderdi. Ama sık sık o kadar dil. Çok şeyleri Avrupa doktorlari sorardi Tefik’e. Bazan bazi aileler, daha yüksek aileden, daha zenginler; Tefik Doktor bakardi, derdi bu hastalıgına buni lazım yapasın, şte büle ilaç, üte beri. Ama madam zencin onlar Avrupa’ya hastayi cütürürdilar baksın doktorlar, Avrupa doktorlari. Fransa’da, Avustriya’da. Ne zaman sorardilar o Avrupa doktorlari “ Nerelisin? Nerden celdın? Priştineden. E tanaymisın bi Tefik doktori? Tanaym. Baktimi Tefik? Bakti. E Tefik nasıl demiş ise üledır. Biz Tefik’ten daha iyi bilemeyz.” O vakıt doktorlar.

Priştine’de çok olaylar olmiştır, çok büyük şeyler olmiştır. Ama bunlar yazılmamiş. Kaydedılmemiş. Büyük ustalarımız varimiştır. O çendi berberlerımız imiştır doktor. Terziler yeni moda çikarırdilar, ayakkabicilar. Varimiştır bi ürtili çarşimız, orda… o çarşiyi yiktilar, yıkıldi çok şeyler, çok şeylerımız citti.

Ebru Süleyman: E Şükrü amca hatırlaymisın şindi Birınci Dünya Harbından sora belçi idi biraz zor burda hayat? Üle haçan idınız sabi, haçan cideydınız okula o vakıtlarda. Sora birden başladi, demek Atatürk haçan ülmiş, soradan direk başladi İçınci Dünya Harbi. Tutaymisınız aklınızda bunlari, nasıl idi?

Şükrü Zeynullah: Ben İçınci Dünya Harbı’ni tutaym aklımda ama Birınci Dünya Harbı’ni tutamam.

Ebru Süleyman: Oni duydunuzmi nenenızden, dedenızden, bişeyden?

Şükrü Zeynullah: Tabi, Birinci Dünya [Harbi] harap olarak Priştine’yi brakti. Üle geri Priştine’yi brakti. Priştine o zamanlarda ilerleyemedi. Ne zaman yaklaşır İkinci Dünya Harbi olmadan o vakıt bayagi bazi degışıklıkler olur, modernleşır. Başlar binalar daha olsun modern. Artık alaturkadan yavaş yavaş alafrangaya demek geçer, binalar başlar olsun daha güzel, Avrupa biçımınde vesaire vesaire. Ama o Avrupali binalar da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ne zaman kurtuluş olur, onlar da harap oldi yıkıldi, hep şey oldi, yıkıldi komunizım zamanında. Komunizım çok yanlış yapti. Milletler dagıtti, yerli Priştineliler dayanamaydi, bi yere kadar dayanidi, dayanamaydi onlar göç ederdilar ana vatana Türkiya’ya.

Ebru Süleyman: Tutaymisınız… var mi hatırınızda haçan coldi buraya Bulgar asçerleri, İtalyan asçerleri?

Şükrü Zeynullah: Hatırlarım, nasıl yok.

Ebru Süleyman: Diverebilırmisınız birazcik o cünleri?

Şükrü Zeynullah: Alamanlar geldi. Alamanların müttefigi İtalyanlar. Ama Almanlar o kadar çok burada yerleşmedi, deyelım Priştine’de. Fazlasi brakti İtalyanlara. Çünkü burasi olsun ki harp zamanından 41’den 44’ıne kadar burada olmaz ya o kadar, nasıl deyem, konfliktler [çatışmalar], anlaşmamazlıklar, savaşçiklar, şeyler yok. Yanlız burada kurulur bi gençlik teşkilati. Onlar Genç Partizan deydilar o vakıt. O vakıt Tito’nun ismi arkasında onlar o program üzerınde çalışırdilar. Demek sosyalist cibi bişey, komunist cibi bişey. Onun içın bizım cençler, çok cençler, Meto Bayraktar cibi Selimler cibi, bilmem Kocadişler cibi, Raşitlar falan dolli cençler; hatta sonra çocuk bile, çocuk kadar ufak imiştır Süleyman bizım, Süleyman soy adiyle…

Ebru Süleyman: Şerafeddin.

Şükrü Zeynullah: Şerafeddin Süleyman. O bile bi partizan vazifesınde. Kardaşi, büyügi…

Ebru Süleyman: Remzi. Remzi.

Şükrü Zeynullah: Evet. O, onlar savaş ederdi hem yerli düşmanlara hem bu, nasıl derlar, Almanlara karşi. Keçikol’da olurdi savaşlar, ciderdilar orda savaşırdilar. Meto Bayraktar üldi, bilmemne üldi, onların hepisi üldi cittilar. Ama kurtuluştan sonra burada herbi halk kazandi çendi şeyıni [haklarıni]. Sırplar ayri, Arnautlar ayri, şeyler ayri yanlız Türkler, Türklere verılmedi çi var burada Türkler. Onun içın biraz kasaba başladi o vakıttan seyreklensın ana vatana cideydilar en çok.

Ebru Süleyman: Kasabalilar?

Şükrü Zeynullah: Kasabalilar, kasabalilar. Kasabalilar.

Ebru Süleyman: Hatırlaymisınız haçan göç edidilar trenlerle, şeylerle?

Şükrü Zeynullah: Ne idi?

Ebru Süleyman: Haçan göç ettilar Türkiya’ya.

Şükrü Zeynullah: Nasıl yok. Var resımlerımız. Aglamaklar, o şeyler, ayrılmaklar, şeyler. Her cün trenle cünderidık, şey yapaydık, aglamaklar. Bragidilar evıni, şeyıni.

Ebru Süleyman: Niçın cideydilar haçan bitti savaş?

Şükrü Zeynullah: Komunizım, komunist zamani o. Üle imiştır.

Ebru Süleyman: E sizın ailenız niçın karar verdi kalsın?

Şükrü Zeynullah: Şimdi mi niçın karar veri kalsın?

Ebru Süleyman: Yok, o vakıt. Esçiden.

Şükrü Zeynullah: Ha, niçın onlar karar veri. Kan düçmişlar onların çocuklari Gazimestan’da. Savaşta. Onların kan… onların burada yeni yeni aileler yetışırdi. Onların çocuklarından. Babasi ülmiş ama çocugi kalmiş Priştine’de yaşay. Onlar hala cün bucün var o esçi şehitlerın tohumlari burada, mahallelerde. Hala.

Ebru Süleyman: Demek istemedınız bragasınız.

Şükrü Zeynullah: Biz kıyamadık bragalım. Anam [citti], 1938’de 37’de, 37’de, üç yaşımda imişım o vakıt, sünnette idım, büyük ailesi varidi Mitrovica’da. Kalabalık aile, hepisi karar cetırmişidilar güç etsınlar. Anami da orya koymişlar ama babam bragamaydi, yapamaydi. Babam istemeydi hiçbitürli. Ve çalışmişlar halalarımle [ikna etsinlar], halalarım daha büyük, iki halam daha büyük. Yalvarmişlar, şey yapmişlar anam isteymiş ama cene o da nasıl braksın kendi insanlarıni, şeylerıni ciderlar.

Üsküp’te o vakıt yaşaydık, celırdilar Mitrovica’dan alırlar paytonle cütürürlar. Ben anlarım cene üç yaşım varimiştır ama sünnette idım. Çabuk enerım aşari. Varimiştır evımız bi dere ceçerdi ama evden bi beş-alti metre bi köprü varimişidi. Nice kapidan çikaym dereye tekırlenim, çikarmişlar.

Ebru Süleyman: Üsçüp’te mi bu? Üsçüp’te mi?

Şükrü Zeynullah: Üsküp’te. Ciderlar ütede. Ben henız anami cürdüm 51’de. 51’de galiba yirmi yaşımda, ştüle, yirmi bir yaşımda cittım cürem anami.

Ebru Süleyman: Annenız demek cittimi Türkiya’ya?

Şükrü Zeynullah: Citti, citti. Kaldi babam burada.

Ebru Süleyman: Siz babanızle.

Şükrü Zeynullah: Babam kaldi evet. Babam evlendi bi artist Budapestli Macaristan’dan bi kızle. Celmiş idilar tiyatroya Üsçüp’te, o idi artist. Orda begenmişlar biribirıni kalmiş, kaldi o kız burada, evlendi.

Ne zaman celdık Priştine’ye o vakıt cideydım okula. Kuran-ı Kerim’e, bakmiştır beni, çok iyi bakardi. İyi ceçınırdilar ama bir gün okuldan celim, mektepten, hocadan; alır çantami, çantamdan çikarır Kuran’i kalabalık ev ününde kapida; Çeklik’te oturidık, yok Dert Lüle’de oturidık o vakıt savurur Kuran’i. Babam ne zaman celır eve duyar, o vakıttan bozulur işler ayrılır onlar. Evlenır işte bunun nenesiyle… Fahriye adi idi. Uzun bi süre…

Ebru Süleyman: E onlar hanci dili süleymiş aralarında?

Şükrü Zeynullah: Çimler?

Ebru Süleyman: Babanız hem Macaristan’dan o kadın.

Şükrü Zeynullah: Onlar yavaş yavaş Sırpçe, Sırp dilıni, ama yavaş yavaş sora Türkçe ügrenidilar niçın daha kalabalık Türkçe ügrenırdilar. Sırplar da konuşurdilar Türkçeyi. Bi Sırpli deyelım arkadaşına, Türk arkadaşına Türkçe bazi şeyler sülerdi, Türk ta verırdi cevap ona Sırpçe. Anlaymisın? Niçın şey olmasınlar [nazik olsunlar]. Çok iyi geçırırdık. Anlayış varimiştır.

Ebru Süleyman: Hem başka milletlerle.

Şükrü Zeynullah: Bizım arkadaşlarımız Sırpli varimiştır, yokimiştır farki hiç. Çok interesant imiştır, kolay kolay anlatırılmaz büle şeyler. O kadar arani o zaman, ben severdım bi üç hafta o esçi zamanda yaşayam şimdi üç sene burada yaşamaya, bu şeyde yaşamaya. Ama bak haçan cüri insan, bak evlatlar, torunlar, torunların torunlari, şeyleri o vakıt başka türli düşüni. Ne yapalım, şte büle bu işler.

Ebru Süleyman: E sora demek meytebe cittınız, İçınci Dünya Harbi oldi sora Kurtuluş, ondan sora Yugoslavya başladi. Yeni Yugoslavya.

Şükrü Zeynullah: Başladi Yugoslavya. Yeni Yugoslavya. Orda herşey degışti.

Ebru Süleyman: Nasıl degışti sizın hayatınız, cünden cüne neler degışti?

Şükrü Zeynullah: Velam her bir millete, azınlıga her bir çimseye hak verıldi. Türklere, yoktur Türkler, burada Türk yok… Yok. Fes takamazsın, Türkçe konuşamazsın sokakta. Ciderdık Arnautçe [okula], bilmezdık Arnautçe. Bazilari Sırpçe ciderdi ne yapsın, okula çocuklar, yok.

Ebru Süleyman: Ta demek ne vakıt başladi Türkçe sora 55-57’sınde mi?

Şükrü Zeynullah: 57’de, 57-58’de ştüle. Ama Türkçe okullar başladi 51’de henız.

Ebru Süleyman: 51’de.

Şükrü Zeynullah: O vakıt 51’e kadar, demek 41’den 51’e kadar on sene burada Türk yok. Bi Türk sıkamaz desın Türk çendıne. Sokakta konuşamazdık. On sene yoksuk. Hem bi çeretten ne zaman çikti sayımlar oldi hem Sırplardan, hem Arnautlardan, hem onlardan hepisınden en büyük sayisi Türklerın. Hade şte, ne demek milliyetçi. Genelde Arnautlarda yoktur kabahat ama Arnautların içınde varidi agır, bi fena, bi ters bi insanlar milliyetçiler. Deyelım ben Arnautluga nezaman cideym, citmişım bikaç defa. Arnautluga cideym sevınilar. Bazi Arnautlar bilidilar Türkçe konuşsunlar. On beş-yigırmi sene eveli citmişım, yigırmi beş sene eveli. Enver Hoca zamanında Enver Hoca‘yle imişım, Türkçe benımle konuşmiştır. Cideym cürilar “Erdh qe ky prej Prishtinë ky turku” kalkardi ayaga. Deydınmi Türk Arnautluk’ta, Arnaut kalkay ayaga.

A Kosova’da dersen Türk o vakıt yandın. E bak çok mi ileri citti Arnautlar Kosova’da çi büle yapsınlar? Ama ne yapalım şte büle imiş yazilar. Şindi yavaş yavaş düzeli. Arada sırada olidi bişe ama kapaylar çabuk agızlarıni o milliyetçilerın. Çünkü yavaş yavaş başlay düşünsunlar Arnautlar da. Şte bu ‘fena’ Türkler olmasaydi Arnaut ismi bucün dünyade anılmazdi.

Balkanlardan senelerce çikmadi, lazım idi çiksın Türkler ne zaman anlaşma oldi, çekılecek Osmanlilar artık, ta kurdi bi devlet Arnautlara, dedi: “Arnautluk şte sizın devletınızdır Allah yardımcinız olsun, halal olsun!” Demek kurdi Arnautlugi, Berlin Kongresi’nde imzalandi, hem o vakıt başladi çekılsın. Hem burdan ne zaman çekıldi, burda topraklardan Priştine’den, çagırırdilar Hasan Priştine’yi bazi Arnautlari, bilmemneyi burdan: “Bak biz cideysık asınız bayragınızi burda. Demek sizın topragınız Kosova’da da olur.” Yok dedilar, anlaşırsık biz Sırbiya kraliyle kolay. Ama bak ne oldi, henız okadar senelerden sonra, henız alındi hüçümet, bak hala yeleşemedi bile. Ya cittık siyasete şimdi, fena büle.

Ebru Süleyman: E veç soram daha bişe İçınci Dünya Harbından eveli, hatırlaymisınız Yahudileri kasabada? Birazçik diverdınız ama varidi, dedınız varidi Türkler, Sırplar, Arnautlar, Yahudiler, Romlar. Nerelerde bunlar kasabada idilar, ne yapaydilar bu karışık milletler? Ne işleydilar, nerde yaşaydilar? İçınci Dünya Harbından peşin, en esçiden, haçan idınız sabi.

Şükrü Zeynullah: Romlar deyelım yaşaydilar iki mahallede: Aşarçi Mahalle derdık hem Yokarçi Mahalle. Aşarçi Mahalle idi Dıvan Yolun bi geniş bi merkezi, büle bi düzlük. Geçerdi dere ordan. Orda onlar imiştır, esmer dilimiştır ama beyaz imiştır daha şey, büle daha başka türli. Onlar konuşurdi fazlasi Türkçe hem beyaz imiştırlar. Ne zaman açıldi okullar, Türkçe başladilar citsınlar okula.

A bubi büyük sayida Çingeneler, Romlar yaşardi Mor Ova’da. Mor Ova demek Morava. Moravska yokarda, nerde düşey, o taraflarda. Var park, parkın üstünde. Orda imiştır yerleri, orda imiştır daha kalabalıklar. Onlar imiştır daha esmer. Onlar Çingenece konuşurdi ama mutlak Türkçe da. Onlar işlerdilar büle; hamal, taşırdilar şeyleri, bilmem neleri. Varimiştır onlarında intellektuallar, işlerdilar, deyelım konobar [garson] cibi, işlerdilar büle restoranlarda. Üle da varimiştır.

Aşarçi Mahalle’de varimiştır sanatçilar da, müzisyenler varimiştır tanıdık. Gırnataci Şükrü Tonar çagırırdık, Abdullah, bu İbrahim Peçevi, çemaneci. Hüriye Tellici, o da şarkici, varimiştır grupi. Hüriye Tellici dil, Hüriye Tellici başka imiştır, Hüriye Çemaneci o da çemaneyi çalardi, karilarle orkestra yapmişidi. Hem varimiştır şte diverdım bu Savçe ne yapaydi paytonlar şeylere. Bayram Kovaç, ailesiyle kılıçlar, yataganlar, temiz şeyler.

Ebru Süleyman: E Sırplar nerelerde yaşardi?

Şükrü Zeynullah: Sırplar da bi sokakta içi-üç tane ev, derdıncisi Sırpli. Cene bikaçtane ev cene Sırpli, cene bi mahallede. Bir mahallede bi on tane Sırpli varimiştır.

Ebru Süleyman: Demek çimlerle beraber? Türklerle, Arnautlarle.

Şükrü Zeynullah: Hem şte Sırplar, başka yok. Yahudilar, Alaman çok aldi Yahudilari çekti burdan. Kalmadi çok Yahudilar. O çocuklari salte kurtardık biz, aldık beşige kose bizım çocuklar. Büyükleri aldi Alamanlar cütürdi.

Ebru Süleyman: Tutaymisınız siz aklınızda oni, haçan coldi?

Şükrü Zeynullah: Nasıl yok. Biz nekadar kurtarmisık insanlari, bazi büyük gençleri da kurtardık. Yo bu dur kardaşım, bu dur şeyım, bu dur şeyım kurtardık neka edebildiysek.

Varimiştır çok anlayış, yokimiştır düşmanlık biribirımıze. Arnoudi hele dinımız ayni, Arnaut Türk ayni. Severdık biribirımızi, yoktur ne nereye cidesın. Verırdık kızi Arnouda, Arnauttan alırdık ya  bişey. Ama istemezdık olsun işımız o kötü Arnautlarle, milliyetçi Arnautlarle. Onlar yanlış idilar.

Üçüncü Bölüm

Ebru Süleyman: Esnaflar, esnaflar varimiştır.

Şükrü Zeynullah: Fazla esnaflar varimiştır. Arnautlar celırdilar Arnautluk’tan, se bizde yokimiştır harptan sora. Arnautlarda ilkokuli bitırmiş ise hanci  Arnaut Sırpçe deyelım, çok seyrek. Ama Arnautluk’tan celdi ügretmenler, profesorlar hem açıldi okul da, ügretmen okuli.

Ebru Süleyman: E siz demek ilkokuli Sırpçe mi okudunuz?

Şükrü Zeynullah: İlçokuli Sırpçe birınci sınıfi. Ne zaman celdım, celdık Priştine’ye 41’de, 42’de, 41’de ikinci sınıfa Arnautçe cittık.

Ebru Süleyman: Demek o vakıt varidi Arnautçe.

Şükrü Zeynullah: O vakıt Arnautlar coldi burya. Oldi büyük Arnautluk “Shqipnija e Madhe” anlaymisın? İtalyanle idi Arnautlar, İtalyanle Arnautluk. Hem bu, nasıl idi adi, Ahmet Zog… Ne anlatıridım ben?

Ebru Süleyman: Devam edınız.

Şükrü Zeynullah: 41’den 44’ın sonuna kadar 45’e kadar demek o dur bi beş sene. Beş sene Priştine’de yaşayan çocuklar hepisi nerdeyse hepisi Arnautçe ciderdi. Sırpli, Türk, bilmemne, Arnaut, hepisi Arnautçe ciderdi, başka dil yok. Çok sesle vela sokakta konuşamazdık Türkçe. Yanlız evde kapanık duvarlarda. İşte okadar imiştır. Ama bu Arnaut milletın bi kabahati yoktur. Arnaut milletın içınde bazi bozuklar.

Ebru Süleyman: E sora, demek sora kurtuluş oldi, İtalyanlar citti, Partizanlar coldi degışti herşey. Biraz anlattınız o vakıt sora 51’ıne kadar tanımadilar Türkleri…

Şükrü Zeynullah: Yok, yok.

Ebru Süleyman: Sora 51’ınde başladi okullar açılsın.

Şükrü Zeynullah: Okullar açıldi.

Ebru Süleyman: Siz o vakıt ne yapaydınız, kaç yaşında idınız, bitırmişmiydınız okuli?

Şükrü Zeynullah: O vakıt ben çalışidım devlet Halk Şarki ve Danslar Ansamble’sında, ensemble [topluluk]. Devletın.

Ebru Süleyman: Ne iş yapaydınız orda?

Şükrü Zeynullah: Orada oyunci idım. Oynaydım ben orda. Priştine’de da varidi. Priştineliler varidi, varidi orda Arnautlar, Sırplar, Türkler. Orada bi bi sene, bi seneden sora oldum müdür yardımcisi.

Ebru Süleyman: Hanci seneler bu?

Şükrü Zeynullah: Bu dur 50, 50’de. 49-50’de. 49-50’de. Çok cenç oldum yardımcisi müdürün. Müdür idi bi Rus ama o sonra çikti onun boyalari imiş Bolşevik. O vakıt komuizım düşmani imiş babasi, şeysi; o vakıt o çekıldi e sora ben ceçtım bi bi sene müdür. Orda oldum bak cenç. Ama 51’de açıldi, duyuldi çi açılacak olkullar. O vakıt biçeretten hepisıni braktım, ceçtım 51’de Türkçeye. Türk okullarına. Cittık Üsçüp’e cideydık yazda dert ay okuyduk, bitıridık bi sınıfi celidık.

Ebru Süleyman: Çim idi ügretmenlerınız?

Şükrü Zeynullah: Üretmenlerımız bizım.

Ebru Süleyman: Haçan açıldi o vakıt. İlk.

Şükrü Zeynullah: Türk olkuli mi?

Ebru Süleyman: Po.

Şükrü Zeynullah: Süreyya, başta Süreyya Yusuf, duymişsınız.

Ebru Süleyman: Duydum po, nasıl yok.

Şükrü Zeynullah: Süreyya, Üsçüp’ten celmişidi bi içi tane.

Ebru Süleyman: Demek siz Üsçüp’te ügrenidınız sora burya colidınız.

Şükrü Zeynullah: Bak sen Makedonya’da Türkler var, a Yugoslavya şte hepımız. Makedonya’da var Türkler, Sırbistan’da var Türkler, bilmemnerde var Türkler, her yerde Karadag’da, şte Tivar’da daha var, a Kosova’da yok. Sırbistan’da varidi tezlereka. Viran Yer, Vranye deylar. Ya da Bilaç, Biljača var bi yer Türk yeri esçi. Bil-aç, orda tezlereka Sırbistan’da Türkçe varidi. A 51’e kadar Türkçe burada yok {şaşırma işareti yapay}. A burasi düşeydi Sırbistan’a o vakıt Yugoslavya zamanında. Bak ne kadar terslık bize karşi. O vakıttan başladi göç, göç cidılsın. Se burada olurdi, hepımız olurduk.

E profesorlar bazilari celdi Üsküp’ten. Üsküp’ten mi Gostivar’dan mi, şeyden mi ta yetıştık biz. Biz okuyduk, colidik burya. Yokimiştır çocuklari nerde koyalım. Bi okul verdilar bize bi esçi kilim meytebi. Elena Gjika’ya karşi imiştır bi okul ufak, verdilar oni bize. Varidi bi beş-alti odasi orda tutaydık ders, Globoderler’ın evınde tutaydık ders, Ahmet terzinın, Abdullah terzinın evınde. Aladin Camisında varidi üç tane sınıf orda boş, sınıf dil bi oda şte büle. Orasıni da sınıf yapaydık. Binlerce çocuk, alti sınıf, alti sınıf daha fazla yok. Alti sınıf, demek alti oda. A çocuklar binlerce. A boşalidi o vakıt. Arnautlar sınıflari kalmaydi. Otuz çişi deyelım çocuktan…

Colidi üretmen ya da müdür okulun deydi büle büle Arnautçe konuşidi deydi açıli büle Türk meytepleri, varise çimse aranızda ne stey ana babanız Türkçe yolasın haber edınız. Pazartesi cüni haber edınız. Biz da celdık Pazartesi dedık büle, büle diveridık orda müdüre onlara çi babam demiştır biz Türkçe cideceksık. O da ügretmen Arnautçe konuşidi, çim cidecek çiksın sınıftan. Deyelım otuz-otuzbeş çişiden kalidi bi yedi çişi orda Arnautçe. Şte büle. En kalabalık okullar o vakıt 51’den 62-3’üne kadar Türkçe imiştır sınıflar. Sora oldi büyük…

Ebru Süleyman: Siz o senelerde ügretmenlık yaptınız.

Şükrü Zeynullah: O senelerde ügretmenlık yaptım. Ügretmenlık, müdürlük. Ben yetıştım kurucusu olam Türk okullarının bir, kurucusu olam kültür güzel sanatlar dernegının, kurdum Türkçe koroyi, kurdum Türkçe tiyatroyi. Tiyatroyi kurmişidım, nasıl derdilar o Hacivat hem şeyi…

Ebru Süleyman: Karagöz.

Şükrü Zeynullah: Karagözi. Kurdum daha Arnautçe ciderçe okula, sakli evlerde. Kurmişidım çocuklara bizım dilde. Deyelım Nasreddin Hoca’nın şeylerıni, ve bu 48’de. Çocuk içen. Colidilar kalabalık çocuklar akşama karşi cideydilar eve dolli bakaydilar. Bi ahıri yapmişidık, yeleştırdık temiz tahtalar, pencereler, şeyler orda bakaydilar.  

Ebru Süleyman: Demek 63’üne kadar siz okulda idınız. Müdür idınız, ügretmen idınız, sora?

Şükrü Zeynullah: Dur, 63’üne kadar mi dedım?

Ebru Süleyman: Po.

Şükrü Zeynullah: Bilmeym ben, ben sora ne zaman oldilar okulda yeterli derecede, normal derecede hemen üretmenler, Türk üretmenleri o vakıt ben cittım Beligrad Üniversitesınde bitırem yüksek klaselerımi [derslerımi]. Orada şte dert sene kaldım.

Ebru Süleyman: Hanci senede cittınız?

Şükrü Zeynullah: 60-59 galiba, 60 ştorda. 63’te bitırdım.

Ebru Süleyman: Demek Beograd’ta okudunuz.

Şükrü Zeynullah: Beograd’ta, Novi Sad’ta da.

Ebru Süleyman: Hem Novi Sad’ta da okudunuz. Neyi okudunuz?

Şükrü Zeynullah: Biyoloji, kimi, beden. Üle ben sorulmadım. Biyoloji, kimi, beden yokidi ügretmenımız e ben lazım okuyam [anlaşılmay]. Yok se ben seveydım okuyam cografya ya tarih ya bişe. Nice hepımız.

Sora ilk kurmişım çocuk gazetasi çikmiştır. ABC ismiyle. Sora ordan, okuldan ne zaman doldi ügretmenler ben tayin oldum Pionerler Merkezıne müdür. Pionirski Centar. Orda kurdum Birleşmiş Milletler Çocuklar Kulubu’ni. Daha cün bucündür resmi. Çocuklar olidi orda…

Ebru Süleyman: Birleşmiş Milletler ülkelerının temsilcileri.

Şükrü Zeynullah: Ne deydilar? Ambasador [büyükelçi]. Büyükelçi mi ne deylar ambasador? Orda olidi Sırbistan’ın, Rusya’nın, Arnautlug’un.

Ebru Süleyman: Birleşmiş Milletler devletlerının.

Şükrü Zeynullah: Resmi olarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri o vakıt celmiştır New York’tan. Celmiştır bizi cürsün. Orda veridilar imtihan, şey da olidilar.

Ebru Süleyman: Hanci sene colmiş?

Şükrü Zeynullah: Hanci sene… Var resmım ama, hanci sene 50-60, 64-5’te. U Thant imiştır. U Thant.

Ebru Süleyman: Po U Thant.

Şükrü Zeynullah: Duymişsın U Thant’i içın.

Ebru Süleyman: Po duydum, duydum.

Şükrü Zeynullah: U Thant, resımler var büyük şey, o kiyamet oldi o vakıt.

Ebru Süleyman: Demek colmiş Priştine’ye.

Şükrü Zeynullah: Hanci millet, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Priştine’ye celmiştır? Yanlız şto Çocuklar Birleşmiş Milletler Kulubü’nün resmi kabul edılmiş sebebınden, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Priştine’ye gelmiştır. Hem çocuklar uniformayle, şeyle imtihanlari veridilar olidilar ambasador.

Ebru Süleyman: E nerden düşti sizın aklınıza yapasınız bu kulubi?

Şükrü Zeynullah: Nerde, benım o idi vazifem. Nerde düşti aklıma yapam koroy? İlç Türk korosuni ben çikardım. Nerden düşti aklıma çikaram çocuk gazetasıni, çikaridım. Ayni o piyoner merkezi. Qendra e Pionerve anlaymisın orda. ABC çikaridık, çikaridık gazetayi. İlk gazeta, sora başladi Tan. E sora Tan’a aldilar beni orda oldum müdür Tan’ın ama ticari müdür.

Vagonlarle cetıridım çitaplar Türkiya’dan. Cetıtıridım çitaplar Türkiya’dan, sazlar, bilmem neler, romanlar, atlaslar, tarih, biyoloji, cografya atlaslari Türkçe hep. Yokidi kitabımız. Haçan açtık okullari bi çitap yok, bişe yok hiç. Ordan cetıridık, daha evelden bile cetıridık. Bedri’ler bazi Tan’da çalışan…

Ebru Süleyman: E o vakıt Tan nasıl idi orda, galiba bütün entellektüeller toplanmiş idi Tan’da cibi cüsteri o vakıtlarda, kasabalilar, Priştineliler?

Şükrü Zeynullah: Benda işleydım Tan’da.

Ebru Süleyman: Po orda işleydınız hepınız. Nasıl idi Tan? Neler yapaydınız? Bayagi daha aktiv idi o vakıt dimi?

Şükrü Zeynullah: Vala çok güzel, çok güzel cideydi. Okadar iyi bir almişidık sırasıni, tam manasiyle ciddi bi gazeta çikaydi ki Birlık gazetacilari imrenidi. Hesap et o vakıt şaşırdık ne zaman rahmetli Necati Zekeriya geldi Tan’a. O vakıt Üsküp’ten Tan’a geldi. Ama daha olmadan Tan, daha başlamadan Tan bizım insanlarımız varidi Üsküp’te da. Deyelım bi Naim Şaban, bi Nusret Dişo varidi. Birlık’te. Ama Necati Zekeriya cibi insana, sora Hasan Mercan’lar, bilmem neler bayagi toplandık. Açmişidık her yerde köylerde bile, açmişidık bayilar orda satılidi. Tan gazetasının bayisi. Prizren’de kitapçilar açaydık. Yapaydık bu sergi dil heme, unudim şimdi düşmey aklıma. Ne zaman açıli sajam [fuar], kitaplar sajami. Sırpçe deylar sajam galiba. Nasıl Arnautçe düşey.

Ebru Süleyman: Bilmeym.

Şükrü Zeynullah: Kitaplar, insanlar colidilar bakaydilar kitaplari. Sergi, sergi cibi.

Ebru Süleyman: Po.

Şükrü Zeynullah: Büyük sergi. Sergi biraz daha başkadır ama daha büyük sergi. Türkiya’dan ne cetıridik o çitaplari Gilan’da, deyelım Gilan’da sereydık o vakıt. İnsanlar alidi satnalidi kitaplari. Çok ucuz neka adet içın bi parayle. Gilan’da sergide hatırlarım çok. Bu kadar kalabalık colurdi bakardilar şeyleri, alırdilar kitaplari.

Ebru Süleyman: Tan idi o vakıt…

Şükrü Zeynullah: Tan idi o vakıt…

Ebru Süleyman: Başka gazeteler da varidi dimi? Anlatabilırmisınız onlari?

Şükrü Zeynullah: Yok, yok. Yanlız Tan imiştır bi baraka cibi biyerde. Yokidi o vakıt o bina o gazetacilar binasi.

Ebru Süleyman: Gezteciler binasi.

Şükrü Zeynullah: Yok, Rilindja orda idi.

Ebru Süleyman: E nerde idi Tan ilk?

Şükrü Zeynullah: Tan’ın gazetasi imiştır, nasıl deyem ben, düşmey aklıma… bilimisın şeyde nerde imiştır Komitet?

Ebru Süleyman: Po.

Şükrü Zeynullah: Arkasında birden, yapışık komitete arkasında. Büyük bina. Şindi orasi ceçılmey, nice korzo orasi.

Ebru Süleyman: Ha po.

Şükrü Zeynullah: Var o büyük bina, onun arkasında imiştır bi baraka. Hala durur o baraka.

Ebru Süleyman: Hala duri.

Şükrü Zeynullah: Orda Tan. Ama ne zaman oldi o bina Rilindja [anlaşılmay] Tan da oraya ceçti. Oraya ceçti.

Ebru Süleyman: Oraya ceçtınız. Demek üç gazeta orda oturidınız.

Şükrü Zeynullah: Üç gazeta, Rilindja en kuvetli imiştır. Tabi.

Ebru Süleyman: E Şüçri amca haçan idınız cenç ya da haçan idınız daha ufak içez, kasabada nasıl vakıt ceçıridınız? Neler yapaydınız?

Şükrü Zeynullah: Kasabada, kasabada, her şeyi düşünidık yaratalım bişeyler, yapalım bişe, yapalım bişe. Ama severdık ta çikalım mesire yerleri varidi çok şeyde, bu Priştine dışında. Deyelım Sofalia’yi duymişsın Sofalia’yi. Ne demek Sofalia bilisın.

Ebru Süleyman: Yok bilmeym.

Şükrü Zeynullah: Sefali Yer. Sefali-yer, Sofalia.

Ebru Süleyman: Oraya çikardınız.

Şükrü Zeynullah: Sefali Yer. Cençler orasıni begenırdi çok. A büle adamlar, uliceler, onlar Taukbahçe’ye ciderdi daha yakın orasına. Orda varimiştır bi çeşme, şte içi cün üç cün eveli bi çeşme varimiştır Sefali Yer’de çi yokimiştır insan ne imrenmezdi. O yemyeşıl taş, o süsli lülesi, o uzunca oyulmiş, güzelce teknesi odundan. Etrafi kır çiçekler, arkasi bayır. Süs agaçlari hem meyve agaçlari. Nasıl citmeyesın orya ceçıresın serbest cününi. Vala okadar iyi mesire yerleri varimiştır. Dil yanlız Gırmi’nın şeyde, varimiştır Sıktaş bölgesi mesela. Varimiştır Taşlice, orda baglarda oldi. Sıktaşlarda da baglar. Gırmi’da varimiştır, hala da var taş madeni.

Bütün camilar, asçeriya binalari Osmanli’dan sonra hep o taşlardan olmiştır. Camilar ya hanci klise ya bişe. Gırmi’da taş madeni hala var orda ama bu taraflarda baglar imiştır çok. Priştine çok degerli büyük. Priştine’de varimiştır, yani Gırmi’da en agır, en tehliçeli yabani hayvanları. Ayılar, yabani domuzlar. Bi kediler varimiştır binerdi agaca atlardi ‘tıp’ üstüne. Ama korkudurdi, bişe yapmazdi, yabani kedi.

Ne deyem ben. Osmanlilar ne zaman celır… şindi niçın dedım yapmamiş burada yerleşım yerıni bu İmperatorlugi Romaliların, nerde yapmiş? Yapmiş yigırmi kilometre uzak, Ulpiana’yi. Ulpiana’yi yapmiş. Neden bubirleri yapmamiş? Lazım yapsın kilometrelerce hudut zidinalar [duvarlar],  kaleler düşmanlar cirmesın, hem yabani hayvanlar. Ama ne yapaydi yabani hayvanlari Osmanlilar? Büyük akıl, nice bitti savaş nerde yaşaydi yabani ilanlar en çok alidi yavrilarıni cütüridi evlere. Her üçünci ya derdınci eve ilani veridi. Onlar da bunarlari yanına yapaydilar bi sürmeler cibi bişe. Orda su, şey; o ilan orda, o ilancik ufak büyüydi, ne zaman yetışidi biyere kadar ayni yerde nerde almiş o ilani Osmanlı asçerleri, yetkilileri ayni o yere cütüridi.

Kurtlari; kurtlar varimiştır çok. Kurtlari alırdilar yavrilarıni, evcilleştırırdilar sora cütürürdilar şeye. Orda sıkamazdi, o kurtlar büyürdi, sıkamazdi başka kurtlar hucum etsın insanlara. Onun içın bucün yemin edeym okadar zaman ceçmiştır bi insana bu kadar bi damla kan akmamiştır yabani hayvanlardan. A okadar yabani hayvan var çok.  Osmanliların şeysiyle [müdahalesiyle]. Kurtlar ne zaman uzun kış olurdi; soğuk, kar, şey kalırdilar aç yok ne yesınlar; birınci evlere Gırmi’nın aşarisında, nerde klise mahallesi var orya celırdilar pencerelere çi versınlar yesınlar yemek. Açardilar pencereyi, alırdilar yanına kurti donmasın. Verırdilar yesınlar, cene kurt ciderdi. Bütün kurtlar evcil olmişidi. O yabani kediler, o ilanlar isırmazdi gari. Ben ilanların yanında, büyük tepsi kadar ilanın yanında oturmişım saatlarce. Vallahi billahi oturmişım ayakta, bir butaraf bir daha butaraf; bişe veç bakaydi ne yapaym, benda bakaydım ne yapay. Cüzlerım çiksın. Bu kadar kalın, şte tepsi sarılmiş ilan, oturim yanında o da bakay ben da bakaym Gırmi’da.

Ebru Süleyman: E Şüçri amca colalım daha biraz şimdiçi vakıtlara yaklaşalım. Düşey mi aklına haçan başladi karışsın yeniden burda siyaset 1970’ler 80’ler ne başladi protestolar? Demek o tam savaştan peşin bi içi dekada ne varidi, ne karışıklıklar olidi, hatırlaymisın onlari? Nasıl idi atmosfera kasabalarda, neler olidi?

Şükrü Zeynullah: Bu 60’larda mi?

Ebru Süleyman: Yok 70’lerde, 80’lerde.

Şükrü Zeynullah: A yok, yok idım burada. Citmiş idım anama, hastalandi anam, orda yaşadım yirmi sene hazır.

Ebru Süleyman: Yirmi sene annenızın yanında yaşadınız.

Şükrü Zeynullah: Yaşadım anamle.

Ebru Süleyman: Sora ne vakıt dündünüz buraya?

Şükrü Zeynullah: Dündüm bi on yedi sene evel.

Ebru Süleyman: Demek harptan sora.

Şükrü Zeynullah: Harptan sora. Onun içın bilemem okadar o şeyi anlatayım. O vaziyeti, o durumi. Olsun çi duyaydın, bilidın ama…

Ebru Süleyman: Dilidınız burda.

Şükrü Zeynullah: Ben Türkiya’da baglandım bu, deyelım çok yazilarımı basmiştırlar Ankara’da. Deyelım varimiştır Balkanlar dergisi, var mi?

Ebru Süleyman: Po.

Şükrü Zeynullah: Ankarada ne çikay.

Ebru Süleyman: Evet.

Şükrü Zeynullah: E ne cütürmişım, hangi şiirımi mi, yazimi mi hepisıni yazmiştırlar. Hiç osbijetmemişlar [ceri çevırmemişlar]. Ütey cün yazdım bi şiir bile… Bilmeym aciba oldum mi bi hanci biraz bi yardimci yokmi?

Ebru Süleyman: Po, çok yardımci oldunuz.

Şükrü Zeynullah: Biraz açık saçık. Ama nasıl bilmedım bak pişmanyım çok çi sıralayam. Ne zaman sen diverdın…

Ebru Süleyman: Ne isteym soram?

Şükrü Zeynullah: Sırasıni, demek tam sanın gelecegıni, sıralayam orda bi liste yapam. Daha çabuk bitırırdık hem belçim daha ey bitırırdık. Babana unutma selam süleyesın.

Ebru Süleyman: Aleyçüm selam.

Şükrü Zeynullah: Dostum imiştır. Severdi o da beni. Ama olmadi vaktımız çok oturalım. A varidi arkadaşlarım banım. Asçeriyaya ne zaman cittım yanlız on ay yaptım asçer, fakulteyle ştüle idi. Onbir ay yapacagına, citmedım istirat edem uzak idık. Yedi tane Gilanli varimiştır biyerde.

Ebru Süleyman: Asçeriyada. Nerde yaprınız?

Şükrü Zeynullah: Sinye, Sinye. O da dır Türk ismi dalmatça. Sinj, duymişsın. Drnić var. Drnić kasaba, o da yakın idi. Orda bi vakıt, Türkiya zamanında dervişler varimiş, demek teçeler, ama Drnić şimdi deylar. Derviş bak Hırvatistanda Türkler. Hep işaretlerıni cüridım Türklerın Hırvatistan’da. Deniz kıyından. O vakıt Dubrovnik’ta imiştır Türklerın Türkiye’nın. Ama yapti Dubrovak Republik, Republika e Dubrovnikut anlaymisın oldi? O mukayet olidi asçerler çalınmasın eczane. İlç eczane Avrupa’da Dubrovnik’ta açılır, e ilaçlar, şeyler çalınmasın, bilmem ne olmasın. Cene Osmanlilar dikkat edeydi oraya. Şte büle. Napam, işallah çikar bişe.

Ebru Süleyman: Çok teşekür, çok teşekür muhabbet içın.

Şükrü Zeynullah: [Arnautçe] Mërzita edhe juve a? Valla jeni lodh t’u ngu. Masi s’po dishe ti [i drejtohet kameramanës]. Duhet me ditë bre, një gjuhë një njeri është. A din tre mijë fjalë ka zyrtarisht nga Truqishtja në Shqip. Kangat ma t’bukura Shqipe, Shqiptare popullore, dashurijene mesjetë kanë dalë në gjuhën Shqipe kohë Trukisë. Sot nuk këndohën ata, pse? Çdo e dyta apo e treta fjalë Turqisht është, e kanë hjekë. Mere me mend! Dynjaja knon ato meloditë e veç Shqiptarët që e kanë kriju spo knon. Shqipnija prej radjos po ngoj ato e Kosova s’po jep. Pse? Pse ka ndonjë fjalë Turqe.

Mo bre ma afër se Trukun s’ki. Shqiptari s’ka as Turku ma afër se Shqiptarin ashtu [anlaşılmay]. Me fe me krejt a din. Për shembull, “Gjemb mbi gjemb këndon bylbyli”. A ke ni këtë këngë? Jo. “Vaj si kenka bo dynjaja”. A e din edhe këtë? S’e din. “Vaj si kenka bo dynjaja”. Dynja do me thonë botë, e për çato spo knojnë. “Vaj si kenka bo bota”. S’po mundët, nëse përkthen atë herë prishet. “Mos lufto boll me kanë gjallë, punon njeri fukaraja paska ndodhur pa igball”. Ani ato fjaltë tjera [anlaşılmay]. Me kajtë për qat kange. Apo “Karanfili që ka shkodreve, me dit sa t’bukra janë”. Qëto kangët, s’po ninë tash. Boll keq valla, une e kom merak këto kanga. E Shqipninë nëse e çelë e ninë. Qyre çfarë gabime e bojmë na. Kemi kështu kryve nga Shqiptarët kangët {elle başına vuri}.

Sizi da sıktım sanırım? Dinlerçe yoruldunuz. Madam sen anlamaymişsın [kamaremana dey]. Lazım imiştır bilesın, bir lisan bir insandır. Bilimisın çi Arnauçede var resmi olarak üç bin kelime Türkçe’den. En isla Arnauçe şarkilar, Arnauçe halk şarkilari ortaya çikmiştır Türkiya zamanında. Şimdi onlar sülenmey, niçın? Çektilar niçın her içınci üçünci laf Türkçedır. Al akıla! Bütün dünya o melodileri süler ama veç Arnautlar ne çikarmiş oni haykırmazlar. Arnautlugun radyosi verır ama Kosova’nın vermez. Niçın? Se var hanci laf Türkçe.

Yapma bre se Türk’ten daha yakının yok. Arnautun Türk’ten Türk’ün Arnauttan daha yakın [ankaşılmay]. Dinle herşeyle, bilimisın. Mesela “Dal dalın üstüne bülbül süler”. Bu şarkiyi duydun mi? Yok “Vay nasıl olmiş dünya”. Buni bilimisın? Bilmeysın. “Vay nasıl olmiş dünya” Dünya [Türkçe] bota [Arnauçe] demektir, e onun içın sülemeylar. “Vay nasıl olmiş bota”. Olmay, çevırırsen o zaman bozuli. “Savaş etme hayatta olmak vafir, insan işler fukara ise igbalsız imiş”. Cene o diğer laflar [ankaşılmay]. Aglamak içın o şarki. Ya da “Bayırlardaçi karanfil ne var, bilsan ne kadar cüzeldır”. Bu şarkilar, şimdi bilınmey. Baş fena valla, banım çok meragım vardır bu şarkilara. E Arnautlugi açarsenız duyarsınız. Ne yalnışlıklar yaparsık biz. Başımızdır büle Arnautların, şarkilar içın  {elle başına vuri}  

Download PDF