Mürteza Büşra

Priştine | Date: 30 Kasım, 2018 | Duration: 105 dakika

Şte anlatıyor bu hikayeye benzeyen komik bi olay var, bu saatle ilgili. Sık sık bozuluyor ya Vıçıtırın’da varmış çok buna benzeyen ama iyi çalışan bi saat alır bu saati şeye nasıl… Arasa deseler ki ‘bak Priştine merkezdır sancak merkezi o saati versenız iyi olur’ diyecek yerde vermezlar yani şüphelenmişlar vermezler. E napmak, nasıl almak şimdi nasıl aldatmak şimdi, Vıçıtırınlilari. Alırlar bikaç köpek daha böyle havlayan köpekleri kuyruklarına bi şırılti yapacak, gürülti yapacak kutilar bişeler bağlarlar {elleriyle bağlama hareketlerini yapıyor} ve öyle bikaç tane köpek Vıçıtırın…

O Saat Kulenın bulunduğu yere o etrafa koyverırlar. Esnaf ta millet ta her geçen yav köpekler ne yapıyor ne gürültü yapıyor dikkatıni çekmiş. Dikkatıni çekiyor köpeklerın yaptığı bu gürültüsüne. O zaman gider bizım derler ya hırsızlara sarı çizmeli Mehmet aga demek çok büyük usta bi hırsız imiş falan. Buna benzeyen öyle bi açık gözli gençler bu şekilde girmişler, sökmişler o Vıçıtırın’daki saati hiç anlamamiş Vıçıtırınlilar hiç haberi yok yani. Sökmişler takmişlar Priştine’nın eski saatıni değiştirme gelmiş. Ancak zaman geçtıkten sonra anlamışlar ki bu, bu saat değişmiş yani ama nerden nasıl nice mutlaka öğrenmişlerdır bundan sonra. Yahu şte bak bu hırsızlık olayi! Yani şehır şehırın uğruna şehrıni daha güzel görmek içın neler yapılmamış yani bi örnek bu dimi.


Ebru Süleyman (Görüşmeci), Donjeta Berisha (Kamera)

Mürteza Büşra 1946 yılında Priştine’de dünyaya geldi. Çocukluğunu bu şehirde geçiren Büşra, Türk dilinde eğitim veren Yüksek Pedagoji Okulundan mezun oldu ve 1970 yılında mezun olduğu eski adıyla Vuk Karadžić şimdiki adıyla Elena Gjika ilkokulunda eğitmen olarak çalışmaya başladı. Ardından Priştine Radyosu’nun çocuk proğramları sorumlusu olarak 25 yıllık gazetecilik hayatına adım attı ve bu kurumda birçok yapıma imza attı. 28 Haziran 2022’de hayatını kaybetti.

Mürteza Büşra

Birınci Bölüm

Mürteza Büşra: Ben Mürteza Büşra. Büşra soyadımız mutlaka 1952’lerle Priştine Belediyesi tarafından ne zaman kanunlar, yeni soyadlarini değiştirmeyi isteyenlere hak vermiş. Bazi aileler şte soyadlarını adlarıni değiştirmişler, babamda mutlaka dedesının ismini uygun görmiş Büşra demekle, hakkaten manasida çok iyi Büşra, Büşra müjde demek muştuluk demek, anlamıni taşır. Güzel bir soyad, alabilmiş babamız, sebep olmiş yani babamız soy adımızi.

Şimdi bizim, doğmuş olduğum şehir Priştine 1946 yılında. Babam ise 1911’lerde Priştine’ de doğumli annem da ayni 1915’ınde doğumlu idi rahmetli. Büşra ailesi, yani daha öncelere uzanmiş olursak, babam, Süleyman ben, Mürteza, dedem, gene Mürteza. Niye çünkü eskiden bi gelenek varimiş, adet imiş bazan unutmamak içın sülalede şte dedenın adlari tekrarlanimiş. Bu salt bizde dil birçok ailelerde var bu gelenek. E hatta Büşra’nın da, babasıni babam anlatırırdi işte babasi da Yusuf imiş. Yusuf’un da babasi , Hacikadirlar imiş, Hacikadri imiş. Ve esasen bizım soyadlarımız bi zamanlarda, Hacikadrilar imiş yani bi, sekiz kuşak kadar varız. Çucuklarım var, torunlarım var bügün. Bi bakiyorsun ki, alti kuşak geriye gittiğimizde  adlarımızi soyadlarımızi biliyoruz.

Yani de, Büşra dedemız eskiden,  bugünkü Müze var ya. Çarşı camisi, Sultan Murad camisi yanı sıra var oralar o konakta, eksiden şte Osmanlı dönemınde, kâtiplik yapmış, ve veznedar imiş esasen, kasadar veznedari öyle bir görevi varmiş. Mutlaka o dönemlerde, maaş aldığı için o zamanın almış olduğu maaş akçe çok değerli şey, bir para imiş.

Ve bizım esasen evımız, bugün Orta Teknik Okulu var ya. Lise’nın Gimnaziye’nın tam karşisında olan. Aslında bugün arşiv binasi denilen onun bitışiğinde bi fırın varmış Ćika Blago [Blago Amca] dediğimiz eski bi esnaf bi fırın varmış, onun yanısıra bizim evler. Eski büyük kapilarle evler bi zamanın yapılmiş olan evleri. Ey ama biz, bu eve, bu eski eve. Binanın, evın önünde avlu varmış ve binanın, evın arkasında da gene avlu varmış ya eski evler böyleymiş. Çok müsait imiş yaşam için, yani evlerde bi zamanlarda hayvanlar da tutulurdi. Onun içın demek bahçeli evlerın büyük evlerın olacak ki, hayvanlar içın da ahırlar olsun. Hayvanlara yem atmak içın, koş [sepet] dedıkleri o zaman. Tedarik etmişler, hayvanlar için yem öyle dermişlar.

Tabi, her ailenın bi zamanlarda şeyi varmiş, bahçeleri, tarlalari varmış. Sonra tarlanın çıkarmiş olduklari ürünler, bu koş içınde ya da özel podrumlar yapılırmiş orda tedarik edilen şeyi, yani ürünleri yetıştırdıkten sonra kışlık olarak evdeki mağazalarda, çile dedıkleri yerlerde, hatta hatırlaym o koskocaman bi ev idi ki brak ne iki avlusu varlığı şeyi vardı iki podrumu vardır. Podrum biri sağda biri solda, ev de koskocaman yani büyük bi basamaklarle böyle girilirdi eve. Böyle, ahşap evler artık yok, şehirde pek nadirdir bizde bütün Priştine de üç ev büle müzeye çevrılmiş olan evler, büle eski evler, var.

Ebru Süleyman: Hancileri onlar?  Nerde şimdi? Hünilerın evi var, eski evler.

Mürteza Büşra: Bu eski evler tabi. Bu eski evler üç, üçü de müzeye dönüşmüş olan evlerdir.Mesela burda biz,  Elena Gjika okulu yanındayız şimdi bu evde. Tam Lise’nın, Saat Kule’nın karşısındaki olan Eşref Kara’ nın derdık, Eşref aco derdık.

Ebru Süleyman: Eşref Kara?

Mürteza Büşra:Eşref Kara, Eşref aco. Eşref aconun evleri derdık. Onlar şte Türkiye’ye  göç ettiler, evleri kaldı devlet, müsait [uygun] buldu ve bugün müzeye çevrildi. Sonra daha ikinci bir ev da vardı, eskilerden kalma ev… şey Karabegler’ın evi pazara giderken Lise’nın tam ünündeki o sokak var ya o bütün o mahaleye Begler Mahalesi denılırdi {O bölgeyi göstermek için el hareketlerini kullanıyor}.

Ve içerde, orda da bi Emincikler eski evi. O evler müzeye dönüşmüştür. Müze, müze evi olarak çünkü çok eskiden kalma bi ev {eliyle çok eski zaman işaretini yapıyor} ve… şey turistler bize Priştine’yi ziyaret ettığınde mutlaka bu üç evi ziyaret ederler. Yani tarihi bi evler Osmanlı dönemınden kalma bi evler.

Üçınci evde,  bizim tam bu şimdi bulunduğumuz Elena Gjika ilkokulu bitışiğınde koskocaman büyük kapılar var ya {elleriyle büyük kapıları işaret ediyor} işte o büyük avlisi belli ve iki katlı gözüken ev. Bu da müzeye bugün çevrilmiş olan evler arasındadır. Şahane yani…

Ebru Süleyman: Demek eskiden evler büle idi hepsi ?

Mürteza Büşra: Eskiden şte kasaba içinde çok zenginler de yaşamış, yaşamış. Zenginlerın evi herzaman da hayvan da yetıştırmiş evlerınde bulundurdugi içın. Avlulu evler, en müsait imiş. Avluli evler ve hatta Evliyâ Çelebi zamanında Priştine’yi de, Kosova’yı da ziyaret ettığınde ne demiş yazilarında? Demiş Priştine’nın bahçeleri, evleri mükemmel imiş. Şahane bi, halikulade bi evleri bahçeleri varmış. Çok güzel bahçeleri yani eski zamanlarda evlerde hanımlarımız mutlaka, ev sahipleri önem vermiş bahçeli çiçekli olsun evler.

Ağaçlar çok herzaman bulundurulmiş evlerde. Koza ağaçlari çok vardır. Kaysı, erik gibi; asma, üzüm gibi ağaçlar bulundurulmiş, şte insanların barındıklari  yerlerde. Böyle bi eve sahip imiş. (gülüyor) Evliya Çelebi ne demiş, bi defa kuşaktan kuşaga atladi . O kadar güzel bahçeli evler varmış ki esas o seyahatnamesine tarihi Osmanlı eserlerini kaydetmesi lazım. İki üç camiyi kaydettıkten se diğerlerini, unuduyor yani  şaşkınlıktan. Çok hoşuna gider bu avliların, çiçeklerın, bahçelerın tehsiri altında kalarak unuduyor.

Sonraları mesela alti tane bilim adami gelmiş. Bu Kosova’daki tarihi yerleri gözetlemiş, gezmişler, karış karış gezmişler, araştırmışlar. Yani Priştine’ye de aynı zamanda uğramışlar ve Priştine’deki Osmanlıdan kalan o üç cami var imiş denılır. Tabi iki üç cami da bi zaman bozulduktan sonra bi daha yapılmamiş, yani bu kalan o üç cami.

E şte bizim dönemımızde da 1952’ler de Lokaç dedıgımız semtte Nëna Tereza merkez yerınde orda bi çeşmeye de rastlıyoruz bugün. İspatlıyor ki bunun yanında bi cami varmiş. Işte o, o cami 1952’ler de bozulunca. Niye çünkü bozulunca tamin edılmiş ki devlet tarafından emır gelmiş. 55’lerınde, 1955’lerınde merkez yer ne varsa eskiler ortadan kalkacak yenileri inşaat edilecek. Çünkü o Priştine’nın merkez yerıni ve o caminın başka bi yerde yapacağına söz verılmiş. Oysaki hiçbi zaman artık yapılmamiş.

Ebru Süleyman: Siz bu camiy hatırlaysınız ?

Mürteza Büşra: Tabi çünkü, babam yetim kalmiş. Çocukluğundan beri yetim. Priştine’ye galiba 1919’unda ağır bir hastalık kolera denılen bir hastalık öyle bir yakalamış vurmuş ki Priştine’nın çoğu hayatını kaybetmiş o zaman.

Ebru Süleyman: Babanızın….Sizin dedenız…

Mürteza Büşra: Babamın da babasi yani dedem, Mürteza yani ailesi iki çocuğu o dönemde bu hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmişler. Yani çok tehlukeli bir hastalık olan kolera hastalıği, tifoya benzeyen. Tifo hastalığı da çok tehlikeli ki bu ikinci defa bi, bu dönemle yakın bi dönemın 1971’lerde bu tifo hastalıği vurmuştu. Oysaki evvelde Priştine’ye, bu dönemde ilk defa hem tifo hastalıgi iki defa {iki sayısını elliyle ifade ediyor} böyle bi hastalık yani kolera hastalığı mutlaka evvelden daha tehlukeli olan bi hastalık varmış. Veba denılen bi hastalık. Çok tehlukeliymiş ama kolera hastalığı da çok tehlukeli.

Şini [Şimdi] niye buni anlatıyorum bizim aile efradımızda, babamın babasi, dedem hayatıni kaybetmiş. Hanımi iki oğlu da varmış. Babam ise üçünci bi çocuk olarak, erkek çocuk olarak organizmasi çok dirençliymiş ki sağ kalabilmiş kurtulmiş yani. Ama öksüz olan babami amcasi, amcasi, büyütmiş. Amcasi mukayet etmiş. Amcasi yetıştırmiş. Amcasi imamlık yapıyordu,Çarşi camisında, Taş camida. Dört adi geçer Sultan Murat camisının. Şte Çarşi camisi diyoruz, taş  camisi diyoruz Sultan Murat oğlu da Beyazit diyoruz. Beyazit cami tabiatiyle Sultan Murat’a adanmiş ama oğlu tarafından mutlaka.

Beyazit gene biliyosunuz birinci haçlı seferi ne zaman yapılmiş, Osmanlı dönemınde,Sultan Murat dönemınde yapılan bir savaştan sonra ancak camilerin yapılmasına, çünkü Anadolu’dan gelen ahaliyi burda yerleştirilmiş. Zamanla şte daha birkaç mimari eserler olmiş salt camiler dil Osmanlıdan kalan çok inşa edilen hamamlarda varmış aynı zamanda. Hatta, hatta hamamlar önce inşa edildikten sonra adet üzere o zaman camiler yapılmiş.

Bunların yanı sıra küprüler da varimiş. Köprüler varimiş Priştine’de. Şte Priştine’nın içinde iki dere akar gider. Biri Veluşa ismini taşıyor, biri Priştine. Bu nehırler Priştine’nın incileri gibi çok şirin sulariyle. İyi ama bazan şer da yapmiş yani zararlarıni da görmişız. Yani çok yağmurlar yagdıktan sonra bazan sel alırmiş Priştine’yi. Priştine kıyıni yani Priştine dereler kıyında evleri de götürür zarar yaparmiş. Büle Kosova’da en çok zarar yapan büyük, başka şehirlerde da varmiş mesela Prizren’de ki Drina orda büyük bir faciaya yol açarmış taştıgi zaman sel aldıği zaman.

Ayni şey de da Mitroviça’da da, İbre nehiri. Bu iki dere Priştine’de ki bu iki dere birleşır futbol stadi yanisıra, Priştine’nın futbol stadi var ya…Gençlik stadi yanisira Sitnica’ya ordan Sitnica’ya (anlamadım), Kosova ovasi yani. Kosova ovasi bu Sitnica’dan sonra Laba, Lab deresıne dökülür dere. Lab’dan sonra biliyosunuz daha uzun yerlere gider Morava, Sırbistan içine sular dağılır.

Şimdi ben aile efrabından konuşuyorum ama arzu ederseniz Priştine’de ki var olan diğer tarihi yerlerden de mi bahsedelim yani.

Ebru Süleyman: Nasıl istersenız. İstersenız birazcik siz hem çocukluk hatıralarınızi anlatın hem de  bu tarihi yerleri Priştine’de neleri hatırlaysınız…

Mürteza Büşra: E şte bizim şeyımız, evımız anlattım ya bi mektepler [okullar] mahallesınde kurulmuş (gülümsüyor). Zaten bizim ev, eski ev yıkıldıktan sonra da  mektep oli Orta Teknik Okuli oli. Okul oluyor. Şindi o mahallede, her bi mahallede esasen çeşmeler de varmış. Çeşmeler yani bende gazetecilik yaptığımda ihtiyarlardan, yaşlilardan öğrenmişımdır. Acaba Priştine’de kaç çeşme varmış bi zaman kaç cami öğrendık te on üç cami tabi, çeşmelerın sayısi daha çok imiş. Altmiş dört çeşme varmiş Priştine içinde. Bunların hatta isimlerıni rahat rahat kırk beş, kırk alti kadar biliyoruz bugün, isimlerıni biliyoruz. Ve çok derledık mesela yayınlarımızda gazetelerde yazdık,  dergilerımızde.

Bilimle alınan bilim adamları eserlerınde yazdilar, kaydettiler bütün tarihi eserlerımızi. Hatta mesela eski Osmanlı eserlerıne ait altı bilim adami derlediği kitaplari var. Şte ilkler arasında mutlaka Sami Frasheri (Sami Fraşeri) adında okulumuz var ya onun dönemınde ikinci bir bilim adami olarak Priştine hakkında eserlerınde konuşmuş. Onun bi eseri ne idi o Kamûs-ı olarak bi eseri var ya orda anmış diyorlar. Ve ilk Priştine hakkında konuşan esasen Evliyâ Çelebi. Onun Seyahatnamesi var o çok gezmiş, dünyayi gezmiş her nerde  üç kıtay gezmiş Osmanlı döneminde.

Üçünci bi bilim adamı gene Türkiye’den Ekrem Ayverdi olarak bilinen o gelmiş bütün eserleri birer, birer saymiş kaydetmiş mühendis gibi bilim adamı gibi. Bunların yanısıra gene Priştineli bilim adamlari gene üniversıtemızde yetışen adamları Hasan Kaleshi gibi. Riza, Doktor Riza, İskender Riza gibi ve bugün Priştine’de yaşayan ve Tan gazetesının müdüri olan Raif bey sayın Raif Vırmiça o da bugüne kadar derlenen bütün malzemey inceledi, ve bilimsel bi açıdan o da kendisi bütün Osmanlı mimari eserleri bi yerde toplayıp derledi. Kitap halinde çıkardı. Ve bugün kimın ilgisini çekerse Raif Vırmiça’nın eserleri rahat rahat okunabilır.

Ebru Süleyman: Priştine içın.

Mürteza Büşra: Yani çeşmeler yanısıra çok daha diğer eserler da kalmiş. Bi Saat Kule var ya, bi saat şeynın Llise, Sami Frasheri, Lise’nın avlusunda hala duruyo. O heme üç yüz senelık eski bi Saat Kule. Mesela bi hikayesi vardır, Saat Kulenın. Şimdi, agalar tarafından devlet tarafından inşaat edılmiş Saat Kule o da taştan, camiler gibi taştan yapılan bi Saat Kule. Efendım, çıkmamiş iyi, yani çalışmıyor sık sık bozuluyomuş, arıza görüyomuş. E şindi hep (anlaşılmıyor) pahalı çok o zamanın saatlari üle büyük koskocaman {elleriyle kocaman işaretini yapıyor} bi saat yapmak saat kuleye takmak içın hem para ister hem de usta ister.

Şimdi ne yapmışlar, bi şey var bir varsayım var. Ben bilmem ne kadar gerçek doğru ise çok komik yani. Nasıl mesela Vıçıtırın’da buna benzeyen bi saat varmış, te bu içi yüz kusur sene evvel  üç yüz sene evvel saatlar Çekoslovakya’da orda şey orda Çekler bu medeni bi devlet imiş, teknolojilari çok ilerde imiş. Ordan temin edilir, sağlanırdi saat. Yani saat ordan satın alınılırdı bütün bu yöreye nerde saatlar; saat kuleleri var bil ki o Çekler’ın bi imalati yani icat ettikleri bi saatlar.

Şte anlatıyor bu hikayeye benzeyen komik bi olay var, bu saatle ilgili. Sık sık bozuluyor ya Vıçıtırın’da varmış çok buna benzeyen ama iyi çalışan bi saat alır bu saati şeye nasıl…. Arasa deseler ki “bak Priştine merkezdır sancak merkezi o saati versenız iyi olur” diyecek yerde vermezlar yani şüphelenmişlar vermezler. E napmak, nasıl almak şimdi nasıl aldatmak şimdi, Vıçıtırınlilari. Alırlar bikaç köpek daha böyle havlayan köpekleri kuyruklarına bi şırılti yapacak, gürülti yapacak kutilar bişeler bağlarlar {elleriyle bağlama hareketlerini yapıyor} ve öyle bikaç tane köpek Vıçıtırın…

Ebru Süleyman: Salmişlar.

Mürteza Büşra: O Saat Kulenın bulunduğu yere o etrafa koyverırlar. Esnaf ta millet ta her geçen yav köpekler ne yapıyor ne gürültü yapıyor dikkatıni çekmiş. Dikkatıni çekiyor köpeklerın yaptığı bu gürültüsüne. O zaman gider bizım derler ya hırsızlara sarı çizmeli Mehmet aga demek çok büyük usta bi hırsız imiş falan. Buna benzeyen öyle bi açık gözli gençler bu şekilde girmişler, sökmişler o Vıçıtırın’daki saati hiç anlamamiş Vıçıtırınlilar hiç haberi yok yani. Sökmişler takmişlar Priştine’nın eski saatıni değiştirme gelmiş. Ancak zaman geçtıkten sonra anlamışlar ki bu, bu saat değişmiş yani ama nerden nasıl nice mutlaka öğrenmişlerdır bundan sonra. Yahu şte bak bu hırsızlık olayi! Yani şehır şehırın uğruna şehrıni daha güzel görmek içın neler yapılmamış yani bi örnek bu dimi. (gülüyor).

Yani camilerın da mutlaka her bi eski mahalenın sokağın da şeyi vardır hikayeleri vardır ama istersen bu defa salt analım hangi eski mahaleler hangi eski sokaklar varmış, nasıl adlandırılmiş. Şte  merkezde mesela Nëna Tereza dedığımız merkezde meclis binasından başlayarak Çarşi camisından Grand Hotel’e kadar bu yola Lokaç denılmiş, Lokaç. Lokaç adına da komik bi deyim var. Çok yağmurlar yağıyor eski şey tretuar (kaldırım) taşlari nasıl imiş yani ne kadar iyi olsa gene kurtulamazsın çamurdan, tozdan kurtulamazsın. Şuraya kadar {elleriyle bileğinin biraz daha üst kısmını gösteriyor} böyle çamur olurmuş. E bezmiş bi kimse esnafın dilline demiş (anlaşılmıyor) etmiş a demiş “a bak bu da Lokaç tükür de kaç” böyle bi …(gülüyor).

Ebru Süleyman: Tekerleme?

Mürteza Büşra: Deyim, deyime benzeyen bi söz söylemiş.Oysaki bugün Lokaç semti Priştine’nin en güzel bir semti di mi. Şahane bi semt bi meydanlık yeri bugün, en güzel bi yer. E bunun yanı sıra eskiden dedelerımız zamanında atalarımız zamanında Tophana mahalesi varmış. Tophana mahalesinde şte Ramazan akşamlarında Bayram günlerınde top atılırmış. Bu yüzden Tophana mahalesi denırmiş. Sonra başka önemli yollar, sokaklar, mahaleler esasen Priştine dört {elleriyle dört sayısını gösteriyor} mahaleden ibaret imiş. Biri Lokaç diğeri Tophana mahalesi üçüncisi Varuş dedıkleri şte bu mektebler mahalesi var ya ilkokul, ortaokulun yeri. Bu bölgede bu yerde Varuş bölgesi denilmiş, yani mektebler dışında o bölgeye Varuş bölgesi.

Ebru Süleyman: Nereye kadar uzanimiş?

Mürteza Büşra: Şte Varuş bölgesi eskiden, küçük Priştine, yani ne kadar deyebilirsin bi elli metre, yüz metre uzunluğunda olabilır. E hatırlaym ben mesela babam da dedem da anlatırırmiş, o sokak sağda büle {eliyle sağ tarafı gösteriyor} Sırpların, rayaların Sırpların sokagi evleri sag tarafa imiş Müslimanların bu taraf {eliyle sol tarafı gösteriyor}. Zaten o dönemlerde nufus ikiye bölünmiş Müslim yapılan sayımlara göre Müslim nufusu ve Gayrimüslim nufusu. Müslim nufusu Müsliman olanlar demek Müsliman olmayanlar Hristiyanlar, Ortodokslar, Yahudiler bunlar da Müslim olmayan vatandaşlari Priştine’nın vatandaşlari imiş.Bu mahale ve sokaktan mada çok göze çarpan sokaklar Pirinaz dedıkleri sokak.

Ebru Süleyman: Pirinaz?

Mürteza Büşra: Her bi sokakta alırsen bakasın mutlaka bi on, onbeş sokak varmış. Her bi sokakta birer değerli eser var, cami var, mescitler var di mi. Üç tane hamam varmış Priştine’de. Yani ne zaman sormuşlar “Nerelisın?”, “Priştineli”, “Peki hangi mahaleden?” her zaman bu dört mahaleden birini diyecek ya da nasıl adlandırılmiş “Çarşi camisi mahalesındenım”, “Sultan Murat camisi mahalesındenim” ya da Pirinaz’da bulunan caminın adıni taşır ya …

Ebru Süleyman: E bu hanci camidır Pirinaz camisi?

Mürteza Büşra: Pirinaz Tavuk Bahçeye giden götüren cami. Şimdi bu okul, Veluşay sen devam edersen Tavuk Bahçe’ye yaklaştın mıydı sol taraf var ya.

Ebru Süleyman: Medresenın o yoldan mi ?

Mürteza Büşra: Evet bu medrese Veluşa’da ki bu medrese devamında gittınmiydi şeye rastlarsın sol taraf ününde.

Ebru Süleyman: Demek o taraf o sokak, mahallelerın tarafi.

Mürteza Büşra: Pirinaz camisi. E şini bu Veluşa götüri ya esasen en eski camilerden biri de Emir Alaaddin camisi. Bu önümüzdeki medrese var ya mektebler mahalesi burasi {elleriyle bölgeleri gösteriyor} medrese da çok yakın bu mektebler mahalesi içınde. Orda dini, dini bilgiler alınırmiş yani hafızlar yetışimiş öğrenciler yetışimiş. Hatta babam bazan şaka niyetiyle derdi ki bizim hocalarımız ügretmenlerımız sizin gibi dil sizin hocalarınız küçük değeneği uslu oturmayan çocuklari küçük değenekle dövüyor, terbiye ediyor. Bizim ucdan uca {elleriyle ne kadar büyük olduğunu gösteriyor} iki, üç metrelık değenek vardı korkudurdi çocuklari çalışmalari içın yani nasihat verimişlar se okusunlar çalışsınlar bare böyle disiplini sağlamış öğretmenler.

Efendım bu yollardan Tophana mahalesınden bahsettık Pirinaz’dan, Lokaç’tan Gümrükhane da var imiş. Gümrükhane, şte Priştine’nın girişınde Gümrükhane. Şte Priştine’de piyacaya gelen köylü malıni mülküni şeyıni ürünlerıni satacak ya şte o Gümrükhan’ den giriş yapılmiş.

Ebru Süleyman: Nerde şimdi o yer ?

Mürteza Büşra: O Gümrükhane şimdiki universte binalari nerde Pedagoji Okuli bilirsen nerde Yüksek Pedagoji Okulu e orda imiş, orya kadar Priştine zaten.

Ebru Süleyman: Demek ordan başlar…

Mürteza Büşra: Evet, Muhacer mahaleye bağlıyor tiyatronun arkasıni Agim Ramadani sokağı. Yani şeyden sonra tiyatro arkasında o sokağa Osmanlı sokağı denılimiş. Osmanlıdan sonra gelen Gümrükhane o semte ve solunda gene Muhacir mahale var. Muhacir mahaleye götüren o sokak, Muhacir mahale nedir heme birçok şehirlerde Muhacir mahale varmış. Savaşlardan sonra ahali göç ettıkten sonra nerde yerleşecek en yakın şehirlerde konaklama yapmiş, yerleşmiş. Priştine’de da Muhacir mahale var.

Bundan mada önemli değerli sookaklardan biri Divan yolidir. Priştine’de Divan yoli var ya gene şeyden Sultan Murat camisından başlayarak o düz yol  Dragodan’ a götüren o yol. Niye Divan yoli denılmiş, o kadar düz ki mühendis bile büle düz bi yoli yapamaz yani övünmiş Priştineliler. Düz olmasına ramen Divan gibi duruyormuş ondan Divan adıni takmişlar. Ve Belediye’nın ününde o ilk sokak ta Bitli sokagi dermiş. Niye Bitli ne demek bit pazari var ya Üsküp’te, ikinci elden satılan tekstil, eşya, giyim, kuşam eşyasi ikinci elden o zaman…

Ebru Süleyman: Demek o sokak ne dır?

Mürteza Büşra: Birınci sokak Belediye’nın ününde Sudi Efendi camisi var ya o sokak o birınci sokak Bitli Sokagi, niye bit pazari imiş. Bit pazarında gene fabrikadan çikan mal dil ikinci elden gelen, elden ele geçmiş olan. Yokluk, fakirlık, fukaralık imiş bi zamanlar kumaş bulunamamiş pek pek işte ikınci elden da satılmiş.

Ebru Süleyman: Dünya savaşlarında da etkilenmiş?

Mürteza Büşra: Evet.

Ebru Süleyman:  Hastalıklar var imiş diverdınız.

Mürteza Büşra: Tabi, Priştine iki defa büyük bi hastalık geçirmiş ahaliyi perişan etmiş. Yani çok vefat eden, ölenler olmuş. Bak bizim aileden de anlattım ya şöyle hemen yari nufusi etkilemiş. İki defa büyük yangınlar da olmiş. Yangınlar çünkü esnaf, dükkanler evler de hatta ahşap binasi olarak yapıli çünkü odundan, tahtadan yapıldıgi içın bu evler hassastır yangın yakaladimi hemen yanar kül olur.  Bir evden bakarsın yüzlerle ev bu da işte esnaflar başına gelen bi aci olay.

Deprem olmuş, zerzele olmuş zerzele de iki defa olmuş. Yani kuşaktan kuşaga anlatılan 1707’ler de aci bi büyük bi deprem olmuş. Bikaç sene sonra tekrarlanmiş daha bi deprem, zerzele olmuş ki hasara uğramış Priştine çok zarar görmüş ve bunlar esasen bu yollar bu mahaleler göze çarpan yerler.

Ebru Süleyman: Divan yolunda esnaf var imiş daha fazla, çarşida var imiş.

Mürteza Büşra: E şimdi çok doğru iyi hatırlatınız mesela ben çok az bişey hatırlıyorum o sokağı orda bazıları kapali çarşi diyor oysaki ürtüli çarşi denırmiş. Ürtüli neymiş bi büyük bi mağaza biraz ürtüliymiş ve yanındaki ağaçların, üzüm ağaçlarının ve birçok akasya ağaçlari, ilhamur ağaçlari bazi ağaçların yapraklari dallari üle bi ürtmiş ki o yüzden ürtüli çarşi dermiş. Ama esnafın en büyük yeri esasen burasi imiş, benda hatta çocuklugumda hatırlaym babam esnaf iken saraçhanelerde çalışırdı. Küçük, küçüken giderdim görmeye ve dükkanlerde şte biz çirak olduğumuz dönemlerde bize en kolay işler verıli, iplik yapın derdi. İplik yapılacak çünkü dikiş işleri, saraçların yaptığı imalatı halkatır,kaltaktır atlar için beygirler için hayvanlar için dizginlerdir.

İşte bu işleri ve saraçlar sandal yapardi. Sandal dikiş işleri için yararli; lazım olan; elzem olan aletlerden biri şey da ip ip imiş. Ama ipın yapılmasi kuvvetli olmasi lazım ki ustalık lazım, işte bizi kullanırdilar çocukluğumuzda ustalarımız derdi ki siz ip yapın sizin elınızden en güzel iplık olur derdi.  Hatırlaym iplık yapardık yani. Babama böyle yardım ederken babam da tabi bazı eskide kalan meslekler ölüyor yani yeni yeni teknolojinın ortaya çikmasiyle şimdi hayvanlar bi yere dek istifade edılmiş, son zamanlarda artık yasaklandi şehirler içınde hayvanlar tutmak yasagi geldi. Emır geldi niye çünkü zarari var şeyın hayvanların çok işi da var tertemız evi tutamıyorsun onun için hastalıga da sebep olabili. Çünkü Tifo  hastalıgi mutlaka olabili hayvanların evlerde bulunmasi yüzünden bakterilerin çoğalasına sebep olan şte hastalıgi getırmiş. Onun için Priştine’de iyi ki uzaklaşmış hayvanlar artık yasak edimiş. Ve hiçbizaman artık hastalık büyük bi hastalık vurmamiş şehrımıze, kentımıze.

Ebru Süleyman: Saraçlardan başka ne, başka hanci meslekler yok artık?

Mürteza Büşra: Babam mesela saraçlar şey oldukta ortadan kalktıka  bazı eski meslekler ortadan kalkıyor. O arabanın motorun teknolojının ortaya çıkmasiyle hayat ta değişiyor yani ulaşım artık şeyle taşımacılık araayle başlıyor.

Ebru Süleyman: Sizin çocuklugunuzda taşımacılık paytonlarle ?

Mürteza Büşra: Paytonlarle mesela annem dayilarımıza gittiği zaman bizim Lokaş’ta sayilarımız vardır. Bugün Şaban usta var ya kebapçi orda bizım bi eski evımız varmış, yani oraya kadar bu mektebler mahalesınde annem ayıp imiş yani çocuklarla yaya gitsın. Bugün taksiyle nasıl gidılır ziyaretlere o şekilde payton tutulimiş ve Divan yoliyle böyle Lokaç’a giderdık dayima çok iyi hatırlıyorum.

Ama şte ölen bazı meslekler ortadan kayboluyor bunların yenisi ortaya çıkıyor, ne mesela babam sanatçılık meslegıne çok yakın olan bu kanapeler var ya koltukçilık,  kanape, kavuçlar dedıgımız bu meslek ilk defa kuruli Priştinede 1955’lerde 56’larda Belgrad’tan geliyor öğretiyor ustalar yani saraç saraçların çalıştıği meslek yaptıği  imalati başka kanapeler başka.

Başka malzeme, başka ustalık ve tecrübe edınmek lazım kurs görmek lazım bilgi edinmek lazım. Ustalar gelmiş Belgrad’tan  ve Priştine’nin çıkışında Fush Kosova’ya giderken o yolda sağ tarafında Napredag adıni taşıyan bi fabrika inşaat edılmiş. İlk fabrikalardan biri te şimdi artık eski evlerdeki minderlıkler dil kanapeler olacak koltuklarımız olacak bu moda böyle bi meslek ortaya çıkıyor. Biri ölüyor ama biri doğuyor gibi di mi ne güzel yeni bi meslek kanapeler şimdi. Ve o ustalar vasıtasıyla babam da saraçlara yakın olan o meslek çok benzer olan bi meslek dikışlerıni bilir. Tabi yorgancilarında mesleği pek yakındır ama saraçlarda çalışanlar değişir öğrenci olarak, kalfa olarak, usta olarak sonra zamanla yetişmişler bu fabrikada çok üretmişler kavuç üretmişler.

Ve o kadar kuvvetli kavuçlar kanapeler yapmışlar ki çok satılmiş Kosova’da hatta Kosova dışına da ihracat edılmiş. Niye eskiden kanapeler biraz basit gözüküyor ama çok işi vardı. Ben hatırlıyorum babama yardım ederken kavuçların yapılmasına yaylarle feder dedığımız yaylar koyulurdi kanapeye o yaylar sıkıldıktan sonra (anlaşılmıyor) baskilariyle dikiş işlerıne gelırdi iş kanapeler kanap ipler o kadar bağlanırdı ki iki çeşit imiş Fransız stilinde biri de Alman stilinde deymiş. Alman stilinde şöyle {elleri ile şekli gösteriyor} mutlaka Almanya’dan gelen bi marifet bu bei defa federın üsti yayların üstünde bağlanırdi hiç oynamazdi. Ordan sonra doldurulurdi deniz oti var imiştır, deniz otiyle dil bugün gibi süngerlerle ibaret.

Süngerden ibaret yapılan kanapeler biraz zararlıymiş tıp uzmanlari öyle diyor. Oysaki deniz otiyle o faydalı doğanın yetıştırdıği bir şey deniz oti, denizde yetışen bişe ot çok faydali hatta o kadar kuvvetli kanapeler yapıldi ki o zamanda elli sene evvel babamın bizim yapmış olduğumuz kanape hala duruyor  deyesın ki dün henız bugün yapılmiş kanapeler. Bu süngerden yapılan bu moda üzere şindi moda üzere değişiyor muhasebe da değişiyor iş ta değişiyor. E kolayından gidili artık o yaylar o federler koyulmuyor bağlanmıyor kolay yani bi şeysız süngerle ya da jiba dedıkleri özel bi sünger var daha kuvvetli o ondan ibarettır. Bugün ki bu meslek bu zanaat.

Ebru Süleyman: Saraçlardan mada ?

Mürteza Büşra: Saraçlardan mada şte mesela şte bazi şindi mesela saaçilıgi meslegıni alırsek göz önümüzde bulundurursak bizde Priştine de var mesela dedelerınden kalma babalarından kalma hala saatçilıgi yapan banım arkadaşım Faruk Panduklli var Grand Hotel’ın karşisızda o, o dükkan  en eskilerden biri. Onun babasi dedesi saatçi mi gelenek öyle babadan kalma meslek ve onlardan öğrendiğime göre şte şimdi yeni teknolojinin etkisi o kadar var ki bak bugün fabrika inşaat edi fabrika yapıyor saatlari di mi. Ve çok ürettıldığı içın bu zamanın teknolojisi yani eski meslekler battalaşıyor geride kalıyor yani önemi önemi pek oka olmuyor. Yani bu bu meslekte zamanla bakıyosun ortadan kayboluyor yani şindi hep fabrikalar inşaat edi salt tamirat işlerıni yapıyor.

Bizde mesela bugün bu kavuçlar, kanapeler bozulduğunda tamirat işıni yapabiliriz ama  yeni bi şekilde. Bazı zanaatlar ölüyor ama bazı meslekler de doğuyor teknolojinin getirdiği meslekler var. Yani buna benzer çok meslekler ortadan kalkmiş bende gazetecilık yaptığımda merak ettım bi de Üsküp’e gidiyorum çünkü Üsküp’ünda büyük tücarların toplandığı piyasaya gittiği ahali çok zengindi ticaret işleri yapılırmış. Sorardım yaşi ilerlemiş olanlara acaba hangi meslekler vardı, hangileriydi. Bize otuz kusur meslek sayardi bunların yüzde sekseni, doksani yok artık yani modern çağdaş bi hayata adım uydurmak lazım di mi.

Yeni teknoloji neleri getırmedi ki bugün mesela teypler vardı, telefonlar telefonun var büyük tarihi büyük bi geçmişi telgrafların. Bugün nasıl bi telefonlar kullanıyoz yani çok modern telefonlar. Esasen en yeni modeller en tutarli olur şindi düşünün loptoplar sayesınde bilgi ediniyosun, çalışıyosun, okuyorsun. Telefon icadi daha baia çikacak zamanla bi bakıyorsun onun yerıni alacak yani telefon bile telefon içıne bilgisayarlar girecek demek dünyanın bütün bilimleri bakın neye nekadar ileri gidebildi. Çağdaş bi teknoloji bugün elınde telefonun da var bi avucunda var bütün dünya bilgileri.

Şini neyi etkileyecek kitapların basılmasına mutlaka etkileyecek, çocukların kitap okuma alışkanlığıni geride brakacak etkileyecek ama İnşallah bu uzun sürmez yani gene eski alışkanlıga dönüşülür. Zira böyle hızlı hızlı bilgi almak ta belki zararlıdır. Daha hayırli önceki bilgiler yani kitaptan bilgi almak deftere yazarak bilgi almak bu daha hayırli olur. Efendım yani böyle yani…

Ebru Süleyman: Mürteza abey siz hatırlaymisınız esçiden kasabada Divan yoluni ? Ürtüli çarşiy hatırlaym dedınız ..

Mürteza Büşra: Tabi orda büyüdüm gibi sayılır o Ürtili çarşida  çok meslekler…

Ebru Süleyman: Kasaba da çimler yaşardi hatırlaymisınız ? Hangi dilleri duyardınız sokakta ?
Mürteza Büşra: E şte…Ben dedım ya daha eskilere gidersek yani nufus ikiye bölünmiş bi zamanlarda.  Ne demişler Müslüm Müslüman olanlar ve Gayrımüslümler, oysaki yeni Yugoslavya zamani mesela Osmanli’nın burdan ayrılmasından sonra gene felaketler var yani, Balkan savaşlari Balkan savaşlari  onbirleride, onikilerde onbirlerde başlıyor onikilerde oluyor. Onüçünde ikinci Balkan savaşi var gene felaket başına bu bu Priştine’nın çektıkleri çok yan başına çok şeyler gelmiş, dar günleri.  Acı olaylar olmiş yani gene savaştan sonra o şehir, o muhit, o ortam hemen kalkınabilir mi ? Gene sıfırdan başlamak lazım hayata yani diyorum bu Priştine’nın kaderi böyle birçok şehırlerde. Niye esasen Priştine’de Kosova bi köprüyü oluşturuyor niye te bağlani Sırbistan’a, Macaristan’a bakıyorsun Avrupa’dan eğer Güney’e doğru gitmek isterse insan di mi şeyden burdan geçmesi lazım. Bi geçit yeri Kosova yani işte uğradığı savaşlardan sonra ne geli Balkan savaşlarından sonra gelır  taksirat, gelır birinci Dünya savaşi geliyor başına. Birinci Dünya harbi dört sene sürüyor 1914’ten 1918’e kadar nolacak şehır içi harabeler halinde.

İkinci Bölüm

Murteza Büşra: Harabelerde çok kötü şeyler. Ekmek idi derdi. Nasıl ürün yetıştırecen, ne üretecen, ne yapacan? Harabeler içınde kalıyor. Savaş… savaştan sonra çok zordur kalkınmak. Büyük hastalıklara da yol açabilır, her şey. Her türli zararli şeyler. Ancak 1918’lerde ilk defa Yugoslavia kuruluyor. O zaman bugünki Birleşmiş Milletler Örgüti var ya; o zaman Berlin Kongresi imiş. Berlin’de nasıl karar alınırse dünya işleri o hale geliyormuş. Alınan karara göre şte, ilk defa Yugoslavia kurulacak demek 1918’lerden sonra ve Yugoslavia kurulunca resmi dil olarak Sırp, Hırvat ve Sloven olarak geçiyor. Demek Yugoslavia’da yaşayan resmi dil bu milletlerın dili ve idaresi altında olacakmış. Oysa ki daha on sekiz çeşit millet yaşıyor Yugoslavia çerçevesi içınde. Onların şte insani hakları var da, kanuni hakları yok. Yani, ancak Sırpların kanunlari yürürlükte ve onlar yönetmiş Yugoslavia’yı. Oysa ki, zamanla bakıyorsun bu krallık dönemi [Yugoslavia Krallıgi- 1,40] kaç sene sürüyor? ‘18 – ‘20’den ‘40’lara kadar sürüyor ya, yirmi sene. Yirmi seneden sonra gene topluwmda değişmeler oluyor, gene savaş oluyor, İkinci Dünya Harbı’na geliyor. İkinci Dünya Harbında da üç – dört sene sürer. Bunlar da başına gelenler bu şehirin, çeşitli felaketler. Yani…

Ebru Süleyman: Göçleri hatırlay misınız?

Murteza Büşra: Birinci Dünya Harbı’ndan İkinci Dünya Harbı’na kadar da göçler olmuştur. Mesela o zaman Sırplar yanı sıra, Türkler yaşamış, Arnavutlar yaşamış bu yörelerde; Kosova’da, Priştine’de. Bunun yanı sıra hatta bazı diğer azınlıkar da varmış. Mesela, Ermenilerın yaşadığını duymişım yaşlilardan. İhtiyarlar anlati; Ermeni, Rum, Bulgar, Makedon, Yahudi, Rom. Romların da Müslim olan ve Gayrimüslim olan Romlar da varmış şehir içınde. Ve nüfus büle yapılmış. Eh şte, krallık zamanında da reformlar ne kadar yapılmış ise de insan haklari pek yokmuş yani. Deyelım sen ancak Sırp, Hırvat, Sloven isen hakkın var her şeye. Diğer azınlıkların pek hakları yokmuş. E ama şte İkinci Dünya Harbı’ndan sonra çok değişmeler oluyor. O federe devletının bi devami ama sosyalist bi düzen, yeni bir düzen ortaya çıkıyor ve yeni düzende tabiki hayat daha değişik, daha iyi bir şekilde, kardeşlik, birlik içinde. E şimdi cumhuriyetlerden ibaret oluyor federe devlet; ikinci defa oluşan Yugoslavia. Bu federe devlet içinde şte kaç devlet var: Slovenya’dan başlayarak, Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Makedonya ve Karadağ. Sırbistan’da gene iki bölge, özerk bölge sora oluyor bir Voyvodina bölgesi, ikincisi Kosova bölgesi bağlanıyor Sırbistan içindeki idareye.

Yani İkninci Dünya Harbı’ndan sonra gene sıfırdan başlamak lazım. Savaş, savaş bitmiş, gene…

Ebru Süleyman: Sizın, belki babanızdan duymişsınızdır ya da babanızın amcasından İkninci Dünya Harbı’ni, o zaman işte Almanlar, İtalyanlar işgal etmişlar Kosova’yi, Yahudilerin çoğunlugi o zamanlarda ülmiş herhalde.

Murteza Büşra: Dağıldı, evet.

Ebru Süleyman: Hiç bilimisınız acaba kalmiş mi bi Yahudi aile, ya da Ermeni aile? Çi ben mesela hiç duymamişım.

Murteza Büşra: Şimdi bazı ekonomik krizleri geçirildiği, eski Yugoslavia zamanında da ekonomik krizlerin geçirildiği zaman… olduğu zaman, insanlar neden göç edır? İnsanlar ekonomik krizlerde en fazla göç etmiş. Yani ahalı topraksız kalmiş krallık zamanında reformlar yapılıyor. Reformlar ne demek; on hekterden fazla arazin varsa, toprağın varsa, çalıştıramazsen devletleşır. O sana devlet tarafından bi renta [destek] verimiş bi yardım yüzde yirmi beş’lik bi para miktarı alıyormuş toprak sahibi. E ama yüzde yetmiş beş’i ucuza veriyorsun, devlet kullanıyor toprakları, arazileri. O iyi de, ama arazisız kalan ahali ne oluyor? Göç etmesıne ihtiyaç var, göç ediyorlar. Şimdi kimler en çok göç ediyor? Tabi ki, topragi, evsız barksız olan insanlar. E ne yapacak? Ana ülkeye o zaman biraz ulaşımda şey varmış yani, kolay kolay göç edemeysın. Yani biz gördük bugün de bazi örneklerıni; mesela Bulgaristan’dan nasıl göçler olmuş. Yani ev hayvanlariyle beraber, üküzlerle, ineklerle, atlı arabalarle göç etmişler. Nerde ulaşımda tren yok. Savaş zamani, bilmem ne zamani, yani karışıklık zamanında göç başlamiş. Demek ondan sonra iklim, iklim olaylari etkilemiş göçe. Savaş en çok etkilemiş. Savaşta bazı halk ortadan kayboluyor, gidiyor. Mesela, ilk defa Yugoslavia kuruluşu ‘18’inden ‘42’sine kadar ya da ‘45’ine kadar bazı milletler ortadan kalkıyor. Mesela Yahudiler artık yok Almanlar’ın peşınden gittiği içın, dağılmış, kaçmışlar bu yerlerden. Bulgar, Bulgar asıllı, kökenli yok, Rok  asıllı, kökenli yok. Bazı milletler, ama şte nüfus patlaması var. Natalitet var. Migrasyon her zaman var da, natalitet var. Şte, natalitet gelince, doğum oranına gelince bakın ‘45’te, 1945’lerden sonra; demek İkınci Dünya Savaşı’ndan sonra bu natalitet Müslüman ahalide var. Demek Arnavutlarda var, Türklerde var; Boşnaklarda nüfus patlamasi var, fazla. Onun içın mesela, mukayese ettınmi acaba Arnavutların nüfusi neka idi ‘51’lerde, Türklerın ne kadar, Sırpların ne kadar, Boşnakların ne kadar, Romların ne kadar ? Bi bakarsın en büyük orantı Arnavut milletınde var. Doğum oranı en büyük olduğu içın, mesela zamanla bakıyorsun yarı yarıya iken, şimdi hatırlıyorum ‘70’lerde yapılan sayımlarda o zaman yüzde altmış beş’ini oluşturuyordu nüfusun.

Ebru Süleyman: Evet.

Murteza Büşra: Eh, bunun yanı sıra ikinci yerde Sırplar vardı, üçüncü yerde şte Türkler vardı ve diğerleri. İyi ama şte, otuz sene içınde bi düşün nüfus patlaması daha ne kadar ileriye gidecek? Bugün yüzde doksan’ıni Kosova’da ahalisıni Arnavut milleti oluşturuyor dimi? Eh şte, yüzde on kalan kimler imiş? Müslüman olanlar, Boşnak olan, Türk olan, Rom olan ve diğerleri. Kardagli olanlar, işte bunlar oluşturuyor nüfusu bugün demek. Bi, büyük bi orantı, nüfus patlamasıda.

Ebru Süleyman: Siz okula hanci yılda başladınız hatırlaymisınız?

Murteza Büşra: Çok iyi hatırlıyorum. Şimdi ben 1946 doğumliyım ama beş yaşımda iken okula gitmeye başladım. Neden? Dayilarım mesela ilk öğretmenlerden biri. 1951’lerde ilkolkullar açılıyor. Karar alıni, kanunlar, devlet tarafından emır geli; 1951‘den itibaren Türk dili üzere okullar açılacakmış. Ve ahalinın çoğu beş yaşıni doldurmiş, alti yaşıni, yedi yaşıni doldurmiş; hatta sekiz, dokuz, on yaşında olanlar da vardı sınıfımızda. Ben hatırlıyorum, ‘51’lerde ilk defa ayak basıyoruz okula. Dayım öğretmen olduğu içın beni daha erken almış, yani daha küçükken almış. Hatırlıyorum bugün gibi ‘’C’’ harflerini geçiyoruz öğretmen açıklay ‘’C’’ harfıni alfabe den bazi harfleri, ben de öğretmen deyecek yerde ‘’dayi, dayi’’ diyorum {parmagıni kaldıri} böyle parmağımı kaldırmışım ‘’dayi, dayi’’, demek araym izin anlatam ‘’C’’ harfıni anlatam, okuma parçasıni mutlaka. Yaklaşti yanıma; ‘’Bak’’ dedi ‘’Oğlum Mürteza sakın, dayi  beni çağırma.’’ ‘’ Ya nasıl çağıram?’’ ‘’ Ya de, bay öğretmen de, öğretmenim de.’’ ‘’Ha, tamam, öyle mi?’’ tamam dedim; artık dayi demedım, öğretmenim, öğretmenim dedım.

Ebru Süleyman: Dayinızın ismıni hatırlaymisınız?

Murteza Büşra: İlk öğretmenlerden biri iki Ali Bey, Ali Efendi vardı. Biri müdür olarak tayin edilmiş Ali Ömer, biri de Ali Efendi derdilar dayima. O ilk öğretmenlerden biri. Mesela, e sınıfta çok kalabalık idık. Yani bu özgürlük, bu hürriyet verıldıkten sonra, Türk dilınde de eğitime geçildıkten sonra çoğu aileler önceleri Arnavutça okumuş, Sırpça okumuş şimdi dönüyor Türkçe’ye tedrisata ve rahat rahat Türk sınıflarında eğitim almış, öğrenim görmüş. Ve eski öğretmenler arasınde işte dayımdan mada, kurucuların arasından bu iki Ali ismini taşıyan öğretmenlerden mada, Bedri Selim’ler, Necmi Selim’ler vardı. Şükrü Abey, Şükrü Zeynullah öğretmenımız bunun yanı sıra vefat eden eski öğretmenler de, onların da bayagi katkıları geçti ve bu kalabalık sınıflarda, diyorum ya bizim sınıfta elli, yetmiyor, yer darlığı yüzünden böyle bir kalabalık olmuştu

Ebru Süleyman: Meto Bayraktar’da mi okudunuz?

Murteza Büşra: Biz bu okulda “Elena Gjika” okulunda eskiden “Vuk Karadžić” olarak adlandırılan bu okulda ve bu okulun karşısında müzik okuli vardi ya orda da, sığmay yani yer darlıği, çok öğrenci geliyor, Türkçe öğrenmek istiyor, çok kalabalık. Emin Durak İlkokuli var, pazarlar tarafında, o okulda da Türkçe tedrisat yapıldı, lisenın zemin katında, podrum katında yer darlığı yüünden ve bugün arşiva dedığımız lisenın karşısında var o eski bina orda da Türkçe sınıflar açılmıştı. Yani beş-alti yerde, ihtiyaç var. Çoğu Türkler mesela illede ana dilinden eğitim öğretim görmesınden yana. Ebeveynler böyle kaydıni yapmiş. Çok kalabalık.

Ama şte 1953’lerde hatırlaym, büyük bi, bu kadar kalabalık öğrenciden ders dışı etkinlikleri da, faliyet yapılır okullarda dilmi? Okul günleri kaydedilır, tarih günleri kaydedılır, devletın bazi kaydedılır. Programlar hazırlanır dimi? Bu programlari hatırlıyorum. Sora, 1953’te de ablam benen daha yaşlı, o yüksek sınıflarda iken, Priştine’de okullarda tepsiler verılırdi en başarılı oyuncular, Şehir Tiyatrosu’na alırdilar. Şehir Tiyatrosi eskiden bir, eski korzo [mesire] vardı. Korzo [mesire] yeri.

Ebru Süleyman: Nerde bu?

Murteza Büşra: O Ürtili Çarşi dedık ta, bugün esasen şey binasi, Meclis binasi nerde. Meclis binasının önünde tam bir sokak vardı. İlk korzo’yu ben orda bilim. Gençlerın gezdiği, yürüyüşe çıktıği, eğlendiği o sokak şte. Orda sinemanın da fotografları, resımleri, duvar gazeteleri orda bakılırdi. Yani bu şekilde. Neyi arzu edersınız ve hangi konu üzerınde, neyi konuşmami tercih ediyorsun? Daha neleri anlatam?

Ebru Süleyman: Neleri devam etmek istersenız. O sokakta sinemanın, sinema mi var idi?

Murteza Büşra: Ha, bu tiyatro nasıl kuruldu? Doğru diyorsun. En başarılı öğrenciler dramlarda en başarılıları tiyatroda üye olmaya başardılar, çalıştılar. Hakkatten orda öye bir dram eserleri dile getırıldi, canlandırıldi, yapıldi ki bütün Priştine’de merak ediyordular. Yahu bu çocuklar mükemmel çocuklar, dram eserleri sahneye getiriyorlar. Hakkatten büyük bir ilgi vardı. 1953’lerde, yani ders dışı faliyeti olarak çocuklarımız orda etkili idi. Mesela bugün gibi hatırlıyorum Çizmeli Kedi, Ev Ödevi dram oyunlari ve Mashar Kadriu isminde bir tiyatro artisti vardı o zaman, o rejisörlük yapmaya gelırdi. Ve onun sayesınde o dram bayagi çok başarılı oldu. Bütün Priştine merak edırdi. Gelırdi yetişkinler; babalarımız, annelerımız. Bu çocuklar ne yapıyor, çok güzel artist.

Ebru Süleyman: Demek sizın ablanız…

Murteza Büşra: Efendım?

Ebru Süleyman: Sizın ablanız da rol aldi.

Murteza Büşra: Ablamız da rol aldi. Kızkardeşım rol alığı içın ben da merak ederdım, giderdım provalarıni bakardım, seyrederdım ve bu oyunlarıni kaçırmazdık, seyrederdık. Ben de büyüyünce acaba artist mi olurum? Hayal ederdık çocukluğumuzda. Ama bu tiyatro çok ilgi gördü, şehir içınde. Mesela Sırpçcada, Arnavutçada yapılırdi dramlar ama en başarıli Türk öğrencilerın yapmış olduğu oyunlar. Çok güzel olurdu. E ondan sonra işte bu, milletın başına gelen bu göç felaketi var ya…

Ebru Süleyman: O da ‘50’lerde…

Murteza Büşra: ‘53’ten ‘56’sına kadar bu tiyatro çok başarılı bir şekilde ve her okulda öğrenci sayısı çok vardı. Ki olsaymiş bu sayı bugün üfff… {eliyle çok işareti yapay}, gene yer darlığı olurdi bugün. Sıgmazdi bu okullar. Ne oldu ? Yani şte bi taraf hak, hakka sahip oluyor, Türkler, Arnavutlar, Müslümanlar dimi? Bi hürriyete kavuşuyorsun ama bir taraftan da, devlet tarafından şey verıli, mesela bu milletın göç etmelerine izin verili. Bu yol açılınca ahalinin bazı aileler yavaş yavaş Türkiye’ye göç etmeye yeltendiler ve böyle da gerçekleşti. Yavaş yavaş ‘53’lerde, ‘54’lerde, ‘55-’56’larda büyük hız aldi göç.

Ebru Süleyman: Niçın aciba bu yıllarda o kadar göç oldi?

Murteza Büşra: Şte göçün sebepleri biraz önce da kunuştuk ne olabilır? Bi ekonomik krizi olabilır. İnsan tarlasız, bahçesız, mülksüz kaldıktan sonra fakirleşi yani. Bi idare içın bi çıkar yol düşüni, ne yapacak? Baş vuracak göçe gidecek. Kaderi öyle. Ondan sonra göçlere daha ne sebep olabilır? Bazı baskılar. Mesela, azınlıklara mutlaka biraz baskı olmuş ki bu kadar göç olabilmiş. Kosova’dan çok göç…

Ebru Süleyman: Nüfus sora azaldi.

Murteza Büşra: Nüfus tabi, hep savaşlardan sonra olduğu gibi yariya azalıyor. Diyelim eğer on altı bin nüfusi varsa bi dönemde, bir savaş oldumuydu hemen yari nüfus kaçıyor. Terk ediyor bu bölgeleri ve şehir boşanıyor yariya boşanıyor. Aynı bu şekilde e şimdi bu göçün sayesınde de bi bakıyorsun; komşusu göç etmiş, akrabası göç etmiş ya da korkudan dimi? İnsan şey edi. Biz son dönemde, yirmi sene evvel yaşadık bu olayi. Biraz baskı oldimi, korku içıne girır. Korku ne derler dağları bekler. Yani korkudan insanlar göç eder. E işte bu şekilde…

Ebru Süleyman: ‘56 yılında.

Murteza Büşra: ‘56-’57’sıne kadar, hatta ‘58-’60’ıne kadar bu azaldı ama sürmüştür yani ‘60’lara kadar. Sürmüştür göç. Yani böylece okullarda sınıflarımız biraz boşandı. Yani o büyük bir nüfusla, yari nüfus; belki da fazla. Ben böyle ‘51’lerın, ‘55’lerın fotograflarını elime aldığımda bi bakıyorum kırk-elli kişi. E bugün nerde? Bakıyorsun sınıf arkadaşların yok. E ordan anlıyorsun. Ben görev olarak gazetecilik yaptığımda Prizren, Mamuşa’yı ziyaret ederdık. Çocuk yayınlarıni hazırlardım okullarda. Hazırlarken okul müdüri ve öğretmen her zaman derdi; Mamuşa’nın Hacı Ömer Lütfü okulunda altı yüz öğrenci var. Yahu diyordum, her geldiğimde altı yüz öğrenci. Ne dir bu ? Nasreddin Hoca’ya sormuşlar kaç yaşın, her zaman kırk demiş. Yahu nasıl olur hep kırk yaşında olduğunu söylüyorsun. Şimdi bunlar da hep altı yüz. Ama bende bi acemilik var anlıyamaym ki o, ne kadar göç olmuşsa, o kadar doğum orani oluyor.  Tam böyle dengeyi tutyor. Ne kadar doğum orani var o kadar da göç. Öyle bi rastlantı var. Yani bu imiş meğer benim anlamadığım, bilmediğim sebep. Böyledir yani hayat. Göçler hiçbir zaman durmaz. Biz yirmi sene evvel yaşadık bu olayı yani. Biraz fazlalaştimi baskı ne olacan? Başına çare arayacan, göç edecen. Hemen Kosova’nın yari ahalisi göç etti. Tabi en fazla komşuya, Arnavutluk’a giden en çok oldu, ondan sonra şte biraz Türkiye’ye, Avrupa ülkelerıne dağıldı millet. Yani nüfusun yarısı hemen bikaç gün içınde göç etti. Korku ne demektir? Şte bu dur o korku.

Ebru Süleyman: Gençligınızde dedınız o korzo’ya çiardınız dimi ne anlatırdınız biraz peşin?

Murteza Büşra: Nasıl eğitim gördük yani. Şindi ilkokullarda, önümüzdeki ilkokullarda eğitim aldık. Türk dili üzere evelde orta  okulumuz yoktu. Orta okul ancak ‘62’de hazırlık yapılmiş, ‘63’ünde yürürlüğe geçer. 1962-3 öğretim yılında ilk defa, mesela lise açıldı. Lisede Türk öğrencileri bir sınıf doldurdu. Bu sınıfın üçüncisi olarak sırasiyle biz ‘62’de-’63’te  bu sınıfa kaydımi yaptım, ilkokuli bitırdıkten sonra liseye devam ettım. Oysa babam, annem illese; oğlum zanatle uğraş en iyidır ne lüzümi var okumaya derdi bazan. Yani biz esnafın bi oğlu gene esnaf olmasından yana idiler, gene böyle bi tercihi vardı. Ama o sene mesela radyocu olmayı düşünmüştüm. Çocuk on dört – on beş yaşına bir çocuk, en yeni bir mesleklerden biri radyoculuk. Televizyon daha yok, radyo. Radyo tamircisi ya da radyo yapma işleriyle böyle bir meslege sahip olmaya can atıyordum.  Ve o sene öğrenci almadılar oraya. Olmadı, yani şansım işlemedi. E ayrılmayam sınıf arkadaşlarımle, devam ettım liseye. Lisede şte bildıgınız gibi dört sene süren bu okuldan sonra, liseden sonra gene telaş içındeyiz fakülteye devam var mı yok mu? Yoksa herhangi bir işe mi sahip olmak daha hayırlidır. Ana babamızle böyle tartışıyorduk. Valla ben o zaman deydım ki Türk dili üzere bi yüksek pedagoji okuli açılmiş Priştine’de. ‘62’lerden başlayarak, ‘63’lerden başlayarak. Prizren’de açılmıştı esasen sonra geçti  ilk kuşak mezun olduktan sonra Priştine’ye geçti. Biz Priştine’de ilk kuşağıni oluşturuyoruz. Hatırlıyorum bi on üç – on beş öğrenci sıralı olarak eğitim alıyordu. Sıra dışında da olanlar o kadar bir sayıyı oluşturuyordu. İlk öğretmenlerımız rahmetli, merhum Süreyya Yusuf, Bayan Sebahat, Mahmut vardı. Prizren’den Süleyman Brina bunlar merhum oldular, vefat ettiler bunla, bundan sonra da pedagojide de büyük değişmeler oldu. Yani denildi ki bu okul iki sene sürüyor, dört sene yapalım. Buni istedik ama muvaffak olamadık çünki yetkililer önerdi oryantalistika olsun. Yani şarkiat bölümi açılsın. Şarkiyat bölümü Arapça dersler da var, Arap edebiyatı, dili var, Fars edebiyat, dili. Eyi ama bazi öğretmenlerımız dedi ki daha iyidır türkoloji olsun. Oysa ki şte gene muvaffak olamadık. Türk dili ve edebiyatı bölümi açılamadi o sene, oryantalistika yani şarkiyat bölümü açıldı. O zamanın Hasan Kaleşi başta olmak üzere  ünlü Yugoslavya’dan gelen şarkiyatçilar, onlar öğretmenlik, profesorluk yaptilar. Bi on sene sürmüştür yani. E sonra ancak ‘88’lerde yine isteklerımız üzere gene türkoloji kuruldu. Felsefe fakültesının bölümünde. Türkoloji kurulunca gene öğrenci sayısı arttı o sınıflarda, nice nice kadrolar yetişti bugüne kadar hala var, devam ediyor türkoloji kürsüsü.

Ebru Süleyman: Var.

Murteza Büşra: Bu daha hayırli oluyor yani. İnsana ana dilinde eğitim, öğrenim görmek mutluluktur, bi şereftir.

Ebru Süleyman: Siz yüksek pedagoji okuluni okudunuz, bitırdınız, ondan sonra  ne yaptınız?

Murteza Büşra: Hemen öğretmen olarak çalışmaya başladım. İlkokulda, Meto Bayraktar okulunda o zaman öğrenci vardı. Türk dili üzere eğitim yapılırdı Meto Bayraktar’da. Şte bizım zamanımızda ‘70’lerde  bayagi boş yerler vardı, yani tekaüte ayrılan, emekliye ayrılan öğretmenler; onlari değiştirebildık ve çalışmaya başladım. Çok severdım, yani başlangıçta sevmez mi insan mesleğıni? Böyle sarılırdık çok iyi, hem de öykünürdük bazi iyi öğretmenlerımızi. A bizım iyi öğretmenler nasıl davranırdı, nasıl ders verırdi ? Taklidıni yapmaya çalışırdık yani sevdayle, sevgiyle başladığımız için böyle davrandık. Hakkaten iyi bi kadro yetıştırdım, ilkokulda çalıştığım zaman. Ve daha labarık sayıda öğrencisi vardı o zaman.

Ebru Süleyman: Bu hangi yıllarda?

Murteza Büşra: 1970’te, Mart ayında ilk olarak ayak bastım ilkokulda çalışmaya başladım. Beş-alti sene çalıştıktan sonra okul günleri dolayısiyle candan işledığım içın iyi programlar yapıyordum temsillere. Bazi arkadaşlarım beğenmiş ve bunların sayesşnde hadi gelın çünkü Priştine radyosunda  gazeteci yok, çocuk yayınlari yapacak yaynlar ihtiyacımız var. Gelırmisın? Aldılar götürdüler illese şey olasın, gazteci çocuk yayınlarıni yapacak. Bazı arkadaşlar bugün bile tartışıyor, yahu ne güzel olurdu devam etsen iyi bi öğretmen olurdun. Yani yarida brakır gibi, çok sevdığım bir meslek idi ama şte o zaman eğitimde çalışmak, kutsal meslek yapmak, o da bi gurur,bir şeref imiştır hoşuma giderdi; ama şte malesef kader, radyoya geçtığımde çocuk yayınlari yapmaya başladım. O zaman bizım bi  nagır[1] dedıkleri bi koskocaman bi teyp, o zamanın teknolojisi {elleriyle boyutuni cüsteri} bu kadar büyük bi ağır bi teyp. Al şimdi onu hamal gibi taşı, götür Prizren’e. İlkokullari ziyaret etmekle ancak gerçekleşır. Ve hatılıyoru o çocuk yayınlarıni yaptığımızda dört ana konuyi işlerdık her zaman. Bir ana konulardan biri Okuldan Sesler  adında bu yayıni yapmak içın muhakkak gezecen. Nerde Türkçe eğitim varsa bu okullari geziyorduk.

Ebru Süleyman: ‘76, ‘75-’76 yıllarında.

Murteza Büşra: Evet, ‘74-5’ler. ‘74’ünde esasen. ‘74’ünde hizmete veriliyor bu yeni bina, bugünki Priştine Radyosu. Bir tane Slovenya’da varmış Ljubljana’da bu bina; böyle şahane en modern, en çağdaş bi bina oluyor ve Priştine’de inşa edildi. Yine yer darlığı yüzünden radyo televizyon bir arada olamıyor, ayrılıyor şimdi. Radyoya ayri. Radyonun işçileri çok, daha büyük sayida ve radyonun eskiden geleneği büyük. Kuruluş dönemi eskilere dayanıyor, daha 1944-45’lerden sonra başlamış radyo; televizyon programları ancak ‘80’lerden sonra çalışmaya başladı. Yani eski bi meslek. Burda da insan gurur duyuyor. Çocuk yayınlarına sarıldım. Çocuk yayınlarının ara kurullarından biri diyorum Okuldan Sesler adlandırmıştık. Prizren’e en fazla giden, bizde iki ilkokul sadece var, Prizren’de alti tane ilkokul vardı yani iş var. Şeritleri doldur da doldur. Çok öğrenci, sayi…

Ebru Süleyman: O zamanlarda çok farkli mi idi Prizren – Priştine birbirınden? O kadar cezdınız kasabalarıni Yugoslavya’nın.

Murteza Büşra: Yok ama…

Ebru Süleyman: Rastlaymiydınız degışık bişeylere? Gezi esnasında belçi rastlaydınız.

Murteza Büşra: O değişmeler, nasıl düşünüyorsun; şimdi bikaç çeşit değişme var da…

Şimdi çok kolayından giderdık. Yani daha kolay bir şerit dolduruyorsun Prizren’de niye altı tane ilkokul sadece var, alti tane. Bizde esasen salt iki ilkokul. Yani Mamuşa’da yakın, Prizren’e yakın. Oraya gidip, orda da şeritleri doldururduk. Ya okulların temsilleri, düzenlendiği günleri ziyaret ederdık, ya da büle hangi bi olay olmiş, bayram güni olmuş, önemli bi günler olmuş işte çocukarın hazırlamiş olduğu yayınlarıni kendi diliyle mikrofonu uzatarak, konuşmalarıni yaparak gerçekleştırırdık. Ya da temsillerde yaptıkları, düzenledikleri dram oyunlarıni, şarkılarıni, söyledikleri koro şarkılarıni bunlari çizerdık alırdık yayınlarımıza studyoda çok rahatça gerçekleştırırdık. Yani severdım orda da çalışmayi. Çok sarıldım ben orda da. Yani hep çocuklar dünyasıyla ömrüm geçti. Orda da çocuklarle okullari ziyaret ede ede… Bunun yanı sıra  yetişkinlere ait te bi yayın Okuldan Sesler adlı bi yayınım da vardı. Öğretmenlerle da sohbetlerımız varimiştır; orda da bazı ilginç konular içerırdi o yayınlarımız. Yani yetişkinler, büyüklerle da yapmış olduğum sohbetleri ya haberlerdeki yayınlara verırdım ya da yeni adlandırdığımız bu yayına da, bu yayında da gerçekleştırırdık.

Ebru Süleyman: Bu sohbetleri hepsıni siz hazırlaydınız?

Murteza Büşra: Yani, şimdi studyoya gittıpımızde teknisyen olacak. Biz gazeteci gibi  teybi alıp kendımız; lüzümi yok teknisyen yanımızda olsun. Ama temsillerde mesela, bi büyük bi temsilde, bi kutlama var, orda büyük iş var, çizmek içın kolay dil. Siz gibi, bi kamermanınız sayesınde ancak oluyor. İki kişiyle, üç kişiyle. E bizdeda alırdık yanımıza. Bidefa arabayle şoferımız olacak dilmi? Ve yanımızda tonuni ayarlayan ustamız olacak ve gazteci üç-dört kişiyle giderdık bir okuldaki faliyeti izlemeye. Yani bu şekilde gerçekleşırdi. Evelden teyplerımız ağır, ağır, büyük. Zamanla bi bakıyorsun, daha küçük, Japonların icat ettiği minyatür stilinde. Yani daha küçük.

Ebru Süleyman: Daha kolay taşımak içın.

Murteza Büşra: Daha kolay taşımak içın. E ondan sonra da bugün öyle bi küçük teypler çıktı ki {eliyle küçük işareti yapay} şu kadar, sigara paketi kadar. Çok kolaylaşti meslegımız yani  lüzumi yok şimdi yanımızda teknisyenler olsun, kendimiz yapıyorduk.

Ebru Süleyman: Sorulari ama her şeyi, bütün programın konseptıni siz hazırlaydınız.

Murteza Büşra: E tabi. Yani öğretmen gibi çok yakın bi meslek çocuk yayınlarıni yapmak. Bu tecrübeye dayanarak rahat rahat çocuk yayınlarıni yapıyorduk. Mesela çocukların her faliyetıni kaydediyordum, teybe alıyordum kendim. Bazı dramlari kendim de hazırlıyordum. Çocuklar dünyasına adanan dramlar çok. Şte alıyorsun, hepsini yapıyorsun; girişıni, sonucuni, rejiserligıni, bütün teknik işleri de hesap edesın, bütün külliyatıni bi yayıni yöneten yapardi, biz yapıyorduk. Biz gazteci olarak hepsini yapıyorduk. Yani rejisöre bile pek ihtiyaç olmazdı. Ancak yeni yıl programlarında çok büyük yarışlara katıldığımızda. Yayınlarle yarışlara katılırdık. Ohrid’te düzenlenırdi yarışlar. Bir sefer üçünci yeri aldık, bir sefer çocuk yayınlari birınci yeri almıştık. Nasıl? Ştebüle tecrübeye dayanarak yardımlari alarak…

Ebru Süleyman: O da yani özel bişey, çocuklarle konuşabilmek, bişeyleri ortaya çikarabilmek, kaydetmek çocuklari.

Murteza Büşra: Şimdi bak, Türkiye’de bi Halit Kıvanç var. Bu sanatçı, bu adam çocuklar dünyasında bütün festivalde hep yönetmiş. Sunuculuk yapmış, spikerlik yapmış dimi. Yönetmiş bütün Türkiye’de düzenlenen bütün faliyetleri. E şindi Kosova’da da biz çocuklarle en fazla işleyen arkadaşlarım yanı sıra benda vardım, ama benden önce Enver Baki mesela ilk çocuk yayınlarını yapan bizım kuşaktan. Oysa ki Enver Baki’dan sonra Cevahir Halaç vardı rahmetli oldu. O da çocuk yayınlarıni yapar, çok güzel yapar, yayınlarıni yapar. O bana devretti. Ondan sonra Muhammet Ustaibo, bizım şefımız, o da çocuk yayınlariyle meşgul oluyordu, yapıyordu.

Bizden daha önceden kuşaklarda, mesela radyo 1951’lerde inşaa edilmiş, yayınlara başlamış ama sözlü olarak. Dil bugün gibi, bu şartlarda dil. Yayınlara direk gidilmiş. Yani eğer bir yayının varsa, bi haberi okuman lazımsa direk konuşacan. Bi koro grubun şarkı söyleyecekse studyo ününe çıkıyorsun toplam halde direk olarak önünde. Böyle. Mesela orkestreyle, hatta kocaman bir orkestreyi de stüdyoya getirmen lazımdı. Çünkü direk teknoloji öyle. Çok basit bi teknoloji. Direk yayınları yayımlanıyordu. Oysa ki zamanla stüdyoların yapılmasi çok hayırli oldu, niye? Hazırlıkli bir şekilde yayınlar yapılmaya başladı. Ve bu şekilde çok güzel olurdi yayınlarımız. Demek hazırlıkli bir şekilde bi sohbet yaptınmiydi dimi daha hayırli olur. Yayınlarımızi da studyolarda gerçekleştırdık. Ve ondan sonra direk olarak arşive veriyorsun ve Priştine radyosi mesela o kadar güçlü oldu alıcı-verici antenleri ki 1kW idi. 1kW Balkanlardaki ülkelerde duyulabilidi. Kosova’da var olan haberler, gerçekleşen radyo yayınları. Onun için diyorum şte bu studyolar vasıtasıyla işımız kolaylaşti. Teypler, o koskocaman teypleri taşıyacak yerde şimdi küçük.

Ebru Süleyman: Radyoda kaç yıl çalıştınız?

Murteza Büşra: Radyoda tam yirmi beş yıl çalışmaya başardım. İşte bu son savaştan sonra bazi olanaklar ortadan kaltıği içın mümküni değildi; yani biz daha tecrübeli gazteciler, daha yaşli gazteciler; işımızi, meslegımızi terk ettık yavaş yavaş, braktık gençlere braktık. Orta yaşlılar, yeni ayak basmış olan gaztecilere yer verdık. Onlar devam ettiler savaştan sora. Demek ki biz aşağı yukari bi otuz kişi mi kaç kişi idık redaksiyonda, bunlardan sadece bi beş-altı kişi bugün çalışmaya başladı ozaman. Yani bir-iki kişi eğer yeni gazteci almışsalar, o kadroyle gerçekleşi. Az yani. O vakıt daha uzun süreli yayınlarımız vardı. Yırmi iki çeşit yayınımız vardı. Bu yırmı iki çeşit yayın ne demek, kaç saat? Yani beş, altı, yedi saata  yükselmişti süresi. Bu da bi önemli, mesela Türk dili üzerıne yapılan yayınlar.

Ebru Süleyman: Bukadar uzun süre olabilmesi.

Murteza Büşra: E tabi, geçmişi büyük ta. Yani 1951’den bi düşünün, kaç sene aradan geçmiş? Heme yetmiş seneye yaklaşıyor yani jübilelerımız. 1951 yılı Türkler için çok önemli bir yıl. Yani eğitime Türk dili üzerınde, ana dilimizde geçiyoruz, bunun yanı sıra Priştine radyosunda da yayınlara geçildi. Bundan mada da dernekler kuruluyor. Mesela Priştine’de ilk defa Yeni Hayat adıni taşıyan Türklerın kullandıği, kurduği bir temel bir dernek. Prizren’de Doğru Yol derneği. Bunlar en eski dernekler. Yani ‘51’lerden beri kurulan bir dernekler.

Ebru Süleyman: Radyo da ‘51’ınde yayın yapmaya başlamiş.

Murteza Büşra: Başlangıçta şte anlattım direkt çikılırdi. Yani studyolar olmadığı içın…

Ebru Süleyman: O sırada gazete da var, daha sonralardan dergiler da var.

Murteza Büşra: e tabi, tabi. Derneklerden sonra, mesela daha geçlerde gazete, Tan gazetesi kuruldi. Bu ‘69’larda, ‘70’lerde heme. Tan gazetesi çok zengin bi gazete. Haftalık idi ama zengin bi gazete idi. Mesela sık sık öğretmenler giderdi, işbirliği yapardi gazeteciler işbirliği yapardi. Tan gazetesıne muhabir olarak katılırlardı. Zengin olmasına rağmen ilgi çekici, okunurdu çok, sevilirdi. Bu Balkanlarda ve dünyada yaşayan Türklere dağıtılıri hatta. Çok uzak yerlere giderdi gazetecimiz. Gazetenin içınde de Kuş çocuk dergisi vardı. Dergimız da vardı. Demek yetişkinler yanı sıra çocuklar dünyasi da ön görülmüş. Gerçi o gazetenın içınde çocuk sayfasi var ama bu ayriyetten çocuk dergisi. Ve Kuş adıni adlandırıldı. Bu Kuş’un şerefi yüzünden bazan Yugoslavya çapında düzenlenen törenlere katılırdık. Yani Novi Sad’ta düzenlenırdi eskiden. (43:42) çocuk şenlikleri olarak. Yugoslavya’da yaşayan bütün temsilciler, her cumhuriyetten birer ikişer çocuk yanı sıra yarışlara katılırdı öğretmenleriyle beraber. Şairleriyle, yazarlariyle beraber gelirdik, Novi Sad’ta düzenlenen o törende beraber olurduk. Bu büüyük bi jübile. Her yıl düzenlenırdi bi sefer mesela hatırlıyorum Kuş çocuk dergisıni gençler yanı sıra idare başına, yönetim başına koskocaman yazarımız, şairimiz Necati Zekeriya var ya.

Ebru Süleyman: Evet.

Murteza Büşra: O geldi. Büyük bi şeref yani. Koskocaman Yugoslavya çapında bi hikayecimiz, şairimiz, yazarımız Kuş çocuk dergisıni Priştine’de hazırlıyor. Bu bir büyük şey. Sora Novi Sad’ta düzenlenen bu törenlere her yıl, bi sefer hatırlıyorum  Türk edebiyatı konusu üzerinde bir kimsenın konuşması lazımdı. Böyle törenlerde. Yugoslav çapında büyük kertede olan bi tören bu.

Ebru Süleyman: Konferans gibi bişey.

Murteza Büşra: E o zaman rahmetli Necati abeyimiz Türk edebiyati hakkında öyle bi tanıtım yaptı ki Yugoslavya’nın en değerli yazarlari, ozanlari şaşırdi. Bak Necati Zekeriya bize Türk edebiyatıni tanıttı. Yani çok büyük ilgi de vardı. Türk edebiyatı bilirsin çok eski yıllara dayanır ve büyük bir edebiyatımız var. E şte Necati Kuş öocuk dergisının değerınden bahsederken ne kadar iş birlikçileri var, nasır gerçekleştiriliyor ve  Türk edebiyatıni hem Yugoslavya içınde var olan yazar, şairlerımızın eserlerınden bahsetti hem de dünya çapındaki, Türkiye’deki kitaplardan, Türkiye’deki eğitimden, Türkiye’deki çocuk dünyasından o kadar izah etti, şahane konuşmalari vardı ki çok merka ettiler. A gerçekten onun o görünüşi bir şairi andırıyordu, öyle bir görünüş, öyle bir tavrı vardı ki severdi arkadaşlıği, dostluği çok severdi. Her yerde dostlari arkadaşlari vardı. Bakıyorsun Slovenya’dan geliyor çocuk dertli. Arkadaşı olmuş. Voyvodina’dan geliyor, Hırvatistan’dan, Bosna’dan bakın her yerden gelırdi, dostlari gelırdi onun içın bize değerli bir Kuş dergisi çikarmaya muvaffak oldu. Çok kafali, çok zeki bi adam. Ama çocuklar dünyasında bum yapmiştır hikayeleriyle. Hikayeleri bütün dillere çevrıldi. Bütün Balkanlardaki dillere. Çok okunan hikayeleri vardır ki çocuklar çok sevdi. Yani gazetecilik hayatımız bizım böyle geçti. İşte savaştan sonra emekliye ayrıldık gibi, artık meslegımızi braktık, yaşlandık. Gençlere kalır hayat. Çocuklar, ne denir, yarının aydınlarıdır. Yani bu şekilde…

Ebru Süleyman: Ben size şeyi sormayi unuttum annenız da Priştine’li dedınız. Hangi aileden? Dayilarınızdan bahsettınız evlerıni.

Murteza Büşra: Siçanlar soyi. Böyle bi lagaplar, tuhaf soyadlar vardı evelden. Çeçi’ler var Priştine’de, Şiçan’lar sülalesi. E nasıl takılmiş bu ad? Priştine’de küçük iken, bi zaman deyelim yüz sene evvel, hangi senede; tarla bahçeden gelirken ıslanmiş dedemız. Yağmurda ıslanmiş. Bak Ali Efendi gelmiş bak ne hale gelmiş yani ıslanmış, siçan gibi olmiş derız ya, bi deyim var.

Ebru Süleyman: Var, var.

Murteza Büşra: İşte bu deyim takılmış ki Siçan’lar sülalesi artık bilıni. Bizde buna benzer tuhaf adlar var Çeçi’ler var Kocadiş’ler var. Öyle küçük bi şehir olduği içın  bi olay olmiş bi takma ad da olurmuş. Böyle yani. Annem de işte merkezde evleri imiş.

Hatırlaym mesela ilk defa Priştine’de çesme taşlari yapıldıktan sonra yollar; bugün nası asfalt yollar düşeni o zaman kesme taşlari. Şahane yani eski kaldırım artık ortadan kalkıyor, bu daha tertemiz daha güzelliği oluşturan ulaşım içın bi yol ve motokros yarışlari olurdu. Annemın o eski iki katlı evi, şte görüyorum bu eski Priştine’den ve eski Priştine uğruna o ev bugğn da duruyor. Bulursam size veririm yani.

Ebru Süleyman: Fotoğraflar da var.

Murteza Büşra: Eski fotoğrafım var. Manzarasi güzel. İkinci katında toplanırdık aile etrafımız, dayilarımın oğullari, alti tane çocuk vardı dayım. Dayım alti kardeş onlar. Biz da üç, dokuz. Gelırdi teze oğullari on-on beş çocuk olurduk oynardık şte. Severdık o eve gitmeyi. Büyük ev şte. İkinci katında yarışlari seyrederdık. Priştine’de ne düzenlenırse ordan rahat rahat seyrediyorduk. Yani motokros yarışlari vardı.

Ebru Süleyman: Orasi, orasi merkez halıne colmişidi.

Murteza Büşra: E tabi, bi orda düzenlenırdi yarış. Orda olur yarış, yarışlar orda. Orda vardı böyle motokros yarışlari.

Ebru Süleyman: E bunlar nasıl, motorlarle mi?

Murteza Büşra: Motorlar yarışlari, motor. Motor yarışları. Araba yarışları, araba daha yok ki. Ben anlatıyorum ‘52, ‘53, ‘55 yıllarıni. ‘55’te ne başına geldi bütün bu sokak? Plan üzere yıkılacak eskileri, yenileri yapılacak. Bu tamam da, şimdi şeyi da yıktık, yıktılar ürtüli çarşiyi da. Bak bu gün Sarayevo’da kapali çarşi var, korudular. Üsküp’te eski çarşı var, korudular. Bizde niye korunmadı yani, acınacak şey bu.

Ebru Süleyman: Siz bu yıkıntilari hepsıni cürdünüz o zaman şte Yugoslavya’nın. Ne hissettınız, üzüldünüzmi degışi kasaba diye?

Murteza Büşra: E tabi, ben mesela o ürtili çarşida beş-alti yaşımdan babama gide gide orda bazi tatil günlerımi geçırdıkten sonra özlem duyuyorum, arıyorum, istiyorum. Hani o eski çarşımız olsa. Niye olmasın yani. İşte bazı kararlar ne kadar doğrudur Allah bili yani. Şimdi sen böyle bi esnafların bi ortamıni, ürettıklerıni, zanaatıni yok etmekten bidefada ne kadar doğrudur, ne kadar iyidir? Biz koruyamadık burda. Priştine koruyamadı bunu. Yetkililer düşünseydi çok daha hayırli olurdu. Panayırlar düzenlenırdi. Hatırlıyorum Gilan’a da gidilirdi panayırlara ama burda da olurdu panayirler. Mesela Salı günleri o ürtili çarşı dedegımız o yürede beşyüz kusur dükkan vardı, Salı günleri en büyük alış-verış olurdu. Salı günleri mesela saraçlari düşünim. Atlı arabalara, hayvanlara ait onların o dizginleri halka yaltaklari satılırdi köylünün Priştine’ye gelmesiyle, hayvanlarle çalışan. Onlar satın alırdi. O zaman çok satılırdi Sali günü. Biz çırak olarak ustanın yanından tepışmezdık. Sabahtan beş ten akşamın geç vaktına kadar, niye? Beş dinar kazanacağız, haftalıgımızi kazanacaığz. Işledık yardım ettık ya ustaya. İşte öyle idi, çok hoşumuza giderdi öyle. Çalışarak, çirak olarak o küçük yaşta şte…

Ebru Süleyman: Siz üç kardeş idınız. Ablanız, siz, kardeşınız.

Murteza Büşra: Evet ve kardeşım da var. Babamız çok genç emekliye ayrıldı. Hayret yani, işte Eski Yugoslavya dönemınde, yeni Yugoslavya dönemınde de Tito zamani sosyalist sistemi ya; önemli idi satjın ne kadar, stajer olarak kaç sene çalışmışsan. Babam küçükken çalışmiş. Otuz beş sene çalıştıktan sonra bi bakıyorsun elli beş yaşında, yirmi yaşında emekliye ayrılıyor. Kusura bakma da, yirmi yaşında da dil yani, otuz beş sene stajıni yaptıktan sonra kaç yaşına intikal ederse o yaşta çıkıyor emekliliğe. Elli beş yaşi idi, genç yani. Bugün altmış beş yaşında emekliye ayrılıyoruz. O zaman bak şte on sene evvel, niye? Daha önemli üreticiye önem verılmiş. Şte sosyalist sistemde öyle idi kurallar. Eğer otuz beş sene stajıni doldurursan emekliye çikabilır.

Ebru Süleyman: Annenız ev hanımi?

Murteza Büşra: Annemız ev hanımi. Adet üzere yani o zaman hanımlar medresede bikaç sene yazi yazmayi öğrenmiş Arapçe biraz okumayi öğrenmiş. Okuyordu mesela, Yasin’i rahat rahat okuyabilidi demek medresede iyi öğrenmiş. Kuran’ın ayetlerıni, surelerıni iyi okuyabilecek kabiliyette idi. Demek o zaman annem şte 1915 doğumlu olan ‘25’lerın çocuklari ne olacak o zaman. Medreseler var, Türk dili üzere eğitim yoktu ki 1925’lerde. Arnavutça’da yok, bi tek Sırpça eğitim varmış. Demek ‘18’ınden sonra 1940’ına kadar böyle imiş o zaman eğitim.

Ebru Süleyman: Siz hangi yılda evlendınız?

Murteza Büşra: Valla şimdi elli… İnsanın otuz iki dişi var ya, öyle der tıp uzmanlari. Bizda gırgır yapardık. Annem, babama ben her zaman derdım, bak anne otuz iki yaşımi doldurim ben evlenırım. Evlenmeye çalışırız. A öyle mi? Öyle. Hakkaten otuz iki yaşımda evlendım. Bugün yetmiş iki yaşım var.

Ebru Süleyman: Maşallah.

Murteza Büşra: Demek kırk sene aradan geçmiş ve iki oğlumuz var. Biri erkek, biri kız. Kızım Eurokoha’da çalışıyor. Turizm-Otelcilik’ten mezun oldu Bursa’da okutturduk kızı. Oğlum burda, o fakülteye kısmeti olmadı devam edemedi. Çalışıyor, geçimini yapıyor. Beraber yaşıyoruz, oğlumla, torunlarımla beraber onun içın mutluyuz, şeref duyuyoruz. Ne güzel hayat yani şte.

Daha neden bahsetmek isterdınız? Bu kadar kafi mi, yeter mi?

Ebru Süleyman: Siz bana bişeyler anlatmak istersenız buyurunuz, ben daha başka ne sorsam bilemem.

Murteza Büşra: İnşallah bununle kalmayacağız. Gelecek sene başka sefer de gene gelın, konuşmadıklarımızın devamını yaparız, söylerız, açıklarız. Memnun isenız ben de memnun olurum, mutlu olurum. Yayınınızda, işinizde başarılar dilerim.

Ebru Süleyman: Teşekür, çok teşekür ederız.

Download PDF